Üç gündür dikkatle Türkgün gazetesindeki MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin mülakatını okuyorum.
Orhan Karataş'ı kutlarım.
Mülakatın muhtevasına baktığımızda iç politikadan dış politikaya, ekonomiden felsefeye, dünyanın teknolojik seyrinden manevi buhranına kadar geniş sahada görüşlerini açıklayan Sayın Devlet Bahçeli'yi neden "Bilge Lider" olarak tanımladığımız bir kez daha ortaya çıkmış oluyor.
Mülakatın üçüncü bölümü, 21.yüzyıl dünya düzeni eleştirisidir. Milliyetçi bir liderin, dünyaya evrensel bir manifesto sunması ve bu manifestoda insanlık bayrağını göndere çekmesi, Türk milliyetçiliğinin beşeri karakterini gözler önüne sermeye amadedir.
Gelinen noktada küresel istikrarsızlık derinleşmiş, dünya insan gerçeğinden kopmuştur. Bunu Bilge Lider Devlet Bahçeli şu ilginç örnekle açıklıyor:
Bu seneki Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan kişi sanıyorum gözlerden kaçtı. 2019 Yılı Nobel Edebiyat Ödülü'nü alan Avusturyalı yazar Peter Handke aynı zamanda Sırp kasap Miloseviç hayranı. Bosna soykırımını inkâr eden sorunlu bir şahsiyet. Kalecinin Penaltı Anındaki Endişesi kitabını yazarak ödül aldı.
Barış adına düzenlenen bir ödülü soykırımın temsilcisi bir insan kasabına hayranlık duyan bir yazara vermek. Edebiyat gibi zihni, ahlak ve vicdanla buluşturma, barışı ve sevgiyi referans alma sanatını vahşetin elini sıkan bir yazara kurban etme.. İşte dünya kamuoyunun geldiği nokta bu travmatik noktadır. Dünya, beşeri sağlığını kaybedenlerin kamuoyu aktörlüğünde bir o yana bir bu yana savrulmakadır.
Bilge Lider, "Batı'ya ırkçılık demir atmıştır; İslamofobi, fanatizm, yabancı düşmanlığı ana akım fikir ve siyaset haline gelmiştir" diyerek, bu savruluşun köklü bir anomaliden kaynaklandığını düşündürmektedir.
Dünyanın içinde bulunduğu bu siyasi tablo aslında zihni bir problemin sonucudur. Bilge Lider, o problemi de açıklıyor: neo-liberalizmin ve post modernizmin çöküşü!
Oysa neo-liberalizm büyük tantanalarla dünyanın belleğine sokulmak istenmiş, "tarihin sonunun geldiği" hükmü, bir ilahi buyruk gibi dillendirilmişti. Post modern aşamada artık eski alışkanlıklar mesela devlet, ulus, kamu vicdanı gibi kavramlar bitecekti. Ulus ötesi yapılanmalar dünyaya hakim olacak ve yerel güçler ulusu yerle bir edecekti.
Bugün dünya savruluyor ama umutlar, yine güçlü devlet ve birbirini tanıyan, bilen, dayanışan milletlerin varlığında düğümleniyor. Gelenekli milletler kömür madenindeki elmaslar gibi parlıyor. Türkiye, dünyadaki bu savruluş içinde mazisinin bilincini kamu vicdanına çıkararak yeni bir şanlı direnişi simgeliyor. Dünya savruluyor; en güçlü ülkeler de bu savruluştan kaçamıyor. Çünkü dünya siyaseti toplumsal, sosyal, geleneksel köklerden koptu. Avrupa'nın ortak aklı ne Fransız devriminin özgürlük-dayanışma ve kardeşlik ufkunu; ne de "barış" idealini temsil ediyor.
Amerika da öyle.. Dünyanın güç merkezleri idealden kopuk, bedeninden gayrisine itimat etmeme psikozuna kapılmış.
Çünkü korkuyorlar; bu yüzden Bilge Lider'in belirttiği gibi, dünyanın temel sorunu güvenlik ve beka kavramlarında kristalize oluyor!
Bilge Lider, her şeye rağmen umutlu olduğunu belirtiyor.
Haklıdır, umutlu olmak idealistin gönül suretidir.
Ayrıca umut, tecrübenin yoldaşıdır.
Biz de umutluyuz.