MHP'li Özarslan'dan Dikkat Çeken 15 Temmuz Analizi
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bahadır Bumin Özarslan, muhtelif yönleriyle 15 Temmuz hain darbe girişiminin tahlilini, Kutlu Sesleniş Dergisi'ne yaptı.
15 Temmuz 2016’da yaşanan hain kalkışmayı, doğru bir şekilde nitelendirmek gerektiğine dikkat çeken Dr. Özarslan, bu bağlamda, işaret edilmesi gereken ilk hususun 15 Temmuz’daki hain darbe girişiminin, bugüne kadar bildiğimiz girişimlerden farklı bir nitelik taşıması olduğunu kaydetti.
Bu alçak kalkışmanın, sadece bir darbe girişimi değil aynı zamanda bir Türkiye’yi işgal etme ve iç savaş çıkarma girişimi olduğuna dikkat çeken MHP Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Bahadır Bumin Özarslan'ın Kutlu Sesleniş'in 154. sayısında yer alan yazısı şöyle:
15 TEMMUZ'UN ÖNEMLİ VE HASSAS BOYUTLARI
"Bilindiği üzere, 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen hain darbe girişimi, muhtelif zeminlerde tartışılmış ve pek çok polemiğe konu olmuştur. Meselenin daha çok, askerî darbe girişimi üzerinde durulmuştur. Oysa meselenin diğer boyutları da son derece önemli ve hassastır. Özellikle partimiz MHP'nin 15 Temmuz gecesinden başlayarak izlediği ve köşe taşlarını, 16 Nisan 2017 tarihli halk oylamasıyla kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile Cumhur İttifakı teklifinin oluşturduğu stratejinin anlaşılması bakımından darbe girişiminin diğer boyutları, kritik bir öneme sahiptir.
ÖNCELİKLE DOĞRU NİTELENDİRMEMİZ GEREKİYOR
Öncelikle 15 Temmuz 2016’da yaşanan hain kalkışmayı, doğru bir şekilde nitelendirmemiz gerekir. Bu bağlamda, işaret edilmesi gereken ilk husus şudur ki 15 Temmuz’daki hain darbe girişimi, bugüne kadar bildiğimiz girişimlerden farklı bir nitelik taşımaktadır. Zira bu alçak kalkışma, sadece bir darbe girişimi değil aynı zamanda bir Türkiye’yi işgal etme ve iç savaş çıkarma girişimidir. Eş zamanlı olarak da ortaya, bir devlet krizi çıkmıştır.
O GECE ANKARA'DA YAŞANANLARI HATIRLAMAMIZ ŞART
Darbe girişiminin diğer boyutlarını anlamak için öncelikle o gece Ankara’da yaşananları hatırlamamız şarttır. Devletin başı sıfatını taşıyan Cumhurbaşkanı ve yürütme organının diğer ayağının başı olan Başbakan, Ankara dışındadır. Daha da önemlisi Ankara’ya gelememektedirler. Ayrıca bakanların ve milletvekillerinin çok önemli bir bölümü, seçim çevrelerinde ve/veya siyasî faaliyetleri sebebiyle Ankara’da değildir. Dolayısıyla darbe girişimi, zamanlama itibariyle darbeciler tarafından isabetle belirlenmiş bir tarihte gerçekleşmiştir.
Öte yandan, Ağustos başında gerçekleşecek olan ve büyük bir tasfiyenin yaşanacağı Yüksek Askerî Şura'dan hemen önce harekete geçilerek FETÖ'ye bağlı komutanların elindeki birliklerin gücünden istifade edilmiştir. 15 Temmuz gecesi ilk hamlede, Genelkurmay karargâhının ve kuvvet komutanlarının da etkisiz hâle getirildiği göz önünde bulundurulduğunda, Ankara'da darbecilere direnecek güç merkezleri, asgarîye indirilmiştir.
ÖNCELİKLİ HEDEFLERE DİKKAT
Darbecilerin hızlı bir başlangıç yaptığı 15 Temmuz gecesi, Ankara'da bu tip bir silahlı kalkışmaya karşı durabilecek birliklerin etkisiz hâle getirilmesi ve/veya darbecilerin kontrolüne alınması denemesiyle devam etmiştir. Bu çerçevede, darbecilerden daha etkin ateş gücüne sahip güvenlik birimleri olan Özel Kuvvetler Komutanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Özel Harekât, eş zamanlı olarak hedef seçilmiştir. Emniyet Özel Harekât dışında, daha güçlü oldukları diğer iki gücü ele geçirmeye odaklanan darbeciler, özellikle Semih Terzi eliyle bitirici darbeyi vurmayı amaçlamışlardır. Zira Özel Kuvvetlerin komutasını tam anlamıyla ele almak, Ankara'daki ve Türkiye'deki en seçkin ve zinde askerî gücün darbecilerin kontrolüne girmesi sonucunu doğuracaktır. İşte bu noktada, Ömer Halisdemir'in Zekai Aksakallı'nın emrini yerine getirmesi, darbe girişiminin akamete uğramasında en önemli kilometre taşıdır.
