ETRAK-I Bİ İDRAK’TEN - NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE…

Ali BİLİR

Hırvat kökenli sadrazam Kuyucu Murat Paşa Celalî isyanlarını bastırırken bazı kaynaklara göre 30 bin, bazılarına göre 155 bin Türkmen’i, öldürerek yahut diri diri, derin kuyulara gömdürmüştür. Anadolu'da öldürttüğü kişilerin kellelerinden yaptırdığı piramitler, nesillerce birer korku hikâyesi olarak anlatıldı.  Aman dileyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı; ''Vurun şu pis Türk'ün başını'' olmuştur.

 

   Arnavut asıllı Koçi Bey, 1631’de 4. Murat'a sunduğu risalesinde, Türkler hakkında  şunları yazıyordu: "Harem-i Hümayuna kanuna aykırı olarak Türk ve Yörük, Çingene, Yahudi,  dinsiz, mezhepsiz, nice kalleş ve ayyaş şehir oğlanları girer oldu." Bu sözler yazılıp Türk olduğu söylenen Padişaha veriliyordu.

 

   Osmanlı Tarihçisi Naima, Türkler için, ''Nadan (Kaba Türk), Etrak-ı bi idrak (Anlayış yoksunu Türk) ifadelerini kullanmaktadır.

 

   ***

 

   1880’li yıllar…

   Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valisi iken, teftişe çıkar, İnegöl’e gelir. Refakatçileri ile şehrin ortasında bir çınarın gölgesine otururlar.

 

   Ahmet Vefik Paşa, bacak bacak üstüne atıp keyfince tam karşısında oturan şahsa sorar:

   “Beyefendi siz kimsiniz? Hangi millettensiniz?”

   “Ben, şehir eşrafından Kiremitçiyan Oğullarından zeytin tüccarı Bogosum…”

 

   Paşa orada bulunanlara sormaya devam eder;

   “ Ben, İnegöl eşrafından Pastırmacıyan Oğullarından zeytinyağı tüccarı Artinim…”

   “ Ben Paşa Hazretleri, şehir eşrafından Kasapyan Oğullarından koyun ve sığır tüccarı Popopalas'ım...”

 

   Paşanın gözü, arkalarda kırık bir iskemlenin üstünde oturan bir ihtiyara ilişir.

   “Ya siz babacığım, siz hangi millettensiniz?”

   Nur yüzlü ihtiyar, bir Paşa tarafından kendisine sual sorulacağını ummadığından, sualin kendisine değil başka birine sorulduğunu zannederek etrafına bakınır.

   Paşa,  "Babacığım size soruyorum!"

   İhtiyar tereddütle kendi kendini işaret eder:

   “Bana mı soruyorsunuz Paşa Hazretleri?”

   “Evet, Babacığım sana soruyorum. Sen hangi millettensin?”

   “Ben Paşa Hazretleri, haşa huzurdan Türküm.”

   Paşa gülercesine konuşur.

   - Babacığım, bu memlekette Türk olmak, Türküm demek suç mudur ki, böyle konuşuyorsun. Ben de Türküm.

   İhtiyar koşarak Paşanın yanına gelir,  "Sahi mi Paşa Hazretleri sen de Türk müsün, Türk'ten Paşa olur mu?"  diyerek Ahmet Vefik Paşa'nın elini öper,

   Paşa: "Babacığım Paşa olmak ne ki. Yedi cihana baş eğdiren Padişahlar da Türk'tür, anladın mı?"

 

   ***

 

     Şevket Süreyya Aydemir, “Suyu Arayan Adam” adlı eserinde, Birinci Dünya Savaşı sırasında, Kafkas Cephesi’nde yaşadığı bir anısını anlatır. Cephede Anadolu köylülerinden oluşan bir grup askere sorar:

   “Bizim dinimiz nedir?” Her kafadan bir ses çıkar: “Hazreti Ali dinindeniz” diyende vardır, “İmam-ı Azam dinindeniz” diyen de…

   Aydemir sorar:  

   “Hangi millete mensupsunuz?..” 

