Tarih: 2 Nisan 1453…
Bizans’a yiyecek ve yardım getiren 3 Ceneviz ve 1 Bizans nakliye gemisi Osmanlı donanmasını atlatarak Haliç’e geçmeye muvaffak olur. Bu hali gören Fatih öfke ile atını denize sürer…
Bu durum Osmanlı ordusunun moralini bozar. Bizans’ta ise ümitleri ve dayanma güçlerini artırır.
Osmanlı devlet erkanının büyük bölümü zaten kuşatmanın kaldırılmasından yanadır. Bu olay üzerine seslerini yükseltirler. Kuşatmayı kaldırmak isterler. Orduyu da yanlarına çekmek üzeredirler. Bu zor anlarda, Fatih’e Akşemsettin’in mektubu ulaşır….
İşte; aslı Topkapı Sarayı Arşivi’nde mevcut olan o mektup…
***
Bu hadise, gemi ehlinden oldu. Kalbime büyük bir kırıklık ve üzüntü getirdi. Bir fırsat görünüyordu. Fakat bu hadise o fırsatı ortadan kaldırdı. Yeni gelişmeler oldu.
Birincisi, kafirler rahatladı, sevince boğuldu, moral buldu.
İkincisi, sizin görüşünüzün eksik, hükmünüzün ve kararlarınızın isabetsiz, sözünüzün tesirsiz olduğu görüşü kuvvet kazandı.
Üçüncüsü, dualarımızın kabul olmadığı, müjdemizin geçersiz olduğu ifade edilir oldu. Bu bakımdan bu hadise, bunun gibi pek çok mahzurlar doğurdu.
Şimdi yumuşaklık ve merhamet gerekmez. Bu hususta kusuru görülenler, fethe muhalif olanlar tespit edilip, bunlar görevden azil dahil gereken en şiddetli ceza ile cezalandırılmalıdır. Eğer bunlar yapılmazsa, kaleye yeni bir hücuma kalkışıldığında, hendeklerin doldurulmasına karar verildiğinde gevşeklik gösterilecektir.
Bilirsiniz, bunlar yasaktan (zordan) anlayan Müslümandır. Allah için canını, başını ortaya koyan azdır. Meğer bir ganimet göreler, canlarını dünya için ateşe atarlar.
Şimdi sizin yapmanız gereken, bütün gücünüzle, fiilen, emirle, hükümlerinize, sözünüzle işe sarılmanız, gayret göstermenizdir.
Bu tür görevler, gerektiğinde merhameti ve yumuşaklığı az, şiddet kullanabilecek zora başvurulabilecek kimselere verilebilmelidir. Bu, hem geçmişteki uygulamalara, hem de dine uygundur.
Allah şöyle buyuruyor: “Ey şanlı Peygamber! Kafirlerle, münafıklarla sonuna kadar savaş ve onlara karşı sert ol. Yumuşak davranma. Onların varacakları yer, cehennemdir ki, orası varılacak ne kötü yerdir.”
Bir acayip hal oldu. Üzgün bir halde otururken, Sâdâtın büyüğü, Cafer-i Sadık’ın işareti üzerine Kur’an-ı Kerim üzerinde mütalaada bulunurken şu ayete rastladım: “Allah münafıklara ve kafirlere ve ebedi olarak cehennem ateşini vaat etti. O, onlara yeter. Allah onları rahmetinin sahasından uzaklaştırdı. Onlar için devamlı azap vardır.”
Bu ayete göre, bu işte gayret sarf etmeyenler de, senin emrine uymayanlar da Müslüman değildir. Bunlar, münafık hükmünde olup, kafirlerle cehennemde beraber olacaklardır.
İşlerini daha sıkı tutmandan ve sert davranmadan başka çare olmadığı anlaşıldı. Sonuçta Allah’ın yardımıyla biz buradan utanan ve gücenen değil, ferahlayan mansur (yardım edilen) ve muzaffer olarak dönen oluruz. İmdi, “kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır” hükmü her zaman geçerlidir. Neticede başarı Allah’tandır. Ama elden gelen bütün gayret sarf edilmelidir. Allah Resulü ve ashabının sünneti de budur.
Hüzünlü bir halde iken biraz Kur’an okuyup yattığımda, bir takım lütuflara ve müjdelere mazhar oldum ve teselli buldum.
Bu söylediklerim sana boş söz gibi gelmesin. Gereğini yapasın. Söylediklerim tamamen sizi sevdiğimizdendir.”
***
Bu olaydan ve AK Şemsettin’in hazretlerinin mektubundan anlıyoruz ki; millet için çalışan bir lidere karşı bile, en kritik anda, kendi menfaatlerini, makam mevki hırslarını her şeyin üstünde tutan fert, grup ve yapılar olabiliyor.
Günümüzde, bu olayın ve bu mektubun karşılığı her ne ise, anlayana ve bilenlere selam olsun...