Galip Erdem, 10 Mart 1930′da Rize’nin Fındıklı ilçesinde doğmuştur. Fındıklı 1954 yılına kadar Artvin iline bağlı olan eski adı “Viçe olan, on bin nüfuslu bir ilçedir.
Galip Erdem, Fındıklı’da “Ofluoğlu” adı ile bilinen bir ailedendir. Babası, nahiye müdürlüklerinde bulunmuş Rasim Bey, annesi Pehlivanoğullarından Zekiye Hanımdır. Ailenin tek çocuğudur. İlkokulu, Fındıklı 11 Mart ilkokulunda bitiren Galip Erdem, babasının memuriyeti dolayısıyla, ortaokulu Bitlis ve Siirt gibi İllerde tamamlamıştır. Babası Erzurum Narman nahiye müdürlüğüne tâyin edilince, Galip Erdem de Erzurum da lise tahsiline başlamış ve 1949 yılında liseyi pekiyi derece ile bitirmiştir.
8 Kasım 1951 de başlayan yedek subaylık görevi, 31 Ekim 1952 de teğmen rütbesiyle sona ermiştir. 27 Nisan 1953′te PTT Genel Müdürlüğü Ankara Yenişehir Merkezinde ilk olarak memuriyete adımını atmıştır. 7 Temmuz 1954 tarihinde memuriyetten istifa eden Galip Erdem, Maliye Bakanlığı Milli Emlâk Genel Müdürlüğünde tekrar memuriyete başlamış ve buradan da 6 Ocak 1955 yılında ayrılmıştır. Daha sonra İETT idaresinde takip memuru olarak işe başlamış, ertesi yıl bu görevinden de ayrılmıştır. Bu sırada Ankara Hukuk Fakültesinden mezun olur.
23 Kasım 1959 da Bayındırlık Bakanlığında, Tevfik İleri’nin müşavirliği görevine başlamışsa da bu görevi de uzun sürmemiştir. 1 Ağustos 1961′e gelindiğinde Tercüman imzasıyla fıkralar yazmıştır. Yeni İstanbul Gazetesinde fıkra yazarlığına devam etmiştir. İzmir’de avukat ihsan Koloğlu’nun yanında 1963 yılında avukatlık stajını tamamlamıştır.
10 mart 1965′te Zafer Gazetesinde fıkra yazarlığını sürdürmüştür. Aynı çalışmaya Sabah Gazetesinde devam etmiştir. 1966 tarihinde Millî Eğitim Bakanlığı Devlet Kitapları Müdürlüğüne müşavir olmuştur. Galip Erdem, daha sonra Başbakanlık Plân ve Prensipler Dairesinde danışman olarak görev almıştır. 31 Aralık 1969′dan, istifa ederek ayrıldığı 30.06.1973 tarihine kadar, danışmanlık görevini sürdürmüştür.
1974 te Ortadoğu Gazetesinde tekrar fıkra yazarlığına başlamıştır. 1975 te Başbakanlık Müşaviri olmuştur. 1981 tarihinde Turizm ve Tanıtma Bakanlığında Genel Müdürlük Müşavirliğine nakledilmiştir ve 1982 yılında emekli olmuştur. O sırada avukatlığa başlamıştır. Bu süre altı yıl devam etmiştir. Mamak’ta görülen ünlü MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Dâvasının avukatlığını üstlenmiştir, insan üstü gayretlerle fedakârane bir şekilde çalışmıştır.
1987′de Meray’da (Merzifon Yağlı Tohumlar A.Ş) yönetim kurulu üyeliği, Konya Şeker Fabrikasında denetçilik görevinde bulunmuştur. 1987 yılında Sosyal Güvenlik Eğitim Vakfı Başkanlığı vazifesini üstlenmiştir. Daha sonra bu görevinden ayrılmak zorunda bırakılır. 1989′da Namık Kemal Zeybek’in bakanlığı döneminde Kültür Bakanlığı APK Başkanlığında APK uzmanı olarak tâyin edilir. Daha sonra üçlü kararname ile Bakanlık Müşavirliğine getirilmiştir.
1966 da evlenen ve 1974 de boşanan Galip Erdem’in 1969 doğumlu Bilge Erdem adında bir kızı vardır. 12 Mart 1997′de Çarşamba gecesi saat 22.10 da Ankara Gazi Hastahanesinde vefat etmiştir. Cenazesi 14 Mart 1997 Cuma günü öğleyin Kocatepe Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra Cebeci Asri Mezarlığına defnedilmiştir.