   “TÜRK-ÇE” konuşan bu yiğitlerden umduğu cevabı alamaz ve tekrar sorar:

   “Biz TÜRK değil miyiz?” 

   Askerler hep bir ağızdan cevap verirler: 

   “ESTAĞFURULLAH!”

 

     ***

 

   1789 Fransız İhtilali ile başlayan milliyetçilik akımlarından etkilenen etnik kesimler giderek imparatorluktan kopmaya başlamışlardı.   Osmanlı tebaası etnik milliyetçilik yaparken devletin asli unsurunun; “Biz TÜRK değil miyiz?” sualine   “ESTAĞFURULLAH!” cevabını vermesi hayli düşündürücüydü. 

 

   Devlet bu dönemde bütünlüğü korumak için Osmanlıcılık  ve İslamcılık ideolojine bel bağladı. Fakat bu çaba etnik unsurların ayrılıkçı hareketlerini engelleyemedi.  Önce Balkanları kaybettik. Mehmet Akif bu olayı şöyle anlatır:

 

Karadağ haydudu, Sırp eşşeği, Bulgar yılanı,

Sonra Yunan iti, çepçevre kuşatsın vatanı...

 

Târümâr eyleyiversin de bütün ordumuzu,

Bizi kovsun elimizden alarak yurdumuzu.

 

Kimsesiz ailelerden kimi gitsin bıçağa

Kimi bin türlü fecâ'atle çekilsin kucağa...

 

   Balkan felaketinden sonra, Mekke emiri Şerif Hüseyin İngilizlerle işbirliği yaparak  devlete isyan etti. Arap İsyanı, Osmanlı Devletinde ŞOK yarattı ve İslamcılık ideolojisinin çöküşüne neden oldu.

 

   Bu dönemde Türk elitleri  etnik, kültürel ve siyasi açıdan Türk kimliğini öne çıkaracaklar ve kurtuluş için “Türkçülük” akımına bel bağlayacaklardı.

 

   1. Dünya Savaşını kaybeden Osmanlı Devleti işgal edildi. Yunanlar Ege kıyılarına ayak bastılar. İtalyan ordusu Antalya’ya, Bodrum’a, Konya’ya girdi. Fransızlar Güneydoğu Anadolu’yu işgal etti. Ermeniler Doğu Anadolu’ya el koymaya yeltendiler. İstanbul sokaklarında İngiliz askerleri kol geziyordu.

 

   Böyle bir çöküşün ertesinde bir düşmanı yenmek, ordusunu vatandan defetmek yetmezdi. Vücudu şişen hastayı hacamat etmek onu rahatlatır ama hastalığına şifa vermez. Bir asırdır yanlış teşhislerle, yanlış tedavilerle ayakta tutulmaya çalışılan “Hasta Adam”, ancak kendisinin Türk olduğunu bildiği zaman düzelecekti.

 

   Milli Mücadele, ilk günden itibaren milliyetçi bir hareket olarak teşekkül etti. O günlerde Anadolu’da bulunan Amerikalı kadın gazeteci Clair Price, şöyle yazıyordu: “Bugün Türkiye’de gördüğüm milliyetçilik bölmeyen, birleştiren bir milliyetçilik. Türk milliyetçiliğinin haykırışında güç ve sağlamlık seziyorum.”

 

   O bu satırları yazarken Türk Milliyetçileri Yunan ordusunu bozmuş, düşmanı denize dökmüş ve vatanın bağrına saplanan hançeri çıkarıp tarihin çöplüğüne atmış bulunuyorlardı.

 

   Edrak-ı bi idrak diye horlanan Türkler yeni bir devletin, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini atmışlardı.

 

    Son sözü ATATÜRK söylesin:

    “Bu ülke, tarihte Türk’tü bugün de Türk’tür ve sonsuza dek Türk olarak yaşayacaktır. Türk birliğinin, bir gün hakikat olacağına inancım vardır.

   Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.

   Ne Mutlu Türküm Diyene…”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.