Geçtiğimiz günlerde PKK'nın Gazetesini kendi matbaasında bastığı ortaya çıkan Yeni Akit Gazetesi, karanlık oyunlar sergilemeye devam ediyor. Provakatör Gazete dün Eski Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcısı olarak tanıttığı bir şahısın sözlerinden hareketle "Ülkücülerin Partisi AKPARTİ'dir" başlığını atarak şimşekleri üzerine çekmişti. 1 Kasım Seçimleri için AKP'den aday adayı olan Kutluhan Yazıcı isimli şahsın Ülkücü Hareket içerisinde hemen hiç tanınmaması kafaları karıştırırken, konuya eski Ülkü Ocakları Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili Atilla Kaya el attı. Kaya yaptığı basın açıklamasında hiçbir zaman böyle bir görev yürütmediğini belirttiği Yazıcı'nın 13 yıldır AKP’nin kadrolu maaşlı elemanı olarak çalıştığını açıkladı. AK İT Gazetesi ve asalak olarak tanımladığı Kutluhan Yazıcı'ya sert ifadelerle yüklenen Atilla Kaya, MHP'ye yönelik daha önce girişilen bu tür saldırıları da hatırlatarak, kendilerini pazarlama yönünde çaba gösterenlerin geçici bir zaman diliminde Hareket içinde bulunmuş olmalarının “Ülkücülük” adını kullanma hakkı doğurmayacağının altını çizdi. İşte Atilla Kaya'nın O Açıklaması: Milliyetçiliği ayakları altına aldığını söyleyen AKP, MHP’nin kendileri için bir tehdit olarak görüldüğü bu günlerde, “devşirme ülkücüler”den medet umma durumunu yeniden siyaset gündemine sokmuştur. Her iki tarafıyla, ancak içine sindirebilecek tıynete sahip olanların seçebileceği bu yol, 12 Eylül sonrasından başlamak üzere çok kereler denenmek istenmiş, her seferinde de Ülkücü Hareket’in feraseti karşısında akim kalmıştır. AKP’nin, Ülkücü Hareket’ten isim devşirmekle “oy” da devşirebileceğini düşünmesi, kötü niyetiyle olduğu kadar, ülkücülüğe ilişkin cehaletiyle de ilgilidir. Devşirilenler ise, bu çirkin oyunun zamanlamasının her seferinde seçime endeksli olduğunu göremeyecek kadar kör olamazlar; onların tercihlerinin anlamını “seçim” ile “geçim” arasında kurdukları ilişkide aramak gerek. Ülkücülüğün Milliyetçi Hareket Partisi dışındaki siyasi mahfillere taşınma isteğinin örnekleri rahmetli Başbuğumuzun sağlığında da yaşanmış ve Başbuğumuz bunlara, bizlerin bugün gösterdiğimiz tavrın öncüsü ve ölçüsü olan cevapları vermiştir. Kişisel çıkarlarının kölesi olanları “kemik yalayıcısı” olarak tanımlamıştır. Her ikisi de Tayyip Erdoğan’ın eliyle yürütülen “Çözülme Süreci” ve “400 Milletvekili Hevesi”nin ülkemizi yüz yüze bıraktığı durum ve son günlerde üst üste yaşadığımız acılar karşısında, Genel Başkanımız’ın, isyan provalarını önleme amacına hizmet etmek üzere, anayasal bir imkân olarak sıkıyönetim uygulamasının hayata geçirilmesi çağrısı ve bu çağrıyı dile getirdiği açıklamasında yer alan “Eğer ülkemize yönelen hain ve hasmâne saldırıların önü alınamaz, Erdoğan’ın komplo ve tuzakları ısrarla devam ederse, benzerlerine birçok ülkede rastlanan tarihi nitelikli büyük saray yürüyüşünün icrası da kaçınılmaz olabilecektir” cümlesi, “ikinci el ülkücü” kullanma alışkanlığında olanları, yeniden, Ülkücü Hareket’in kusarak içinden çıkarttığı safraları kullanma yönünde harekete geçirmiştir. Ülkücü muhayyilede mânen “ölü” olmanın ötesinde bir anlamı olmayanlar, her seçim öncesi olduğu gibi, bir kez daha Saray’dan üflenen borunun sesiyle mezarlarından kalkmışlar ve üzerlerindeki zillet toprağını etrafa saçmaya başlamışlardır. MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ GENEL MERKEZİ BASIN BİRİMİ TARİH: 10/09/2015 “Bağımsız Ülkücüler Platformu Başkanı”, “Yusufiyeli Ülkücüler Derneği Başkanı”, “Ülkü Ocakları Eski Başkanı” gibi unvanları kullanmaya pek hevesli olan Saray bağımlılarının