Yazarlık Hayatı.
Galip Erdem, Karakedi (1950). Tercüman (1960). Ölçü (1960) Sonhavadis (1961), Yeni istanbul (1962-1963). Düşünen Adam (1962) Sabah (1965), Zafer (1966), Oevfef (1969), Töre (1971), Bozkurt (1974), Ortadoğu/(1974), Ocak (1978), Yeni Sözcü (1981), Bakış (1981), gazete ve dergilerinde köşe yazılan, fıkralar ve makaleler yazmıştır. 1958-1960 yıllarındaki Türk Ocakları Merkez Heyetinin yayın organı Türk Yurdu Dergisinin Genel Yayın Müdürlüğü görevinde bulunur.
Tercüman gazetesinde “Tercüman” imzasıyla ilk yazısını 1 Ağustos 1961 de yayınlamıştır. Galip Erdem’in ilk yazısı “Beşsanaf adlı bir dergide yayınlanır. 1948 de yayınlanan şiirinin adı “Bayrak”tır.
Galip Erdem’in yayınlanmış eserleri şunlardır:
Ülkücünün Çilesi (1975)
Sosyalizm ve Milliyetçilik Üzerine Mektuplar (1975)
Suçlamalar (iki cilt) (1975-1976) Mektuplar (1984)
Galip Erdem’in kitap haline gelmemiş yüzlerce yazısı bulunmaktadır. Ayrıca yayınlanmamış elliye yakın şiiri mevcuttur. Galip Erdem, yazılarında pek çok takma ad da kullanmıştır. Bunlardan Bilge Erdem, Elif Bilge, Murat Bilge, İlteriş Metin, Mehmet Rasim, Aptali bazılarıdır.
Galip Erdem’den özlü sözler:
- Özüne yabancılaşan bir milletin hiçbir sahada ilerlemesinin mümkün olmadığını unutmayız. Teknik gelişmeleri benimserken, millî kültürümüze bağlanmanın bir milliyetçilik şartı olduğunu, en ziyade kalkınmış ülkelerin, millî kültürlerinden kopmadıklarını biliriz.
- Horlanan değerlerimizin başında, hiç şüphesiz Türkçemizi ele almak zorundayız. Türk dili, batı dillerinin istilâsına uğramıştır. Öyle ki Cumhuriyet öncesinin yanlış tutumu, Arapça ve Farsça kelimelerin dilimize doldurulması büyük bir şuursuzluk örneği olarak gösterilirken, batı dillerinden gelen binlerce kelime hiç sıkıntı çekmeden ve maalesef çoğu zaman yetkili makamların yardımı ile dilimize yerleşmiştir. Kesin bir rakam vermenin imkânsızlığını belirttikten sonra, 900 yıl boyunca Türkçemize giren yabancı kelimelerin sayısı, Cumhuriyet dönemi içinde alınan ve resmî yazışmalarda kullanılan kelime sayısından çok fazla değildir. Türkçemiz, sorumluların niyetini münakaşa etmeden söyleyelim: Halkın dili olmaktan çıkmış, Osmanlı çağı dilinin «Avrupacası» haline gelmiştir.
- İkibin yıllık bilinen millet hayatımızın her döneminde yalnız askerlik sahasında değil, ilim ve kültür, sahasında da büyüklüğümüzü tanımanın gururunu taşıyoruz. Batı kültür değerlerinden çoğunun, milletimize ters düştüğünü bilmekteyiz. Ahlâk ve faziletimizi kaybetmemek için özümüze yabancılaşmamak zorundayız.
- Türkçülük ülküsü, teb’a ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin diğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamaktan ve denemekten doğmuştur.
- Türk Milliyetçileri kültür değişmelerinin kaçınılmazlığını bildikleri gibi, kültür sahasındaki gelişmelere de elbette taraftardırlar. Ancak millî kültür mayamızın korunmasını, daha yüksek kültür değerlerine ulaşmanın öz kaynaklarımızı geliştirme şartına bağlı olduğunu unutmazlar. Kültür değişmelerinin, milletimizin ve insanlığın kültürüne hizmet açısından bakılınca, tek taraflı değil, karşılıklı bir alıp verme şeklinde olması gerektiğine inanırlar.
- Biz yeryüzündeki bütün Türklerin tek bir millet olduklarına inanıyoruz. Canımız öyle istediği için değil, millet adını verdiğimiz içtimaî birliklerin yapısı öyle emrettiği için.
