Yıl 1974.
Güzel bir Nisan günü.
Uzun zaman kaçak geziyordum. Teslim olmaya karar vermiştim. Ulucanlar müdavimlerinden ülkücü abilerimiz Dr. İbrahim Doğan, Sami Bal, Sabri Can ve Hasan Ali Arıkan’dan cezaevindeki hayatla ilgili çok faydalı bilgiler edindim.
Cezaevine girdiğim gün, beni hemen koğuş başkanı seçtiler. Artık içerideki nizam, düzen, asayiş benim sorumluluğumdaydı. İçeride, edepsizlik, hırsızlık, kavga, uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara geçit verilmezdi. Saygılı ve edepli olmak esastı. Mahkumlarla cemaat oluşturup namaz kılıyorduk. Spor yaparak, küçük el sanatları üreterek günlerimizi değerlendiriyorduk. Mütevazi de olsa bir de kütüphanemiz vardı.
Adli mahkum ve ünlü kabadayılarla çok iyi bir diyalog kurmuştum. Onlarda benim başkan olarak dediklerimi güvenerek yapıyor, kabulleniyorlardı.
Yan koğuşlarda ise üzümden şarap imal ediyorlardı. Dışardan gizli olarak uyuşturucu elde edip farklı bir yaşantı kurmuşlardı. İdareden bazılarının ruhu bile duymuyordu veya görmezden geliyorlardı. Oraya da el atıp orayı da bir düzene soktuk.
Cezaevlerinde adli mahkumların alışkanlıkları artık eskisi gibi değildi. Siyasi mahkumlar olarak cezaevlerinde insanca yaşanacak yeni bir düzen kurmuştuk. Anlayışlar, kabullenişler, yaşantılar farklılaşıyor, mahkumlar düzenli bir hayata alışıyor, disipline riayet ediyorlardı.
Yine de bu geçiş sürecinde eski cezaevi tedbirlerini de almak gerekliydi. Cezaevinde herkes kendini korumak için çeşitli usullerle savunma aletleri yapar. Özellikle ağır mahkumlar, tahta kaşıkları belirli şekilde bıçak gibi yontarak tüp ocağında ya da gaz ocağında yağ içinde sertleşmiş bıçak haline getiriyor, somya yayından şiş yapıyorlardı. Ben de ilk defa öğrendiğim bu metotla kendime iki tane “alet” imal ettim. Yan koğuşlardan gelecek saldırılara karşı lazım olduğunda kullanırım diye. Neyse ki lazım olmadı.
Bana karşı aşırı saygı ve hürmet vardı. Eski ünlü kabadayılardan rahmetli Erol Seven’de koğuş arkadaşlarımdandı. Gözü çok karaydı. Daha kimsede küçük silah bile yokken Erol Seven hasımlarıyla tomson marka makinalı otomatik silahla çatışmaya girmiş. Polis araya girdiğinde de polise bir zarar vermemek için olay yerinden kaçmış. Başka bir vukuattan yakalandığında da bu olayı aynen ifadesinde anlatmış. Şayet çatışmaya devam etse kesinlikle polislerden birkaçı Erol’dan dolayı şehit olurmuş. Hasımları polise silah doğrultup polisi şehit etmişler ama; - “ben bu ülkenin insanı olarak hasımlarımdan intikam almak hırsı ile polise silah çekmem” diye anlatmıştı. Gazeteler ondan devamlı bahsediyordu. Yazılı medya, bu olayı kabadayı Erol Seven’in devletine karşı saygılı tutumu olarak günlerce yazdı.
