Abdurrahim Karakoç Türk şiirinin alp-eren şehsüvarlarındandır. Berrak, saf ve temiz ve akıcı Türkçesi ile o Anadolu toprağını harmanlayanlardandır. Bu toprak, Şâir’in “aşk denizi”, “gönül gözü ve parmak izi”dir. Dahası, “kimliği”nin resmidir. Karakoç ne görmüş, ne duymuş, ne bulmuşsa onu onda görmüş, onda duymuş ve onda bulmuştur:
“Her şiir şairin aşk denizidir.
Her mısra şairin parmak izidir.
Göz izi, gönül izi, parmak izi…
Gösteren bunlardır kimliğimizi…”
Karakoç’a göre şiir, Rabbânî kalpten, gönül gözünden damlayan iksirli sudur. Gönül gözü açık olmayan bu suyun kıymetini anlayamaz. Abdurrahim Karakoç, toprakla insan, insanla su arasındaki dervişâne münasebeti bakınız ne kadar güzel kurmuştur:
“Şiir toprak kokusudur
Şiir damla damla sudur
Ermişlerin duygusudur
Ermeyene anlatılmaz.” (Şiire Dair, Beşinci Mevsim, https://www.Antoloji.com)
Abdurrahim Karakoç bilir ki; bu dünyanın keşmekeşi, temizliğin remzi ve hayat - memat iksiri olan suyu bayatlatmış, kurutmuş; hattâ mes’elesiz, gayesiz, cehtsiz, çilesiz ve aşksız insanın elinde kirletmiştir:
“Belemişler kaplara, uyutmuşlar suları
Ve sermişler iplere, kurutmuşlar suları.
Dalmışlar eğlencenin fikirsiz oyununa
Ya toprakta, ya gökte unutmuşlar suları.” (Suların Hikâyesi, Suları Islatamadım, s.23)
Karakoç, insan hayatını bir kilime benzeterek onun sabırla ilmek ilmek, nakış nakış dokunuşundaki çileli mânâya dikkat çekmiştir:
“Hayat kilim, çile nakış
Dokuyoruz iniş, yokuş
Marifet mânâya bakış
Görene canımız kurban.” (Can Kurban, Suları Islatamadım, s. 27)
İnsan dünyaya geldiği andan itibaren inişli çıkışlı çileli bir hayat yolculuğuna çıkmıştır. Şâir’imiz Türk cemiyetinin topyekün geçirmekte olduğu buhrânın farkındadır. O, bu sebeple kendi şahsî sıkıntılarını kale almaz; çünkü o milletinin dertleriyle hemderttir. Bu yüzden Şâir’in içinde fırtınalar esmekte, rûhunda kıyâmetler kopmaktadır. Bunlar aslında içinde yaşadığı cemiyetin dev sancılarıdır:
“Yürüyen Haykellerle aynı müzedeyim ben…
Konuşan mumyalara kimden söz edeyim ben…
Fikren işkencedeyim, ruhen cezadayım ben…
Korkaklığın sükûtu kol geziyor her yerde,
Sanki tek başımayım tek kişilik mahşerde.” (Müzelik Şiir, Akıl Karaya Vurdu s.27)
Abdurrahim Karakoç, husûsiyetle “İsyanlı Sükût”, “Tohdur Beğ”, “Hakim Beğ”, “Mebus Beğ” şiirlerinde cemiyetin içerisinde yaşadığı türlü çeşit içtimaî arızaları, tezatları bir çeşit hiciv san’atını ustaca kullanmak suretiyle dile getirmiştir. Aşağıdaki mısralarda gördüğümüz üzere milletimizin devlet makamlarına karşı saygısı ve hürmeti tarih boyunca hep var olmuştur:
“Gitmişti mâkâma arz-ı hâl için,
“Bey” dedi, yutkundu, eğdi başını.