- Türk Milliyetçilerinin pek çoğu, Tutsak Türk illerini görememiştir. Ama kocaman mesafeler, hayallerimizin hiç durmadan beslediği özlemleri asla yenemez. Semerkand’ı, Ötüken‘i, Taşkent’i, Bakû’yu, Tebriz’i, Kerkük’ü, Üsküb’ü ve diğerlerini görmüş gibiyizdir; öylesine içimizdedirler. Alma-Atadan Kayseri’ye, Filibe’den Kars’a uzanan gönül bağlarının hazzını yaşarız.
- Tuna‘nın, Sakarya’dan farkı mı vardır? Tanrı Dağı, Ağrı’dan daha uzak değildir! Balkanlara gider de «Akıncı cetlerimizin ihtirasını duyamazsak» yaşadığımızdan ne anlarız?… Öfkeli çehreler, çatılmış kaşlar, suçlayan bakışlar! «Efendi, önce Türkiye’yi sev, Türkistan’ı sonra seversin!» Bendenizin cevabı «Sen de önce babanı sev, ananı sonra seversin!» Gönül fukaralığı neyse ne ama, akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun!
- Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini küçümsediğimiz bir manâ asla çıkartılmamalıdır..
- Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar.
- Ve en önemlisi; Türk’ün varlık davası dışında kalan meseleler yüzünden – bugünkü gibi- sonunda uzlaşmak zorunda kalacağınız kuvvetlerle karşı karşıya gelmeyin. Amma, kim olursa olsun, millî varlığımızı tehlikeye atan bir davada çatışırsanız, işte o vakit asla geri dönmeyin. Bugün iradenizi önlemek isteyen kimselere güceneceksiniz, yalnız, katiyen husumet duymayacaksınız. Çünkü onlar da, nihayet, bu aziz toprakların çocuklarıdır. Hata edebilirler. Sizin de çok hatalarınız olmuştur.
- Yüreğinizdeki millet sevgisini, imkân buldukça, önünüze dikilenlere de açınız! Türk ordusunu, kuvvetinden çekindiğiniz için değil, milliyetçilik öyle emrettiği için seviniz. Onlar da sizi sevmeğe başlayacak ve millî hâkimiyeti temsil hakkında doğan gücünüze, şaşmaz bir sevgi göstermeyi öğreneceklerdir.
- Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez! Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü, cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir.
- Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür; vatanın, imanının, soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeğe mecburdurlar.
- Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
- Allah şahittir ki, bilmem ne adasından da, darağacından da korkmuyorum; yalnız, sevgili Türkiye’me zarar gelmesinden korkuyorum. Gerçi demokrasiye bağlıyım, yaşamasını isterim; hürriyetimi de severim. Ancak milletimi, hepsinden çok severim
- Memleketimin selâmetini demokrasinin nimetlerinden; milletimin istiklâlini, hürriyetlerin hazzından ve iktidar koltuğunun sıcaklığından, bin kerre üstün tutarım.
- Bence, tek bir Türk’ün haksız yere dökülecek kanı, demokrasi adına yazılmış bütün kitaplardan daha değerlidir.
- Türklüğe kötülük edenlerle elbette dövüşülecektir. Ama neyin, hangi fikrin ve nasıl bir davranışın kötülük olduğunu, hiç kimse keyfine göre tesbit edemez. Türklüğe kötülüğün gerçek ölçüsü, çağımız şartlarının Türk gözüyle incelenmesinden, -üç bin yıllık tarihimizin emrettiği icaplardan, dünyadaki yerimizin manasını bilmekten geçer.
- Aslında her insan, -düşman olmasını gerektiren özel bir sebep yoksa- doğduğu, büyüdüğü, unutulmaz hatıralarla bağlandığı milletini sever. Bu sevgi çok tabii bir duygudur; sökülüp atılması güçtür.
- Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
- Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek asla mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına, sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisiden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında milletin varlığına kasdedenler bulunmasın.
- Milliyetçilik; en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır. «Hümanistim ama aynı zamanda milliyetçiyim!» «Marksist – Leninist’iz ve gerçek milliyetçi biziz!» gibi sözler; bazı kere koyu bir cahillik belirtisi, çoğu zaman da milliyetçiliğe, cemiyet tarafından tanınan yüksek değeri, diğer bir ideoloji hesabına sömürmek isteğidir. Milliyetçilik yardıma muhtaç değildir; beşer nizamı ve içtimaî birliklerle ilgili dünya görüşleri ve ideolojilerin, kuyruğu durumuna sokulamaz; hele hiçbirinin gerisine atılamaz!
- Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmıyacağı boş bir laftan ibaret kalır.
- Birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır; fakat uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi, yenmemizin yollarını aramalı, davranışlarımızın hesabını önce kendimize vermeliyiz. Kavganın devam etmemesi, millî birlik ve beraberlik şuurunun tam bir hâkimiyet kazanması milletimiz için bir varlık şartıdır.
- Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır.
- Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
- Çağımızın en büyük kahramanlarından birini, Altaylar’ın şanlı kartalı Osman Batur’u niçin hatırlamıyorsunuz? Fotoğraflarını göstersem tanıyabilir misiniz? Altayların sarp yamaçlarında kanla yazılan muhteşem destan, size hiçbir şey anlatmıyor mu? Bombaya karşı sopa ile topa karşı bıçakla, tüfeğe karşı yumrukla dövüşüldüğünü, uçaklara kement atıldığını, masallarda olsun, hiç duymuş mu idiniz? Giap’ın mücadelesi, millî bağımsızlık içindi de, ya Osman Batur’unki ne içindi? Moskof ve Çin sürüleri arasına sıkışan, zenginlikleri yağma edilen, hayâl gücünün ulaşamayacağı işkenceler altında inletilen soydaşlarımız için ne yaptınız? Özbeklerin, Kazakların, Uygurların kutsallık acılarını nasıl paylaştınız? (DEVLET, Sayı 14)
- Milletimizin vatan sevgisi öylesine büyüktür ki, yabancıları bile hayranlığa düşürür. Edebiyatımız, âdeta vatan kokar. Hele Namık Kemal’le başlayan vatancılığın hızı, günümüze kadar kesilmemiştir. Vatan sevgisi üstüne yazılan şiirleri toplamak isterseniz, öylesine çoktur ki, gücünüz yetmez. Kısacası, vatan edebiyatımız zengindir. Uzun söze ne hacet, Hadîs buyruğu yetmez mi? «Vatan sevgisi îmandandır»
- Olmaya ki, Türkiye’nin hayrına bir iş yapılsın. Olmaya ki, millî şuurun güçlenmesini sağlayacak bir adım atılsın. Olmaya ki, kendimize dönüş yolunda ufacık bir kıpırdanma başlasın! Düşman kuvvetler hemen harekete geçer, fesat ocakları hemen çalışır. Türk milliyetçilerinin üstüne iftira bombalan yığdırılır. Asla millî olamamış basında yayınlanan haysiyet düşkünü yaveler yetmezmiş gibi, yabancılardan yardım istenir. Amerika’nın bilmem ne gazetesinden veya İsviçre’nin bilmem ne dergisinden seçilmiş aktarmalar görürsünüz! Türk milliyetçiliğine hizmet edenlere aptalca saldırılır, milliyetçi bir davranışı gölgelemek, dünya ve memleket önünde küçük düşürmek için ne mümkünse uydurulur. Dışardaki ve içerdeki düşmanların bu konuda mutlak bir ittifakları vardır. Sayı 10
- Alp Arslan Başbuğ’un tutumunda ve sözlerinde bizler için çok ibret vardır. Ne buyurmuştu: «Biz temiz Müslümanlarız. Bid’ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türk’leri aziz kıldı! «Soy şuuru ve iman derinliğindeki emsalsiz birliği öğreten bu dersi niçin unutmuşuz ve 900 yıl sonra, niçin halâ Türk-İslâmlık münakaşası yapıyoruz? Hangimiz Alp Arslan’dan daha iyi Türk; hangimiz Alp Arslan’dan daha hayırlı bir Müslümanız?
- Türk soyunun «Her yıl Batı’ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir.