ÖMER HALİSDEMİR'İN DARBECİLERE YAŞATTIĞI ŞOK
Ömer Halisdemir'in emrin gereğini yapması, darbeciler için tam bir şok olmuştur. Zira bu eylem, darbeciler arasında şaşkınlığa ve akabinde paniğe yol açmış, Özel Kuvvetler içinde yer alan darbe karşıtı unsurların Zekai Aksakallı eliyle yönlendirilmesiyle de Özel Kuvvetlerin ele geçirilmesi engellenmiştir. Eğer bu eylem gerçekleşmeseydi ya da başarısız olsaydı Semih Terzi, Özel Kuvvetlere bağlı birlikleri Ankara'ya toplayacaktı ki başta, Suriye ve Irak sınırımız boyunca konuşlu olan birlikler olmak üzere, hassas bütün noktalardaki Özel Kuvvetler, Ankara’ya çekilmiş olacaktı. Nitekim Semih Terzi, kendi komutası altındaki sınır birliklerine, daha Ankara yolundayken bu emri vermiştir. Aynı durum, Jandarma Genel Komutanlığı ve Emniyet Özel Harekât karargâhlarının ele geçirilmesi hâlinde, bu birliklerin de yine Ankara’ya çağrılması şeklinde gerçekleşecekti. Böylesi bir alan boşaltma ise PKK, PYD/YPG ve IŞİD unsurları için kaçırılmaz bir fırsat yaratacaktı. Sınırımızın muhtelif yerlerinden içeri girecek olan bu terör örgütleri, gerek alan hâkimiyeti sağlama gerekse etnik ve sosyolojik fay hatlarının bulunduğu bölgelerimizde yapacakları kışkırtmalar yoluyla bir iç savaş çıkarma denemesinde bulunacaklardı.
Böylesi bir senaryoda, darbenin başarısızlığı hâlinde bile büyük bir iç çatışma ve akabinde tahmin edilemeyecek boyutlara varabilecek bir karmaşa hüküm sürecekti.
Bu durumun sonuçlarını tam anlamıyla kestirmek, bugün için bile çok mümkün gözükmemektedir. Ama en azından “Turuncu Devrimler” olarak adlandırılan süreci, daha vahim olması bakımından da “Arap Baharı” sürecinde Tunus, Libya, Mısır ve Suriye’de yaşananları düşünmek yeterli olacaktır.
Kısacası bu tablo, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilen "kontrollü darbe ve tiyatro" iddiasının da ne kadar temelsiz olduğunu, açık biçimde ortaya koymaktadır. Böylesi bir ortama, “tiyatro, kontrollü darbe, ayarlı darbe” gibi benzetmeler yapmak, 251 şehit verilen bir hadiseden sonra hâlâ benzer iddialarda bulunmak, hiçbir vicdanla bağdaşmaz.
Özetle 15 Temmuz kalkışmasının bertaraf edilmesi aynı zamanda, devletin ve milletin bekasını yani “ebed müddet devlet”i teminat almak bakımından da önemli bir sonuç doğurmuştur.
