Bugün iç savaş yaşayan ülkelerin savaş eşiğine gelme ve savaş sonrası durumlarını gözetecek olursak basit bir formül ile karşılaşacağız; ‘’Böl ve yönet.’’ Ülkelerde ortaya çıkan, (ya da çıkarılan) muhalif iki veya daha fazla grupların birbirlerine olan eleştirileri, sınırını ve haddini aştığında ortaya halk nezdinde bir kutuplaşma doğar. Bu kutuplaşmanın sonucu olarak düne kadar ayrı düşünce sistemine mensup olup aynı sofradan lokma yiyenler, birbirine aykırı grupların sertleşmesiyle ikili ilişkilerine zarar verir.
Küresel güç hegemonyaları bu esnada karışıklıktan faydalanarak yıllarca ülkelerde besledikleri yerli işbirlikçilerini devreye sokup onlara halk nezdinde bir saygınlık yüklüyor ve siyasette önemli noktalara getiriyor. Bakınız zamanında küresel misyonerler Irak’ın içine yerleştirildikten sonra Irak; Baascı hareket, İslamcılar (İslamcı gruplar kendi aralarında Sünni ve Şii kuvvetler olarak ikiye ayrılıyor.) ve Peşmerge gibi birçok gruplara bölünmüştü. Bu grupların birbirleriyle silahlı mücadelesi Irak işgaline zemin hazırlıyor ve ABD ile Britanya Krallığının öncülüğünde çok uluslu bir koalisyon kuvvetleri Irak’ı işgal ediyordu. Hepimizin bildiği ‘’Barış götürüyoruz!’’ bahanesiyle…
2003’te başlayan bu işgalin sonucu parçalanmış bir Irak olarak tarih sahnesine konulmuş, Irak’ta bütün dengeler değişmişti. Daha sonra bu formül birçok ülkede ( Mısır, Lübnan, Libya, Tunus vb.) ufak farklılıklar bir yana, aynen gerçekleşti.
Amaç hep petrolmüş gibi lanse edilmeye çalışıldı. Evet, amaçlar arasında petrolde vardı ama bir vakıayı gözden kaçırmışız: ABD, Irak’ı işgal eder etmez petrol kuyuları yerine kütüphanelere doğru hareket etti ve tüm kitapları yaktı.
Çünkü bu savaşın adı petrol değil, dinler savaşıydı.
Bütün dinleri topraklarından doğuran Ortadoğu bölgesi, hâkimiyet altına alınmak istenmekle beraber, bu hâkimiyet Yahudi-Hıristiyanlık karması gibi teşbihleştireceğimiz Evanjelizm inancının olacak.
Siyasal ve politika açısından hâkimiyet altına alamadıkları ülkelerde iste halkı kışkırtarak yapacakları ikinci ve en önemli formüle gelelim: ‘’İslamofobi’’
Bu yöntemle ise Küresel Güç Hegemonyaları güçlü ve dirayetli İslam ülkelerini siyasal yoldan karıştırmakla beraber inanç ve milliyet üzerine de yozlaştırma politikasıyla hâkimiyet altına alınmaya çalışılıyor. Bu kısımda ki en büyük ülke örneğimiz tabiî ki de Türkiye.
Kurulduğu günden bu yana bir takım derin yapılanmaların gözünü hiç ayırmadığı Türkiye için son zamanlarda yapılan yıkıcı politikalar hızla artmaktadır. Olaylar şöyle gerçekleşiyor:
Osmanlı Devleti’nin de içinde bulunduğu I. Dünya Savaşı’nda günümüz Türkiye’sinin Güneydoğu Bölgesi’ne yerleştirilen ayrılıkçı kürtçü zihniyet, İstiklal Harbi döneminde bizleri sırtımızdan vurarak aslında deyim yerindeyse ilk siyasi eylemini yapmıştı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulduğunda zihniyet olarak devam eden ayrılıkçı ideoloji ilk silahlı eylemini 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli’de gerçekleştirmişti.
