ASRIMIZIN KÂMİL İNSANINI YETİŞTİRMEK

Ahmet ŞAHİN

Türkiye’mizin halledilmesi lâzım gelen pek çok mes’elesinin olduğu hemen herkesin malûmudur. Fakat “asrımızın kâmil insanını yetiştirmek” mes’elesi, bunların en başta gelenini teşkil etmektedir. Çünkü, diğer mes’elelerin çözümü doğrudan doğruya veya dolaylı olarak bu mevzû ile alâkalıdır.

Burada gözlerden kaçırılmaması lâzım gelen tek husûs, insan ve ona verilmesi şart olan samîmî değerdir. Bilinmektedir ki, Kâinât bir lahzada insanın (Âdemoğlu’nun) yüzü-suyu hürmetine yaratılmıştır. Bu bakımdan yaratılmışların en üstünü ve şereflisi de yine insandır. Yüceler yücesi Mevlâ’nın (Celle Celâlühü) bol rahmeti ve bereketi, gazabından çok mağfireti ve keremi hep insan içindir. Öyle ise insan, kendisinde olan fakat fark edemediği hakîkî değerini artık öğrenmeli yâhut ona bu cevheri verebilecek tıynette nesiller yetiştirilmelidir.

Şu fânî dünyada insan niçin vardır? Gayesi ve yaratılmışlığının sırrı nedir? Nereden gelmiştir, nereye gidecektir? Maddede ve mânâda işgâl ettiği yer neresidir?.. Kendisini akıl ve mantık dâiresi içerisinde muhâkeme edebilen her insan, bu ve buna benzer suallerin doğru cevaplarını mutlaka bulabilir. Son Dînî İslâm, son Kitâb-ı Kur’ân-ı Kerîm ve son Peygamber-i Zîşân Efendimiz (Sellallahü Aleyhi Vesellem) Hazretleri en doğruyu, en güzeli ve en mükemmeli yer-yüzünün her tarafına “tebliğ” ettiklerinden dolayıdır ki; bugün artık insan beyninde olması muhtemel hiçbir “şüphe” de kalmamıştır.

“Asrımızın kâmil insanı”nı yetiştirirken; İslâm güneşini, muhatabı olduğumuz ve esâsen “ekmel varlık” sezgisiyle donatılmış bulunduğunu bildiğimiz insanın idrâkine, onun gönül tahtına, kalb gözüne ve rûh iklimine san’atkârâne bir zarâfetle nakşetmek icap etmektedir. Böylece, “İslâmî Akîde”ye bedenen ve rûhen bağlanmış olan kişi, ahlâken nûrlacak ve bütün kötülüklerden berî olacaktır. Çünkü yalçın kayalar karşısında rüzgârların mecâli ne ise, ahlâk karşısında da küfrün mukavemeti odur.

Yabancı kültürler, millî bünyelerde boşluk buldukları vakit içeriye sızarlar ve cemiyetleri yavaş yavaş felce uğratırlar. Buna mukabil, millî mukaddesâtına sıkı sıkıya bağlı ve inanç bütünlüğüne sahip cemiyetler; her çeşit bozguncu, bölücü, kışkırtıcı, karıştırıcı ve yıkıcı unsurlar karşısında çelikten örülmüş birer “sur” yahut geçit vermeyen “sarp” dağlar gibidirler.

Türk Milleti, “Türk – İslâm Ülküsü”nü (İslâmî - Türk Terkibi) fertlerin düşünce ufuklarına arzu edilen biçimde işleyememenin ihmâlkârlığı sonucunda zaman zaman beynelmilel kültür istîlâlarına ma’rûz kalmıştır.

Milletçe benzer sıkıntıları bir daha yaşamamamız için millî kültürümüzü, (bizi biz yapan, inanç değerlerimizi) nesilden nesile aktaracak ve onu yabancı kültürler karşısında en yükseklere çıkaracak ve yaşatacak çapta ve olgunlukta nesiller yetiştirmeye mecbûruz. İşte bu nesil; Necip Fazıl’ın çerçevesinde en yükseklere çıkarılmayı bekleyen: “İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti…”ni meydana getirme mevkiîndeki hâlis Türk ve Müslüman harcı ile yoğrulmuş “asrımızın kâmil insanı” olacaktır.

TEFEKKÜR

Son nefeste îmân ile göçmek en büyük kârımız

“Ayne’l-yakîn, Hakka’l-yakîn, İlme’l-yakîn” şiârımız

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.