DAVUTOĞLU SEYİT RIZA, ERDOĞAN ŞEYH SAİT İSMİNİ ALMALIDIR
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkan Sayın Devlet BAHÇELİ hakkındaki sözlerine...
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, “Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Genel Başkan Sayın Devlet BAHÇELİ hakkındaki sözlerine cevaben” yazılı bir basın açıklaması yaptı.
MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın, Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli hakkındaki sözlerine cevap verdi. Yalçın, “Ne yazık ki Ahmet Davutoğlu seçim kaygısıyla bir bilim adamına yakışmayacak siyasi polemiklere tenezzül ederek hakikatleri saptırmakta, hasıraltı etmektedir” dedi. Yalçın, “Bu arada Başbakan Davutoğlu'na bir de öneride bulunmak istiyoruz. Sayın Davutoğlu, grup konuşmasında doğduğu yerin adında “pir” geçtiği için değiştirildiğini söylemiştir. Bu gibi sıfatlara meraklı ise Başbakan mahkemeye başvurmalı, davasını bu kadar cansiperane savunduğu Seyit Rıza'nın adını almalıdır. Hatta ağababası Tayyip Erdoğan da Şeyh Sait ismini almalıdır ki çizdikleri bölücü fotoğraf tamamlansın. Zaten böyle giderse bir gün gelecek, bunların torunları da bölücübaşı Öcalan'ın adını çocuklarına vermeye yelteneceklerdir” ifadesini kullandı. Yalçın açıklamasında şu ifadeleri kullandı: Tavizsiz tutumundan rahatsız olduğu MHP’yi diline dolayan Başbakan Ahmet Davutoğlu, dünkü grup konuşmasında Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli hakkında aslı astarı olmayan suçlamalarda bulunmuştur. Sayın Bahçeli’yi tarih bilmemekle suçlayan Davutoğlu, kendi cehaletini gizlemeye çalışmaktadır. Oysa asıl tarih cahili olan kendisidir. Sayın Başbakan’ın ağababası Tayyip Erdoğan da böyle istismarcı ve saptırmacıdır. Kendisi, velinimetine layık olmak, onun izini sürmek için üstün gayret sarf etmektedir. Sayın Davutoğlu’nun geçmişte yaşanan olayları utanıp arlanmadan saptırmayı sürdürmesinin sebebi; devletin teröristlerle, asilerle mücadelesinin haklılığını gözlerden kaçırmak ve PKK ile beraber hazırladıkları karanlık yol haritasına ampul tutmaktır. Başbakan Davutoğlu, Türkiye’nin geçmişe dair hemen her meselesini tek parti iktidarları üzerinden değerlendirip iyiyi de kötüyü de hedefe koymakta, kurunun yanında yaşı da yakmaktadır. Seyit Rıza’ya sahip çıkması bundandır. Ona sahip çıkmalıdır ki bölücübaşı Öcalan da aklansın. 1937 yılında Tunceli’de meydana gelen hain başkaldırıyı mezhep vurgusu üzerinden değerlendiren, masum Alevi İslam inancına sahip vatandaşlarımızı da şakilik bühtanıyla karşı karşıya bırakan Davutoğlu’nun tarih dersine ihtiyacı vardır. Biz kendisine biraz tarih dersi verelim: Türkiye Cumhuriyeti hiçbir mezhep ve etnisite temelli uygulamanın içinde olmamıştır. Dersim İsyanı, tek parti iktidarının meselesi değil, Türkiye’nin bütünlüğü, kalkınması ve bekasıyla ilgili bir konudur. Dersim bölgesi olaylardan önce devlet otoritesinden uzak; ağa, şeyh ve seyit adı altındaki yerel güç odaklarının etkisi altındadır. Bölge, feodal bir sistem içinde yönetilmektedir. Ağaların dışında herkes maraba ve köledir. Bölgede asayiş yoktur. Aşiretler arasında sık sık çatışma çıkmakta, bitip tükenmek bilmeyen, hatta bazıları bugün bile süren ilkel kan davaları yaşanmaktadır. Halk, fakir ve perişandır. Tıpkı bugün güneydoğuda olduğu gibi yol kesme, hırsızlık, yağma eşkıyalık olayları çok yaygındır. Halk bunlardan bezmiş durumdadır. Eli silahlı çetelerin taşkınlıkları Sivas, Bingöl ve Erzincan illerine kadar yayılmıştır. Halktan hükûmete sık sık şikâyetler gelmektedir. Bunun üzerine devlet bir kanun çıkararak bölgeyi asayiş ve nizama kavuşturmaya karar vermiştir. Devletin 30’lu yıllardan itibaren bölgede aldığı tedbirler etnik kökene veya dinî yapıya yönelik değil, devlet otoritesinin hâkim kılınmasına, asayişin teminine matuftur. 