Edebiyatta ve fikir dünyasında kanondan bahsetmek istiyorum.
Kanon çağrışım yaptırdığı üzere kanun, kural, ölçü anlamında kullanılan eski bir kelime.
Ortaçağ'da, kilise kaynaklı bir söz, uygulama.
Kimin neyi okuyacağına, okuyucuların hangi yazarları takip etmesi gerektiğine karar veren bu uygulama günümüzde özellikle edebiyat dünyasında, kültür sahasında kanun koyucu gibi.
Kanon'un olduğu yerde şüphesiz bir otorite söz konusu. Otorite denince öyle devlet otoritesi zannedilmesin ;aksine "fiili düzen aktörleri" kanon konusunda oldukça güçlü. Fiili düzen, kamunun doğal yönlendirmelerini hiçe sayarak kendi yazarlarını, oyuncularını, sektörünü oluşturmuş ve bu durumun politik iklimini de inşa etmiştir.
Fiili düzen, solun alfabesini kullanır.
Televizyonların, gazetelerin hatta bazı bankaların yayın kuruluşları bu kültür-sanat politikası ile şekillenir.
Sol artık eski sol değildir; Marksist kanat, dünyanın kozmopolit rüzgârı ile buluşarak Amerikan tarzı sola evrildiği andan itibaren "kültürde sosyalist, iletişimde liberal" akım, sanatın kanonunu belirlemeyi sürdürür.
"Kültürde sosyalist, iletişimde liberal" akımın klasikleri Yunan-Helen iklimi referanslıdır. Homeros dururken, Dede Korkut'u kim neylesin? Bu anlayışa göre zaten bir Türk klasiği de yoktur. Dede Korkut, uydurulmuş masallardan ibarettir.
Yusuf Has Hacip de kimmiş? Devlete ilişkin teorilerin kaynağı ya Makyavel ya Platon'dur.
Marx'la Beşiktaş sahilinde çene suyu çorba içen ama Adam Smith'le Bebek'de balıkla cips yiyen bu zihniyet sermaye ile kurduğu sosyalist soslu liberal iklim sayesinde kafasına göre kanon yapmakta istediği yazarı, şairi, eseri gündemde tutmaktadır.
Bir vakitler muhafazakar Türk iklimi, fedakârlığın ve adanmışlığın gönül teriyle çıkarılan dergiler etrafında en önemli eserlerini vermiş, Peyami Safa, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ömer Seyfettin, Mehmet Akif, Refik Halid, Tarık Buğra, Faruk Nafiz gibi aydın edebiyatçılar zihin dünyamızı nakış gibi işlemişlerdi.
Peyami Safa, sadece etkili bir köşe yazarı değil Matmazel Noralya'nın Koltuğu, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, Fatih Harbiye romanlarının da müellifiydi. Aynı zamanda fikir dünyasında Türk muhafazakârlığının da temsilcilerinden biriydi.
Nerede bu aydınlarımız?
Nerede bu edebi iklim?
Bu konuda herkese görev düşmektedir.
Bu yolda, TRT'nin çektiği "Yedi Güzel Adam" dizisi son yıllarda yapılan en güzel çalışmalardan biridir.
Mesele aslında sol ya da sağ değildir. Mesele, fiili düzenin gayri milli iklimle yani kozmopolitizmle kurduğu sistematik ilişkidir.
Türkiye'nin sosyal dinamizmine uygun bir fikir ve edebiyat kanonumuz yok ve bu yüzden fiili düzenin listesine Dilaver Cebecileri, Turgut Günayları, Sepetçioğullarını koyamadık. Bu yüzden Cahit Zarifoğlu, Sezai Karakoç gibi değerli şairler gözlerden uzak tutuldu? Mustafa Kutlu'nun hikayeleri bir mahallenin dışına çıksın istenmedi.
Sinema festivalleri, kitap fuarları ve televizyon programları kültürel zenginleşmenin değil, bölünmüşlüğün zeminleri haline geldi.
Unutulmamalıdır ki sadece coğrafya kader değildir. Edebiyat da fikir de folklor da sinema da şiir de kaderdir.
Mesele, okuyucu inşa edememek probleminde düğümleniyor.
Zihin dünyamızı bütün halinde ele alan okuyucu, izleyici, katılımcı inşa edemezsek vay halimize!