- Savaşın ayrıntıları ve sonucu konusunda, 900 yıldır yazılara katacak bir sözümüz yoktur. Bozkır taktiği bilmem kaçıncı defa yine kazanmış; düşman, o sahte geri çekilmeye yine aldanmıştır. Yalnız Sultanla ilgili bir sahne var ki, hiç unutulmasın: Alp Arslan, sıradan bir er gibi, vecd içinde döğüşmekte, kendini hiç kollamamaktadır. Yanında Ay-Tekin, dayanamıyor, atından inip yer öpüyor «Sultanım diyor, İslam’a acıyorsan kendini koru. Savaş sırasında Sultan’lara yaraşan rahatlıktır.» Gazi ve şehit Alp Arslan’ın cevabı: «Ben rahatsız olmazsam Milletim rahat edemez.» DEVLET, S:269
- Sağcılık milliyetçiliğin şartı mıdır? Sağcılığı batıdan gelen mânâsı ile alırsak, hiç şüphesiz böyle bir şart yoktur. Ama biz, Töremize ve dinimize yerleşmiş, destanlarımıza girmiş bir kelimeyi Avrupalılar gibi anlamak zorunda değiliz. Bu konuda gerçeğe en yakın hüküm şudur: Her milliyetçi sağcıdır; ama, her sağcı milliyetçi değildir. Her komünistin solcu, fakat her solcunun komünist olmaması gibi…
- Millet, hareket edebilen bir kitledir. Oysa toprak hareketsizdir. Bir millet, şartlar zorlayınca, dünya üzerindeki yerini değiştirebilir, ama vatanın yer değiştirmesi mümkün değildir.
- Malazgirt yalnız Türk tarihinde değil, bütün dünya tarihinde sayılı dönüm noktalarından biridir. Anadolu’nun kapısı Türk’e açılmıştır. Alp Arslan, buyurmuştu: «Size öyle bir vatan aldım ki, ebediyyen sizin olacaktır!» evet, bu vatan 900 yıldan beri bizimdir ve kıyamete değin bizim olacaktır. Ve şimdilik bize düşen, o kutlu zaferi armağan edenlerin hatıralarına layık olamamanın utancını yaşamaktır. Layık olabilmenin yollarını aramak ve bulmaktır: Ömrümüzü bu vatanın yücelmesi yolunda adamaktır.
- Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif’in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer – bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
-Sayın kitap, bir kere daha, iflas bayrağını çekmiştir. Üniversite ve yüksek okullar, ilmi tecrübe ve araştırmaları çoktan rafa kaldırmış; siyasetin eteğine çoktan yapışmışlardır.
- Aslında, çağdaş ilimlerin hangi sonuçlara ulaştığından haberleri yoktur ki, başkalarına öğretebilsinler. Zengin kaynaklara dayanan bir ideolojinin propagandacılığı daha çok işlerine gelir!
- Her birini sevgi ile selâmlamalı, her birini Türk ülküsünün yılmaz yiğitleri bilip kutlamalıyız. Gerçekten ülkücü öğretmenlerin mücadelesi, diğer zümrelere kıyasla daha çetindir, daha korkuludur, daha tehlikelidir. Kış ortasında sürülmek vardır, cezalandırılmak vardır, hattâ aziz şehidimiz Cemil Doğan misalinde olduğu gibi, sonunda ölmek vardır.
-Türkiye Cumhuriyetinin temel dünya görüşüne, Anayasamız ve yürürlükteki diğer kanunlar tarafından benimsenmiş eğitim ilkelerine göre bir öğretmenin, milliyetçilik yüzünden suçlanmasına imkân yoktur. Daha açık bir söyleyişle milliyetçi olmak; bir mecburiyettir. Milliyetçiliğe aykırı görüşleri öğrencilerin körpe beyinlerine aşılamak, meslekten atılmayı gerektiren ağır bir suçtur.
- Öğretmen, milletini çok sevdiği, Türk çocuklarını yabancı propagandaların şartlandırmalarından kurtarmak ve öz değerlerimize bağlı tutmak için çalıştığı zaman sayın Bakanlık müthiş bir öfkeye kapılıyor, acele müfettiş yolluyor, soruşturma açıyor. Hem, ne sorular! Aslında cevap vermek bile bir tenezzüldür. Ülkücü öğretmenler de, Allah razı olsun, cevaptan ziyade ders vermiş; milletin, milliyetçiliğin, bayrağın, Bozkurt’un mânâsını öğretmişlerdir. Sürgünler, liselere yetersiz sayılıp ortaokullara yollananlardan bir kısmının, üniversite asistanlık imtihanlarına girip kazanması, sayfalara sığmayacak bir destanın, sorumluları utandıracak gülünç sayfalarıdır.
- Büyük Türk ülküsünün aziz öğretmenleri! Haklı ve şerefli mücadelenizi mutlaka kazanacaksınız. Kaybetmenize imkân yoktur. Çünkü böyle bir kayıp, milletimizin sonu mânâsına gelir!