1935 Tunceli Kanunu da bölgeye yönelik askerî tedbirlerden çok sosyal ve ekonomik tedbirleri içermektedir, bölgenin imarına ve kalkınmasına yöneliktir. Kanun, bölge insanına ekonomik destek sağlamak için hazırlanmış kapsamlı bir ıslahat programıdır. Tunceli Kanunu’yla bölgede yapılmak istenen; ağalık rejimini, feodaliteyi ortadan kaldırmak, fakir çiftçileri toprak sahibi yapmaktır. Bu arada kışla, okul, köprü ve yol yapımına da başlanmıştır. Devlet otoritesinin bölgeye girmesinden ve saltanatlarının bozulmasından rahatsız olan aşiret reisleri Tunceli’nin imar ve iskânına mani olmak için isyan etmişlerdir. Karakollar basılmış, jandarmalar şehit edilmiş, köprüler uçurulmuştur. Olayların tırmanmaması için defalarca aşiret reislerine haber salınmış, devletin iyi niyeti anlatılmak istenmiştir. Ancak aşiret reisleri kimseyi dinlemedikleri gibi kendi aralarında da kavgaya tutuşmuşlardır. Bu iç çatışmalarda da çok sayıda kayıplar yaşanmıştır. Devlet çocuk ve kadınların harekâttan etkilenmemesi için azami gayret göstermiş ancak aşiret reisleri saklandıkları mağaralarda onları kalkan olarak kullanmıştır. Olaylardan sonra devlet, bazı aileler için zorunlu iskân çıkarmakla birlikte gittikleri yerlerde bunlara arazi tahsis etmiştir. Ölenlerin yakınlarına, kimsesi olmayanlara sahip çıkılmıştır. O bölgede insanların imhasına dönük bir kasıtla asla harekât yürütülmemiştir. Bununla birlikte devlet eşkıya karşısında AKP iktidarının yaptığı gibi boyun eğmemiş, hainlere haddini bildirmiştir. Fransa egemenliğindeki Suriye’de bulunan Ermeni-Kürt Cemiyeti “Haybun”; bölgedeki ayaklanmaya silah ve cephane temin etmiş, devlete karşı direnişin sürmesi için propaganda çalışması yapmıştır. Olayların meydana geldiği yıllarda yaklaşan İkinci Dünya Savaşı kastedilerek yakında büyük harp çıkacağı ve Türk askerinin bölgeden çekileceği propagandası yapılmıştır. İsyanın bazı elebaşları sonradan Suriye’ye kaçmıştır. Olaylar bugün yaşananları ne kadar da andırmaktadır. Devletin eşkıyayı tepelemesi, bölgede asayişi temin etmesi suç mudur Sayın Davutoğlu? Devletin bölgeye hizmet götürmesi suç mudur? Bunun tek parti ile ne ilgisi vardır? Ölen yüzlerce jandarmanın hukuku ne olacaktır Sayın Davutoğlu? Türk askerine yazık değil midir? Şanlı Mehmetçiğin mübarek kanı Seyit Rıza’dan daha mı az değerlidir? Ne yazık ki Davutoğlu eşkıyalığını methiyesini yapmaktadır. Çünkü onun başında olduğu iktidar, PKK ile vardıkları anlaşmada 30’lu yılların Tunceli’sinde olduğu gibi güneydoğunun eşkıyanın insafına terk edilmesine razı olmuştur. Bunun içindir ki geçmişteki hukuksuzluklara sahip çıkılmaktadır. Ancak geçmişte devletin bölgede aldığı insani tedbirlerden söz edilmemektedir. Tek parti iktidarı bir bahanedir, bir paravandır. Ayrıca MHP’nin tek parti iktidarına sahip çıktığı iddiası da safsatadır, palavradır. MHP; hukuka demokrasiye ve insan haklarına, devletin kalkınma hamlelerine ve terörle mücadelesine sahip çıkmaktadır. MHP; eşkıyalığın, yağmanın feodalitenin, insanın insana köle olmasının karşısındadır. Bunun bir mezheple, etnisiteyle alakası yoktur. Nitekim devlet geçmişte Türk kökenli eşkıyayı da tedip etmiştir. Eşkıyanın dini, mezhebi ve milliyeti olmaz. Ne yazık ki Ahmet Davutoğlu seçim kaygısıyla bir bilim adamına yakışmayacak siyasi polemiklere tenezzül ederek hakikatleri saptırmakta, hasıraltı etmektedir. Amaç bellidir; toplum kesimlerinin arasına kin ve nefret tohumları ekmek, ve farklı inanç ve etnik kökenlerdeki Türk vatandaşlarını birbirine düşman etmektir. Bu, Anayasa’mıza ve yasalara göre suçtur. Bu arada Başbakan Davutoğlu’na bir de öneride bulunmak istiyoruz. Sayın Davutoğlu, grup konuşmasında doğduğu yerin adında “pir” geçtiği için değiştirildiğini söylemiştir. Bu gibi sıfatlara meraklı ise Başbakan mahkemeye başvurmalı, davasını bu kadar cansiperane savunduğu Seyit Rıza’nın adını almalıdır. Hatta ağababası Tayyip Erdoğan da Şeyh Sait ismini almalıdır ki çizdikleri bölücü fotoğraf tamamlansın. Zaten böyle giderse bir gün gelecek, bunların torunları da bölücübaşı Öcalan’ın adını çocuklarına vermeye yelteneceklerdir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.