YAŞANAN DEVLET KRİZİ
15 Temmuz’un ortaya çıkardığı önemli bir sonuç ise yaşanan “devlet krizi”dir. Bu çerçevede, “devlet krizi” dediğimiz durumun ne olduğunu açmamız gerekecektir. Bilindiği üzere, darbeden hemen sonra “olağanüstü hâl” ilân edilmiştir. Anayasamıza ve ilgili mevzuata baktığımızda olağanüstü hâl ilanı, normal zamanlarda gerçekleşmez. Olağan dışı şartların varlığı hâlinde, ciddi bir tehlikenin belirmesi durumunda ihtiyaç duyulan bir yönetim biçimidir. Meşrudur ve hukuka uygundur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, hızlı karar almak ve uygulamak amacıyla olağanüstü hâl rejimini hayata geçirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yaşadığı devlet krizini hızlıca atlatabilmek için olağanüstü hâl ilan ettikten sonra, ilk olarak personel politikasını seri bir şekilde gözden geçirmek durumunda kalmıştır. Zira anlaşılmıştır ki karşımızda sadece bir terör örgütü değil aynı zamanda, “uluslararası örgütlenmeye sahip bir casusluk örgütü” vardır. Bu bağlamda, 100 binin üzerinde kamu görevlisinin görevlerine son verilmiş ve pek çok kişi hakkında da dava açılmıştır. Bir an için şöyle düşünsek, 15 Temmuz 2016 gecesi, darbe girişimi yerine bir doğal afet sonucu bu oranda kamu görevlisi ölmüş olsa, nasıl bir kriz ortaya çıkacaktı ise darbe girişimi üzerinden yapılan iç savaş çıkarma ve işgal etme girişiminde de aynı durum söz konusudur. Nitekim 1999 yılında arka arkaya yaşanan Marmara depremleri esnasında, pek çok sorunla eş zamanlı olarak boğuşmak zorunda kalan Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önüne çıkan ve ağır can kaybı sebebiyle kamuoyuna nispeten az yansıyan bir mesele de ölen kamu görevlileri ve zarar gören kamu kurumlarıdır. Hatırlanacak olursa o dönemde pek çok kamu hizmeti, yıkılan alt yapı ve ölen kamu görevlileri sebebiyle ciddi oranda aksamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, o dönemde aksamaları hızla ortadan kaldırmak için pek çok eş zamanlı tedbir almıştır. Nitekim Düzce’nin il yapılması, böyle bir sorunun çözümüne yönelik atılan adımlardan biri ve en akılda kalanıdır. Dolayısıyla bir devletin kendi egemenlik yetkisini tam anlamıyla koruması ve personel politikasını dikkatlice yürüterek “paralel yapılara” göz yummaması gerektiği, bir kez daha anlaşılmıştır.
15 Temmuz sonrası ortaya çıkan devlet krizinde, kamu görevlilerinin içine girdiği kurumsal ve kişisel psikoloji de göz ardı edilmemelidir. Söz gelimi, Adalet Bakanlığı personeli içinde hâkim-savcı sınıfının üçte birinin ihraç edilmiş olması, geri kalan görevliler ile yeni göreve başlayanların sorumluluk almalarını ciddi ölçüde etkilemiştir. Görevine son verilenlerden çok daha fazla sayıda hâkim-savcı iş başı yapmış olmasına rağmen, bahsi geçen psikolojik katmanlar sebebiyle yargı organları yeterince hızlanamamıştır. Aynı durum, başta güvenlik bürokrasisi olmak üzere, pek çok kamu kurumu için de geçerlidir.
HENÜZ TAM MANASIYLA ATLATILAMADI
Kısacası, Türk devleti, bir kriz durumu yaşamaktadır ve bu kriz durumunu atlatma süreci içindedir. Bu bağlamda, önemli bir mesafe alınmıştır ancak bu çok boyutlu kriz, henüz tam anlamıyla atlatılamamıştır. Görünen veya görünmeyen, doğrudan veya dolaylı tehlikeler mevcuttur. Bu sebeple bir süre daha hızlı ve kararlı adımlar gerekmektedir ki 15 Temmuz gecesi Sayın Genel Başkanımız eliyle temeli atılan Cumhur İttifakı, ortaya çıkan tablo ve devam eden süreçte, bahsettiğimiz sorunların üstesinden gelmek üzere kararlı tutumunu sürdürmektedir.
15 TEMMUZ GECESİ İŞGAL VE İÇ SAVAŞ TEHLİKESİ DE ATLATILDI
İşaret ettiğimiz üzere, 15 Temmuz gecesi yalnızca darbe girişimi savuşturulmamış, aynı zamanda işgal ve iç savaş tehlikesi de atlatılmıştır. 15 Temmuz gecesi, bahsettiğimiz bu çekişmenin ve çatışmanın gerçekleştiği saatlerde, Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli’nin yaptığı darbe karşıtı ve meşru hükümetin yanında yer alma yönündeki açıklama, bu sayede daha da anlam kazanmaktadır. Devletin tepe yöneticilerinden haber alınamadığı, TSK'nın komuta kademesinin etkisiz hâle getirildiği, Ankara'da açık bir emre itaaatsizliğin ve başıbozukluğun yaşandığı saatlerde Genel Başkanımız tarafından yapılan açıklama, darbecilere ve destekçisi olan iç/dış uzantılara yapılmış açık bir meydan okumadır.