Bir azar yedi ki, oldu o biçim…
“Şey” dedi, yutkundu, eğdi başını.” (İsyanlı Sükût, Vur Emri, s. 147)
Şâirimiz, geçim darlığı sıkıntısındaki fakir ve yoksul insanların durumunu çok güzel resmetmiştir:
“Yedi baş horanta, yıkık hânede…
Tüm kazancım bini bulmaz senede .
Yüz pangunut helâl olsun gene de
Ben nereyim, beşyüz nere Tohdur Beğ.” (Tohdur Beğ, Vur Emri, s. 270)
Şâir, burada adalet kavramına gönderme yaparak, geciken adaletin bir tür işkenceye ve zulüm makinesine dönüşme ihtimâline karşı bu şiirle güzel bir misâl vermiştir:
“Gene tehir etme üç ay öteye
Bu dâvâ dedemden kaldı Hâkim Beğ,
Otuz yıl da babam düştü peşine;
Siz sağ olun, o da öldü Hâkim Beğ.” (Hâkim Beğ, Vur Emri, s. 272)
Karakoç, siyaset kurumuna atıfta bulunarak adaletsiz vergilendirme rüşvet ve haksız kazanç hakikatinin altını çizmiştir:
“Çalışa çalışa kuruyor kanım
Vergi şeleğinden çıkıyor canım.
Sen insansın amma ben de insanım…
Yolunacak kaz belleme Mebus Beğ.” (Mebus Beğ, Vur Emri, s. 274)
Şâir, “Hasan’a Mektup” şiirinde, bu çilekeş ve sabırlı milletin gülmeye hakkı olduğunu çok güzel ifâdelendirmiştir:
“’Sabrın sonu selamettir’, diyerek,
Sabırları dalda çürüttük tek tek.
Yeter yüreklerde sızı beklemek
Bu çilekeş millet gülmeli Hasan!” (Hasan’a Mektup 2, Vur Emri, s. 105)
“Ehli Sünnet Vel Cemâat” çizgisi inancında olan Şâir’imiz, bu husûsiyetini “İslâm Yolu” adlı şiirinde pek güzel dile getirmiştir:
“Baş eğmeyiz zalimlerin zoruna;
Çekirdekler meyve verir yarına.
Kara sevdalıyız Hâkk’ın nuruna
Kökümüz, dalımız Mevlâ’ya gider.” (İslâm Yolu, Vur Emri, s. 38)
Bilindiği gibi Siyonizm, İslâm’a onun Şanlı ve Şerefli Son Peygamberi’ne karşı en başından beri hep gizli açık düşmanlık içerisinde bulunmuştur. Bugün dahi dünyanın pek çok yerindeki Müslümanlar emperyalizmin kanlı zulümlerine maruzdurlar. İşte Abdurrahim Karakoç’un “Hâk Yol İslâm Yazacağız” adlı şiiri dünyanın her yerindeki Müslümanlara reva görülen böylesi keyfi vahşet ve zulümlere karşı mazlumun Arş’a yükselen çığlığı mahiyetindedir:
“Kör dünyanın göbeğine
Hâk yol İslâm yazacağız.
Kuşların göz bebeğine
Hâk yol İslâm yazacağız.”
(Hâk Yol İslâm Yazacağız, Vur Emri, s. 15)
Tasavvufî hikmetin dar geçitinde yol alan ve “Maya” şiirini yazan Karakoç, “Mutlak Hakîkat”ın kapısını aralamıştır:
“Ölçtüm ve düşündüm inceden ince;
Sıyrıldı kılıftan “son” ile “önce.
