“Hakka yürüyen Âşıklar” denildi mi, hemen aklımıza Hazreti Mevlânâ ve Yûnus Emre gelir. Türk Tasavvuf Edebiyatı’nın bu en büyük iki zirvesi, Allah ve Resûlü’nün (Sallallahü Aleyhi Vesellem) yolundan şaşmadan yürüyerek, “Mutlak Aşkı ve İnsan Sevgisini” asırların gergefine işlemeyi başardılar. İnsanlık âlemi, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da, yalnız İslâm’ın merkezinden fışkıran bu eşşiz “NÛR” çağlayanından içmeye devam edecektir.
Tasavvuf’u; insanın ve kâinâtın sırlarını çözmek, Allah’ın (Celle Celâlühü) yarattığı her şeyi sevmek ve bunu insan gönlünün derinliklerine ilâhî bir incelikle yerleştirmek “san’atı” diye kısaca hulâsa etmek mümkündür. Buna göre, bütün varlıklar Allah’ın (Azze ve Celle) zâhirî görüntüsünden ibârettir. “Varlık-Yokluk” yalnız O’nun kudretinde “var”dır ve insan da bu dâirenin tamamen merkezinde yer almıştır.
İki ayrı kutubu birbirine yaklaştıran Hazreti Mevlânâ ve Yûnus Emre; bütün insanlığı aynı “gökkuşağı” altında toplanmaya ve birbirleri ile kaynaşmaya dâvet etmişlerdir.
Hazreti Mevlânâ: “İster kâfir, ister mecûsi, ister putperest ol, yine gel” derken; Yûnus Emre’de: “Yaradılan’ı sev Yaradan’dan ötürü” diyordu. Biri doğru yoldan ayrılmış günâhkârlara dergâhının kapısını sonuna kadar açarken; diğeri, onları sevginin hudutsuz ikliminde kucaklaştırıyordu.
“Ben yürürüm yâne yâne...
Aşk boyadı beni kâne...
Ne akîlem ne dîvâne..
Gel gör beni aşk neyledi!..”
Mısralarının sahibi, Allah (Azze ve Celle) yolunun aşığı Yûnus; O’nun yolunda yanıyor, içi kan ağlıyor, deli dîvâne oluyor. Fakat bu da yetmiyor: “Beni bende deme, bende değilem, bir ben vardır bende benden içerü” demek suretiyle kendini aştığını ve “gerçek benliğine” kavuştuğunu söylüyor. Zaten bütün mes’ele de bu noktada mihrâklaşıyor. Nefsini iç benliği”nde eritmek ve kendini aşmak... Çilelerin çilesinden geçip, “NÛR” deryâsına ulaşmak... Hazreti Mevlânâ: “Hamdım, piştim, yandım” diye hulâsa ettiği hayâtını, Hakk’a yürüyüşün emsâlsiz bedeli olarak gösterir. “Varlıkta–Yokluk” ilk durak ise; “Yoklukta-Varlık” son durak olacaktır. Aklın bu anda donarak infiâl ettiği bilinen ve görünen son... Mantığın çatladığı, ilmin acizleşerek yerinde saymaya başladığı vakit... “Yoktan-Var etmek” yalnız “Hâkîm olan Allah”a (Celle Celâlühü) mahsûs bir vâkıa...
“Ben bir ayağı Şerîat’de, bir ayağı bütün kâinâtı dolaşan bir pergelim” diyen Hazreti Mevlânâ’daki engin tecessüs; Yûnus Emre’de: “Yûnus diye göründüm, ete kemiğe büründüm” şeklinde karşılık bulur.
Yaradan ile yaratılan arasındaki mükemmel bağın halkalarını meydana getiren bu iki “Hakk Âşığı”; bize “ilimlerin-ilminin”anahtarını bırakarak “Hakk”a yürüdüler. Sadece başımız sıkıştığında değil, dosdoğru yolda yürürken dahi, çilenin bu “NÛRLU” aynasından kendimizi dâima konturol etmeliyiz. Hem öyle konturol etmeliyiz ki, Yûnus gibi: “Ölür ise tenler ölür, canlar ölesi değil” diyerek!...
TEFEKKÜR
MUTLAK AŞK
Allah’ın seni sende ölmeden öldürmesi;
Tasavvufî vecd ile yeniden oldurması!..
* Eğitimci Şâir ve Yazar Türkiye ve Avrasya Yazarlar Birliği Üyesi