Anayasa Mahkemesi daha önceki kararları gibi yine son olarak tuhaf bir karara daha imza atmıştır. Peki, sâde bir Türk vatandaşı olarak biz bu kararları nasıl okumalıyız? AYM’nin bu kararları aynı zamanda AİHM’nin eline verilmiş bir ilk hamle kozu değil midir? Tabiî son ve tamamlayıcı hamle de AİHM’den gelecektir, nitekim gelmiştir. (Meselâ, AİHM “terör” mevzûsunda aynı husûslu bir dâvâda; Batı ülkesindeki hâdiseyi başka, Türkiye’deki hâdiseyi başka yorumlamıştır.) Ne yapılmak ve Türkiye nereye sürüklenmek isteniyor? “Ferdî (Şahsî) Başvuru Hakkı” yolu ile mahkeme kararları tanınmaz ve içinden çıkılmaz bir hâl almıştır. “Terör”den veya “devletin gizli kalması gereken sırlarını ifşâ etmekten” tutuklananlar, haklarında henüz hüküm verilmemiş veya hüküm verilmiş olsa bile mahkemelerin bütün kararları geçersiz hâle mi gelecektir? Böylece üstelik bir de mahkemeler önüne çıkarılmış ne kadar “terör” mensûbu ve “devlete âit gizli sırları ifşâcı” varsa hepsi serbest mi kalacaktır? Bir de devlet bunlara tazmînat mı ödeyecektir? Yapılmak istenilen nedir?..
Anayasa’mızın “Devletin bütünlüğü” başlıklı 3’üncü maddesi: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Millî marşı “İstiklâl Marşı”dır. Başkenti Ankara’dır.”
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın yukarıdaki 3’ncü maddesinin 1, 2, 3 ve 4’üncü fıkralarında sayılan husûslar; her şahıs, kurum ve kuruluşu bağlayıcıdır. Resmî, özel ve tüzel kişiliğe sahip her müessese, teşekkül ve şahıs tarafından gerçekleştirilecek tasarruflarda bulunulurken, öncelikle ve mutlaka Anayasa’mızın bu âmir hükümlerini dikkate almak ve bu âmir hükümlere uymak ve ona göre hareket etmek mecbûriyeti vardır. Anayasa’mızın şahıslara tanıdığı “Ferdî (Şahsî) Başvuru Hakkı” da bu çerçevede değerlendirilmek icap eder. Hiç bir sâik ve mülâhaza “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.” İfâdesinin önüne geçemez.
Anayasa’mızın “Egemenlik” başlıklı 6’ıncı maddesi: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”
Halbuki bir yüksek mahkeme olan “Anayasa Mahkemesi, kânunların, kânun hükmünde kararnâmelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esâs bakımlarından uygunluğunu denetler”; kânun koyucu gibi hareket edemez, Anayasa ve kânunlar ile tanımlı ilk ve son derece mahkemelerinin yerine geçerek içtihat oluşturamaz.
Anayasa’mızın “Mahkemelerin Bağımsızlığı” başlıklı 138’inci maddesi: “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kânuna ve hukuka uygun olarak vicdânî kanaatlerine göre hüküm verirler. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz. Görülmekte olan bir dâvâ hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyânda bulunulamaz. Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Yukarıda işâret ettiğimiz 138’inci maddenin ikinci fıkrasında: “Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.” Derken “Anayasa Mahkemesi hariç” demiş mi? Dememiş. O halde, her derece ve türdeki mahkeme kararlarına herkesin, her kurum ve kuruluşun saygı duyması esâstır. Aynı şekilde bir “Anayasa Organı” olan “Anayasa Mahkemesi”nin de bu bakımdan mahkemelerin kararlarını geçersiz saymaya hakkı olmamak gerekir. Kaldı ki alâkalı mahkemeler daha kesin kararlarını da vermemiş, temyizlerini de yapmamışlardır. Bu acelecilik niye?..
Anayasa Mahkemesi’nin Görev ve Yetkilerini düzenleyen 148’inci maddesi: “Anayasa Mahkemesi, kânunların, kânun hükmünde kararnâmelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esâs bakımlarından uygunluğunu denetler. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kânun hükmünde kararnâmelerin şekil ve esâs bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dâvâ açılamaz... Anayasa Mahkemesi, Anayasa ile verilen diğer görevleri de yerine getirir.”
Yukarıdaki ifâdelere göre; Anayasa Mahkemesi’nin kendisine verilen görev ve yetkileri bakımından “herhangi bir mahkeme ile yetki paylaşımı yapması veya doğrudan doğruya mahkeme yerine geçmesi ve hüküm te’sis etmesi” gibi “kendisine durumdan vazîfe çıkarması” mümkün müdür? Eğer böyle ise o vakit diğer mahkemelerin kaldırılması lâzımdır.
Burada esâs üzerinde durulması gereken husûs şudur: Anayasa Mahkemesi’nin giderek bir “Türkiye AİHM”ne dönüşüyor olmasıdır. Yâni Anayasa Mahkemesi; “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin şu şu husûslarda yahut daha evvelce vermiş olduğu insan hakları ihlâllerinde şöyle şöyle kararları var; şimdi AYM olarak ben de evvel hareket ederek ön alıyorum demek istiyor” olmalıdır.
Peki işine karışılan alâkalı Ceza Mahkemeleri, AYM’nin bu kararlarına uymazlarsa, (nitekim uymamışlar) veya hilâfına karar verirlerse, (nitekim vermişler) ne olacak?..
AYM’ nin bu kararlarına karşı yürütme acaba referanduma gitmiş olsa, millet ne yönde karar verirdi? Bunu da düşünmek lâzımdır.
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin işâret ettiği gibi milletin egemenlik hakkı verdiği TBMM’si derhal harekete geçmeli ve yepyeni sivil bir Anayasa yapmalı veya bir Anayasa değişikliği ile Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini kesin hatlarıyla yeniden belirlemelidir.
Ne hazîndir ki; 1839 Tanzimat, 1856 Islahat fermânlarıyla yaptığımız değişikliklerle Batılılar, Türk Devleti’ni çeşitli desise ve hileler ile içeriden çökertmenin bin-bir türlü yolunu bulmuşlardır. Bu husûsta, tâviz tâvizi kovalamış ve ne yazık ki bugünlere gelmişizdir…
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, asla hükümrânlık hakkını hiçbir yere devretmemelidir. AB’ye girmeden AİHM’ni tanımamız büyük bir hata idi. Daha fazla geç kalmadan TBMM’si Avrupa Birlği’ne: “AB’ne bütün kurum ve kuruluşlarımızca resmen girinceye kadar; AİHM kararlarını askıya aldığımızı ve bundan böyle tanımayacağımızı” ilân etmelidir. Aksi hâlde, bunun gibi akla hayâle gelmeyecek daha pek çok mes’elelerle karşılaşmamız mukadderdir.
TEFEKKÜR
Türk Milleti, Devleti, Ülkesi bir bütündür
Devlet-i Ebed Müddet Ülküsü her Türk’ündür
Kaynakça
07/11/1982 Tarih ve 2709 Sayılı Kanun ile Resmî Gazetede Yayınlanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ve Alâkalı Maddeler