hesabını vermeleri gereken ilk şey, geçmişlerine ihanet etmek pahasına bulundukları yeni yerlerinin “doğru yer” olduklarına inanıyorlarsa, neden yeni yerlerine uygun isim ve unvanlar edinmedikleri, halen o kurtulmaya çalıştıkları geçmişten medet umduklarıdır. Ülkücü Hareket’in her türlü bedeli ödeyerek var ettiği şanlı geçmiş karşısında ezilip yok olan kişiliklerini Saray kapılarında var etmeye çalışanlar, Genel Başkanımızın son açıklamalarından, belki kendilerine ekmek çıkar umuduyla, yeni efendilerinin hoşuna gidebilecek bir retorik türetmeye kalkmışlar, hem de bunu adlarının önündeki “eski ülkücü” nitelemelerini “Akit” adlı mevkuteye yazdırarak denemişlerdir. “Bahçeli gerçek vatanseverse, Saray’a değil Kandil’e yürüsün” demekle “müthiş bir laf” ettiğini düşünen bu zavallılar sadece kişiliklerinin değil, zekalarının derecesini de göstermişlerdir. Genel Başkanımıza dil uzatmakta gösterdikleri cüretin milyonda birini Saray’daki efendilerine karşı gösterseler ve “çözüm sürecine zarar gelmesin diye terör örgütünün silah ve patlayıcı yığınağı yapmasını seyrettik” diyebilen zata, “onca yığınağı seyretmenin sürecin hangi yönde ilerleyeceğine hizmet edeceğini” sorabilselerdi, Kandil’e yürüyüş yolunun Saray’dan geçtiğini de anlayabilirlerdi. “Devlet Bey’in rakibi Sayın Davutoğlu’dur. Neden Sayın Erdoğan’a saldırıyor?” sorusuna verilecek yanıt ise malumun ilanı olacaktır: Davutoğlu, süreci ve ülkeyi yönetenin Erdoğan değil de kendisi olduğu konusunda kamuoyunu ikna edebilirse, Genel Başkanımız da rakip olarak kendisini görmekten imtina etmeyecektir. Soru sahibi de bilmezden gelmesin; ülkeyi kimin yönettiğini en iyi Saray’dan talimat alanlar bilmektedir. Adnan Baran’ların, Alaattin Aldemir’lerin, Hasan İlter’lerin “ağabey” sayıldığı Pazar ikliminde yetişmiş kardeşlerden biri olan Kutluhan Yazıcı adlı zavallı da bazı gazete ve sosyal medya sitelerine verdiği beyanatlarda kendisinin “Ülkü Ocakları Genel Başkan Yardımcılığı” görevini yaptığını söylemiş ve artık ülkücülerin partisinin AKP olduğunu sayıklamıştır. Yeni yuvasındaki ilk beyanatında ilk yalanını söylemekle bulunduğu yere uygun olduğunu gösteren bu şahıs hiçbir zaman Ülkü Ocakları genel başkan yardımcılığı görevinde bulunmamıştır. Öğrendiğimize göre kendisi zaten 13 yıldır AKP’nin kadrolu maaşlı elemanıdır. Adnan, Alaattin, Hasan, Kutluhan veya benzerleri, adları farklı olsalar da Ülkücü Hareket’in gözünde birdirler. Geçmişleri altında ezilenler bilsinler ki; bir dönem hasbelkader Hareket içinde bulunmuş olmaları, onlar açısından değil Hareket açısından bir talihsizliktir. Ülkücü Hareket, onları kusarak, bu durumu telefi etmesini bilmiştir. O zavallıların içerisinde bulundukları zillet ise hiçbir halde telafi edilebilir türden değildir. Bu ve benzeri asalaklara son sözlerimiz şunlardır; Ülkücülük, bireysel bir tercih ve kazanımdır. Kendilerini pazarlama yönünde çaba gösterenlerin geçici bir zaman diliminde Hareket içinde bulunmuş olmalarının “Ülkücülük” adını kullanma hakkı doğurmayacağı gibi hiçbir anlamı da yoktur. Ülkücü kurumların çatısı altında bulunan (veya bulunabilir durumda olan) ve ülkücülüğün ideolojik içeriğine bağlı olanlar –böyle oldukları sürece- ‘Ülkücü’dürler. Adı (ya da soyadı), geçmişteki görevi, bir zamanlar gördüğü itibar ne olursa olsun hiç kimse bundan bağışık değildir. Herkes bilmelidir ki; bunları ona veren Ülkücü Hareket gerektiğinde almasını da bilir. Saray ışıklarında gözleri kamaşanların yüreklerine, belli ki, Atsız Bey’in şu dizeleri hiç işlememiş: “Saraylarda süremem / Dağlarda sürdüğümü / Bin cihana değişmem / Şu öksüz Türklüğümü…”