ANKARA'DAN GERÇEKLEŞTİRİLEN TEK KARŞI ÇIKIŞ TEK KARŞI ÇIKIŞ
En önemlisi de o gece, Ankara’dan gerçekleşen tek karşı çıkış, tek itirazdır. Darbeye meydan okuma ve bu meydan okumanın işgal ve iç savaş tezgâhına karşı yapılmış olması ile birlikte millî iradenin fitili ateşlenmiştir. Böylece, Türk devletinin kurumsal bilinçaltında ve Türk milletinin tarihî bilinçaltında yer alan “beka hedefi” yani “ebediyen ayakta kalma ülküsü”, harekete geçmiştir.
Partimiz MHP’nin 15 Temmuz sonrası izlediği politikaların daha iyi kavranmasının yolu, 15 Temmuz gecesinin yukarıda işaret ettiğimiz şekilde nitelendirilmesi ve Genel Başkanımızın Ankara’dan yükselttiği sesin bu şekilde anlaşılmasından geçmektedir.
Ayrıca, Partimizin bu tutumu, Ülkücü Türk Milliyetçiliği’nin temel ilkelerinden biri olan “ebed müddet devlet-ebed müddet millet” ve “hukuk devleti” ilkesini sahiplenmek anlamına gelmektedir.
DEVLET BAHÇELİ'NİN MEYDAN OKUMASI CUMHUR İTTİFAKININ DA TEMELLERİNİ ATTI
15 Temmuz 2016 gecesi Genel Başkanımızın yaptığı meydan okuma, fiilen Cumhur İttifakı’nın da temelini atmıştır. Cumhur İttifakı’nın mimarı ve isim babası olan Genel Başkanımız, bahsettiğimiz devlet krizinin atlatılabilmesi ve devletin yeniden yapılandırılması için somut teklifler getirmiştir. “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ya da “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” de yukarıda izah ettiğimiz şartlar karşısında, bir mecburiyet olarak doğmuştur. Çözülmeyi bekleyen devlet krizini aşmak, bir daha böyle bir kriz yaşamamak için hızlıca karar almayı ve uygulamayı gerektiren bir sistem mecburiyeti söz konusu olmuştur.
ONARIM İÇİN ZAMANA İHTİYAÇ VAR
15 Temmuz’daki hain darbe girişiminin devlet içinde yarattığı tahribat ve bu tahribatın onarım süreci sebebiyle Türkiye Cumhuriyeti Devleti, zamana ihtiyaç duymaktadır. Zira bu hain darbe girişimi, bir işgal ve iç savaş tehlikesi yaratmış; Türk Milleti'nin ve Türk Devleti'nin ebedî varlığını tehlikeye atmıştır. 15 Temmuz sonrasında, Türk Devleti'nin içine sokulduğu krizi atlatabilmesi için topyekûn bir seferberlik yürütülmüştür.
Bu bağlamda MHP, yeniden yapılanma ve toparlanma sürecine tam destek vermiş; fikir ve isim babası olduğu Cumhur İttifakı’nın ruhuna uygun olarak karşılıksız bir fedakârlık ile meseleleri değerlendirmiştir. Bir devletin ayakta kalması için gerekli olan konularda, tavizsiz bir tutum takınmış; devletin sıhhatini gösteren terör, güvenlik ve dış politika konularında “Ankara merkezli” yaklaşımın öncülüğünü üstlenmiştir. MHP'NİN TAVRI ÖNEMLİ
Dikkat edilmesi gereken önemli bir husus da bu süreçte MHP’nin tavrıdır. Bu tavır, klasik bir siyasî parti tutumundan çok farklılık taşımaktadır. Hükümete ortak olmak ya da kadrolaşmak gibi gündelik ve pragmatik politikalar Partimiz tarafından reddedilmiş; herhangi bir talepte bulunulmamıştır. Türk Devleti’ni ve Türklüğü hapsetme girişimi karşısında, üzerine titrediğimiz değerlerin ve kurumların varlığı için her türlü fedakârlık yapılmıştır. Bundan sonra da aynı yaklaşım, devam edecektir.
Bir başka deyişle bugünün geçici kazanımlarını, yarının kalıcı ve devlet politikasına dönüşmüş uygulamalarına tercih etmek, bugünün de geleceğin de kaybına yol açacaktır. Kısacası Partimiz MHP, ilk kurulduğu gün olduğu gibi bugün de Büyük Ülkü Davası’nın temel taşı olan, 'günü değil yarını yakalamak' yolunu tercih etmiştir."
Haber: Ramazan Durmuş
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.