Günlerden bir gün İtalyan Büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra Büyükelçi:
- “Ekselans dün Roma ile yaptığım bir görüşmede hükümetimizin Hatay’ı almak istediği kararını size iletmem söylendi” der.
Odada bir an sessizlik olur. Ata büyükelçiye bir şeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile baş başa bırakır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması ve belinde tabancası vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlanmasını ister ve Çakmak’a:
- “Paşa İtalyan dostlarımız Hatay’a gelmek istiyorlar hazır mıyız?” der.
Fevzi Çakmak durumu anlar ve
– “Biz hazırız Paşam ” diye yanıtlar.
Ata büyükelçiye döner ve:
- “Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse Hatay’ı gelebilirler.”
***
İKİMİZ DE “GAZİ”YİZ…
Bir tarihte Eskişehir’i ziyaretinde; yakın köylerde gezinti yaparken, asırlık çınarların gölgesine sığınmış bir köy kahvesi önünde otomobili durdurdu. Salih Bozok’a;
– "Bu çınarları hatırlıyorum" dedi; zaferden sonra bir gün yolum düşmüştü!…
Eski hatıraları bir an tekrar yaşatmak için; arabadan inip, büyük bir tevazu ile köy kahvesinin harap iskemlesine oturdu.
Biraz sonra kahveci ona, köyünün yegane ikramı olan ayranı temiz bardaklar içinde getirince “Gazi” pek memnun oldu. Yaşlı kahveciye sordu:
– Adın ne?…
– Yusuf!…
– Buralarda geçmiş harbi hatırlar mısın?…
– Nasıl hatırlamam, paşam?… Maiyetinde çavuştum!…
– Maiyetimde mi…
- Bütün kuvvetlerin baş kumandanı değil miydin, paşam!… Hep emrinde savaştık.
Büyük kurtarıcı zeki köylüyü takdir etmişti.
- Aferin; Gazi Yusuf Çavuş!… deyince, eski askerin gözleri buğulandı:
– Estağfurullah, paşam!… Gazi sizsiniz!…
– Rütbe başka… Fakat harpten dönmüş iki asker olmamız sıfatıyla ikimiz de “Gazi”yiz!…
Ve tepside duran ayran bardaklarından birini bizzat eliyle çavuşa verdi ve ilave etti:
– Şerefine Gazi Yusuf Çavuş!…
– Şerefte daim ol paşam!…
Ağlamaktan ayranı içemeyen kahveciye, o zamana göre çok iyi bir para olan bir yüzlük verip gülümsedi:
– Allahaısmarladık, silah arkadaşım!…
Atatürk’ün Nükteleri-Fıkraları-Hatıraları, Sh 50-51
***
NEYE LAYIKSIN!…
Atatürk’ün Adana’da Hatay için:
– Kırk asırlık Türk yurdu yabancı elinde kalamaz!
Demesinden iki gün sonraydı. Mersin’de istasyondan şehrin içine doğru yavaş gidiyordu.
Yolun üstüne siyahlar giyinmiş ve ellerinde büyük bir levha tutan bir kaç genç kız çıktı. Levhada şu yazı vardı: - “Suriye hemşehrinizi de kurtarın!”
Suriye, ancak din kardeşi olan bir milletin vatanıydı. Suriye içinde, bütün esir yurtlar için olduğu gibi, kurtuluş dilerdi. Lakin kurtarmaya kalkmak Fuzuli olurdu.
Etrafta hıçkırıklar ve göz yaşları yoktu; Atatürk’ün de gözleri ıslanmış değildi. Suriyelilerin 1. Dünya Savaşı’nda Türk düşmanlarıyla birleştiklerini, Türk ordusunu arkadan vurmaya çabaladıklarını, belki ihanet ettikleri için ihanete uğradıklarını düşünüyordu.
– Her millet, layık olduğu yaşayışa erer!.. dedi ve yürüyüp gitti.
(Nükte Ve Fıkralarla Atatürk, Sh. 98)
***
KONYA İSYANINDA
Konya İsyanı’nı müteakip Konya’ya gelen Atatürk sinirli ve üzgündü. Şehrin ileri gelenleriyle belediye salonunda konuşurken elindeki yanar sigarayı bir aralık iki parmağı arasına almış ve ateşi parmakları arasında ezerek söndürmüş ve şöyle demişti:
- Ateş nerede çıkarsa çıksın, iki parmağımın arasında böyle ezeceğim!…
Nükte Ve Fıkralarla Atatürk, Sh 41