Burada ki amaç Türkiye’yi kürtçü ve ayrılıkçı bir politika ile bölmek…
Halen daha bu silahlı ve ayrılıkçı politika devam etse de artık bu zihniyetin ülkemizi bölemeyeceği ortadır. 1999 yılında misyonunu büyük ölçüde tamamladığı için ABD, terörist başı Abdullah Öcalan’ı Türkiye’ye teslim etti ama ne tesadüf ki Öcalan Türkiye’ye teslim edildikten bir ay sonra Fetullah Gülen Amerika’ya gitmişti. İşte burada projenin ikinci ayağının başladığını görüyoruz. Milliyet üzerinden bölemedikleri Türkiye’yi, inanç üzerinden bölmek…
Yıllarca dini bir cemaat gibi gözüküp bu doğrultuda hareket edercesine İslam’ın güzel duygu yaratan menkıbelerini anlatarak Müslümanları ağlatıp, aldatan ama bir o kadarda dini bir cemaat(!) olduğu halde siyasetle çok ilgilenen bir yapı kurgulandı. İlk başta bu yapı, Nur cemaatinin bir kolu gibi gösterilerek gereken saygı ve hoşnutluk ortamı sağlanınca tek başına bir cemaat oldu. Adı Gülen Cemaati!
Kendi okulları, üniversiteleri, kanalları, gazeteleri, özel para havuzları ve daha birçok sermaye ve mülk… Gerçektende devlet içinde devlet oluşturdular. Türkiye’yi ilmik ilmik ve sinsice içeriden ele geçiren bu yapı bağlı bulunduğu derin örgütlerin emir vermesiyle bir işgal girişiminde bulundu. -ki bu girişim 15 Temmuz idi…-
Milletimizin dik ve tavizsiz duruşu, devletimizin ve vatanımızın bekası için ölüme koşması büyük bir işgal girişimini önledi.
Şimdi ise bu derin küresel örgütler deyim yerindeyse tüm silahlarını kullanıyor ve elindeki kukla örgütleri eş zamanlı hareket ettirerek oyuna kendisini de dâhil ediyordu.
İşte şuan ki uygulanan senaryo şu:
Bir yandan IŞİD ile hem Türkiye’ye karşı eylemler yaptırıp aynı zamanda İslamofobi algısı oluşturarak insanları dinden soğutmak, PKK ile yine silahlı eylemler yaptırıp ayrılıkçı kürtçü zihniyeti tetiklemek, bir yandan iktisadi dengesizlikler yaratarak (doları arttırmak gibi) ekonomiyi çökertmek, bir yandan ise siyasi karışıklıklar yaratıp ülkeyi politik kargaşaya sürüklemek… (İşte bu yüzden bahsettiğimiz örgütler anayasa değişikliği istemiyor. Sebebi, fiili uyuşmazlığın devam ederek politik kaosun artması)
Bunları yaparken aynı zamanda halk nezdinde algı operasyonları yapmaktan da geri durmuyor. Her gün televizyonlarda evlilik programları, acı biber yeme yarıştırmaları, aşk dizileri vb. ürünlerle bir milleti aptallaştırarak içeriden çökertmek istemektedirler. Kafalarında planladıkları tarihe gelinceye kadar milletimizi psikolojik çökertme, toplumsal ayrıştırma ve ekonomik dengesizliğe sürükleyerek parçalama anının temelini hazırlamakta, siyasi karışıklıklarla işlerini kolaylaştırmayı amaçlamaktadırlar.
Milletimize açık uyarı!
Sizleri algı operasyonlarıyla aptallaştırmayı hedefleyen ve siyasi karışıklarla toplumumuzu ayrıştırmayı planlayan oyunlara gelmeyin. Unutmayın ki başka bir vatanımız yok. Zulüm kapımıza dayanmadan siz zulmü kovun.
Sağlıcakla kalın.