- Büyük milletlerin tarihinde, olağanüstü durumlarda, bazı şartların zorlaması yüzünden, tam bir duygu ve düşünce birliğinin hüküm sürdü¬ğü zamanlar vardır.
- (ABD’nin) Tarihimizi bilmediklerinin, milletimizi tanıyamadıklarının ifadesidir. Ne sağlıyacaklarını sanıyorlar? Aman mı dileyeceğiz? Biz ettik siz etmeyin mi diyeceğiz? Kıbrıs’taki haklarımızdan vaz mı geçeceğiz? Mazlum milletdaşlarımızı, Rum barbarlarına peşkeş mi çekeceğiz? Sayın kongre üyeleri eğer böyle düşünüyorlarsa, yanıldıklarını en kısa zamanda göreceklerdir. Hattâ «Barış harekâtı» nın «Fetih seferi» ne dönüşmesi, Kıbrıs’ın tamamen alınması ile mümkündür. Amerikalı dayılarının kararı yüzünden Rum saldırılarının artması ve bizim yönümüzden son bir ders vermenin, açıkçası fetihten başka bir çarenin kalmaması mümkündür!
- Türk milletinin unutulmaz özelliği güçlüklerin her türlüsüne alışık olmasıdır; hele yalnız bırakıldığı zamanlar, bir granit sağlamlığı içinde kenetlenmeyi bilmesidir. Millî mücadeleyi hangi şartlar altında kazandığımızı, biraz zahmet buyururlarsa sayın (ABD) kongre üyeleri de öğrenebilirler. Üç-beş satılmış bir tarafa bırakılırsa o yiğitlerin torunları olduğumuzun hatırlanmasında sayısız faydalar vardır.
- Gerekirse diğer hizmetlerden kısacak ama Silâhlı Kuvvetlerimizi mutlaka güçlü tutacağız. Türk milleti, tarih boyunca, bir başkasının efendilik taslamasına izin vermemiştir. Değişmedik, yine vermeyeceğiz! Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmenin güzelliğini öğreten biziz.
- Esir Milletler dâvası, diğer milletlerden önce biz Türkleri ilgilendiren bir konu idi. Çünkü bugün 200 milyona ulaştıkları tahmin edilen insanların yarısı Türk’tür. Gerçi, sömürgeci devletlerin gerçeği saklamalarından ötürü esir millettaşlarımızın tam sayılarını bilmek çok güçtür. Yine de, çeşitli kaynaklardan alınan rakamların karşılaştırılması sonunda yüz milyon Türk’ün millî bağımsızlıktan, insan hak ve hürriyetlerinden yoksun bir durumda yaşadıkları söylenebilir. Milletdaşlarımız Rusya, Çin ve İran başta olmak üzere Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Yunanistan,
Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya devletlerinin sınırları içindedirler. Kendi öz devletlerinden, bayraklarından, varlıklarını devam ettirmek ve kültür değerlerini korumak hakkından yoksundurlar. Sömürgeciliğin zalim çarkları arasında ezilmektedirler. Seslerini kimse duymamaktadır.
- Türkiye’nin esir milletler haftasına duyacağı ilgi hiç azalmamalı, her yıl biraz daha artmalı idi. Oysa, anlatılmasına sayfalarımızın yetmeyeceği kadar ince ve karışık hesaplardan ötürü, özellikle aydınlarımız, esir kardeşlerimizi hiçbir zaman hatırlamadılar, acılarının kırıntısını bile yüreklerinde duyamadılar. Ustaca hazırlanmış bir propaganda ile sahneye konan aşağılık bir oyun tutsak kardeşlerimizin sevilmesini bile suç saydırdı.
- Esir Türklerle ilgilenmenin tek yolu bazı aptalların sandığı gibi, sömürgeci kuvvetlerle savaşmak değildir. Çağımız dünyasında hak aramanın başka yolları da vardır. Sadece birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Beyannamesi hükümlerinin uygulanmasına çalışmak bile büyük bir hizmettir. Günümüzde hiç bir kanun bir devlete, vatandaşını ezmek yetki¬sini vermemiştir. Esir milletdaşlarımızın acılarını paylaşmak, şikâyetlerinin duyurulmasına aracı olmak hepimizin boynuna borçtur. Ayrı¬ca böyle bir çalışma, insanlığın tam bir barış dönemine geçmesi gerçekten isteniyorsa, son derece faydalıdır.