Dünya nereden gelip nereye gidiyor?
Şimdi ne alemdeyiz?
Zamanı doğru anlayıp yorumlayabiliyor muyuz?
Düşünmek istemeyenler için gerekli bir soru demeti değil bu cümleler.
Düşünmek isteyen, anlamak isteyen mutlaka geçmişi, şimdiyi ve geleceği yorumlar.
Nasıl yorumlar?! Herkes bildiği şekilde yorumlar.
İnandığı biçimde izah eder.
Yorumlamak yerine, akışa uymak var bir de.
Akışa uymak daha kolay.
Tabiri caizse daha keyifli.
Yorumlamak rahatsız edici.
"Zamanın ruhu" diyorlar.
Sınırsız özgürlük içinde en keyifli olanı tatbik et, mutlu ol.
Ölçün olmasın, ahlakı; burjuva saçmalığı olarak nitele ve hayatı keyifle yaşa.
Tam da bu vakitteyiz, diyebilir miyiz?
Ben diyemiyorum.
Çünkü medyatik oyunlarla zamanın ruhu diye üretilen senaryo aslında birilerinin daha kolay yönetmesi, sömürmesi, işgal etmesi, planlarını hayata geçirmesi için uygulanan göz boyama projelerinden ibaret.
Hegel'in "zeitgeist" olarak nitelediği zamanın ruhu, içinde bulunulan anın geçici olduğunu ama derinlerde var olan ruhun hazırlık içinde bulunduğunu anlatır. Bu hazırlık tamamlandığında, zaman geriye dönülmez bir şekilde ileriye doğru gider.
Makine ileri gider, elbise, biçim, form ileri gider.
Tekerlek buhar olur, buhar makine, makine elektronik hıza dönüşür.
Ya insanın duyuları?
Zamanın ruhu sadece bir deyim ama zamanı anlamlı kılan ölçüler, alışkanlıklar, milletlerin devlet marifetiyle sergilediği refleksler bakın bunlar zamana galip gelen standartlar.
İnsan ne kadar değişir?
Habil ile Kabil'den sonra fiziki eylemlere yön veren acımasızlık, rekabet, malcılık, sınır kavgası ve milletlerin devlet halindeki varlık kavgası ne kadar değişti?
Modayı gözümüze kestirip sebepleri yok sayıyoruz.
Çünkü bize var olanı görmemizin dışında başka seçenek bırakmak istemiyorlar.
Kaba bireyselliği tatmin uğruna haz arama dürtüsü zamanın gereğiymiş gibi takdim ediliyor. Siyasetten sanata, ekonomiden medyaya kadar var olan sürgit bir algı istilası.
Bir zamanlar zamanın ruhu sosyalizmdi.
Kim sosyalizme karşıysa, zamanın ruhuna aykırı hareket ediyordu.
Biz aykırı nesildendik: Çünkü bize fikir ustalarımız şöyle öğretmişlerdi: Toplumlar aynı zamanda siyasi organlardır. Siyasi organlar grup telakkisi ile hareket eder. Aile, köy, kasaba, şehir ve millet. Milletler en teşkilatlı sosyal topluluklardır. Ziya Gökalp, bin dokuz yüz yirmi ikide kaleme aldığı makalesinde "Biz Türkler hürriyetimize düşkün olduğumuz için komünist olamayız; ama dayanışmacı olduğumuz için kapitalist de olamayız. Bizim siyasi mesleğimiz içtimai mefkûreciliktir." demiştir.
İçtimai mefkûre yani ülkücülük!
Zamanın ruhu bizim indimizde tasarlanmış, ambalajı yapılmış süslü birer nemelazımcılık oyunudur.
Bu oyunun izlerini sadece şimdide değil iyice inceleyip bakın Dede Korkud'un destanlarında da bulabilirsiniz.
Zamanın ruhu diyerek birbirine benzemezleri yan yana getirmeye çalışıyorlar. Her kavramın içi boşaltılıyor. Milliyetçiliği, bölücülük tribününe koymaya, sosyalisti, anarko kapitalistin hizasına yerleştirmeye çalışıyorlar. Aynı tribünde farklı localar halinde ama tek yöne bağıranlarla oyunu kuruyor ve sonucu değiştirmek istiyorlar.
Biz zamanın ruhunu değil milletin ruhunu temsil ediyoruz.
Milletler mücadelesinin gerçekliğini görüyoruz.
Akışa teslim olmuyoruz.
Kürşat'ın Çin sarayı önünde, Alparslan'ın Malazgirt'te, Fatih'in İstanbul surlarında, Atatürk'ün Ankara'da yaptığını yapıyoruz.
Ülkücü oluyoruz!