Mânâlar zihnimde şekillenince,
Ben beni aynada yitirdim anam.” (Maya, Vur Emri, s. 87)
Abdurrahim Karakoç, “Dönüş” şiirinde beşerî halden çetinler çetini ilâhî aşka geçişin destânsı hikâyesini anlatmıştır:
“Bunca yıldır bir hiçliğe
Gittim, sana geliyorum…
Yeter artık, döne döne
Bittim, sana geliyorum.” (Dönüş, Vur Emri, s. 54)
Abdurrahim Karakoç, herşeyden evvel bir dâvâ ve çile adamıdır. O, “Bir Güzel Ülkü” adlı şiirinde de ifâde ettiği gibi hayatını Türk Milleti’ne ve Türk Milliyetçiliği dâvâsı fikrine adamış bir “ülkü” ve “gönül” insanıdır. O, “Türk İslâm Ülküsü”nün çelikleşmiş bir müdafiîdir. Bütün hayatı boyunca bu inanç manzûmesinden asla taviz vermemiş, inandığı gibi yaşamıştır:
“Yüreklerde kök bağlayıp yaşayan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.
Ezelden ebede müjde taşıyan
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.
Yesi'deki kutsal aşkın mayası
Malazgirt'te Alparslan'ın rüyası
Söğütteki has kilimin boyası
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.
…
Ne yazdımsa inanç, ahlâk, örf ile
Postaladım gönül denen zarf ile
Anlatılmaz yirmi dokuz harf ile
Bir güzel ülküdür gönül verdiğim.”
(Bir Güzel Ülkü, Akıl Karaya Vurdu, s. 69, 72)
Karakoç, “Dâvâ Felsefem” şiirinde de kendisini milletine vakfettiğini açıkça ifâde etmiştir:
“Ben Milletim uğruna adamışım kendimi
Bir doğrunun imanı, bin eğriyi düzeltir.
Zulüm Azrail olsa, hep Hakk’ı tutacağım
Mukaddes davalarda ölüm bile güzeldir.” (Dava Felsefem, Vur Emri, s. 10)
Karakoç, “Zayıfım Sanma” şiirinde Türk Milleti’ne “Kızıl – Elma”yı; yâni Türklüğün bitmez tükenmez ufuk idealini, “Cihân Hakîmiyeti Mefkûresi”ni işâret etmiştir:
“Vaktiken çadır kur aşk diyarına
Her şeyin sahibi sensin yarına
Yumruğu Türklüğün düşmanlarına
Vuracak güçtesin, zayıfım sanma.” (Zayıfım Sanma, Kan Yazısı, s.26)
Uyuşukluk, korkaklık, pörsüklük gibi illet ve zilletler Karakoç’un sevmediği ve milleti alçaltan; adalet, doğruluk ve fazilet ise yücelten kavramlardır. Karakoç, “Tamam mı” şiirinde bu kavramları kuşanmaları husûsunda sanki vatan ve millet evlâtlarından söz almış gibidir:
“Uyuşukluk şifa bulmaz illettir.
Korkaklık en adi en pis zillettir.
Adalet ne güzel, ne hoş nimettir.
Hep doğruyu bulacaksın, tamam mı?” (Tamam mı? Vur Emri, s. 33)
Millî ve mânevî değerlere karşı çok hassas olan Şâir’imiz, “Birlik” şiirinde bölücülüğe, ayrımcılığa, fitne ve fesâda karşı âdetâ harp ilân etmiştir. O’na göre millet dünü ve bugünü ile “bölünmez bir bütün”dür:
“Bilmeyen öğrensin, duymayan duysun
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.
Bölücü sapıklar aklına koysun
Kardeşiz, tek vücut, tek bir milletiz.” (Birlik, Suları Islatamadım, s. 37)
“Hakikate Erdirici Şiir”in önemli mümessillerinden birisi olan Abdurrahim Karakoç ve Şiiri hakkında şüphesiz ki daha pek çok şey söylenebilir, yazılabilir. Lâkin, biz sözü daha fazla uzatmadan bu vesileyle inanç, îmân, dâvâ, fikir ve ülkü adamı Şâir, Yazar Abdurrahim Karakoç'un rûhuna Türk Dünyası’nın ve azîz vatan topraklarının her köşesinden milyonlarca Fâtiha-i Şerîfler gönderiyoruz.