Adli mahkumların bulunduğu yan koğuşta gece hastalanan (böbrek taşı sancısı) çeken adli mahkuma, psikopat bir mahkum cerrahi müdahale etmeye kalktı, son anda engelledik. Mahkumun bağrışmasına yetişmesek, - “ben arkadaşımı bu sancıdan kurtaracağım. Doktorların yaptığı ne ki, kesip iğne iplikle dikiyorlar. Bende yaparım bu işi” deyip adamı ameliyat edecekti. İğne, iplik, kolonya, bıçak, pamuk ve sair malzemeleri hazırlamışlar, kesmeye başlıyorlardı. Bu psikopat mahkumu o koğuştan alıp başka bir koğuşa göndererek geçici tedbirimizi aldık. Hastayı da acil hastaneye sevk ettirdik.
Ankara Tunalı Hilmi’de kuyumcu soyan iki kafadarın da koğuş arkadaşlığını yaptım. 19-21 yaşlarında olan bu iki soyguncu, akşam çıkışında çarşı kapanırken tuvalete saklanıp içerde kalmayı başarmışlar. Gece kuyumcuları soymuşlar. İki kafadar da çok gençti. Soygunu başarmışlar ama daha sonra yakalanmışlar. Bol para harcayınca dikkat çekmişler. Pavyon ve gece hayatına girmişler, zaafları yakayı ele verdirmiş. Çalışmadan kısa zamanda zengin olma hayalleri bunları istikballerinden etmiş. Birisi bir fakültede okuyor diğeri de Tunalı Hilmi’de elektrikçi dükkânında çalışıyormuş. Koğuşun disiplinine uyuyorlar ama aldıkları ağır yük ve suçtan hiç ders almamışlar. Hala çıkarsak şurada şu soygunu yaparız hayalindelerdi. Yanlarına yeni arkadaş bile buluyorlar, kolay kazanç peşindeydiler. Gizli gizli görüşmeler yapıp organize olmaya gayret ediyorlardı.
Koğuşumuzda, hırsına ve intikam duygusuna yenilmiş birde avukat vardı. Karısını ve kaynanasını öldürmüş. Canavar Melahat’i de, kızını da öldürdüm diye övünürdü. İdamdan cezası müebbete çevrilmiş. 68 yaşındaydı. İsmi Doğan’dı. Doğan dayı diye hitap ettiğimiz müebbet hapse mahkum bu kişi, pişman olmadığını, çok konuşup kendisini rezil ettiklerinden, bunalttıklarından dolayı karısını ve kaynanasını bıçakla doğrayıp öldürdüğünü söylüyordu. Sudan sebeplerle canavar Melahat’i de doğradığını anlatıyordu.
Bu tür vukuatlara şahit olduğumda henüz 20’li yaşlardaydım. Cezaevinde boş, hiç bir şeyle meşgul olmadan sadece uzanıp yatıldığında, mahkumlar birbirleri hakkında dedikodu, fitne, fesat üretmekten başka bir şey yapmıyorlar, birbirlerine düşman kesiliyorlardı. Bu halet-i ruhiye’nin farkında olduğumuz için, mahkumları devamlı meşgul etmek gayretindeydik. Kötü şeyler olmasın diye şahsi çabalarımız oluyordu.
İnsanlar bu boşluk da şeytana uyup yeniden dert kazanmaya hazır oluyorlar. Hangi suçtan gelirse gelsin, ceza ,caydırma, ıslah, pişmanlık anlamını bu cezaevi sisteminde maalesef bulamıyor.
Sadece “suçlu yakalanıp” ceza evine atılıyor. Suçludan daha önemlisi, suçun sebep ve işlenişi. Bu suçlar neden işleniyor? Nasıl olursa bu suçlar işlenmez? Asıl konu bu. Ancak suçludan çok suçun üzerine gidilmesi gereği hala anlaşılmış değil. Ceza vermek, infaz etmek muhtemelen işlenecek yeni suçları ortadan kaldırmıyor. Sistemde devlet sadece ceza veriyor. Hırsız yakalanıyor, katil yakalanıyor, tecavüzcü yakalanıyor, gaspçı yakalanıyor, uyuşturucu suçu işleyen yakalanıyor… velhasıl sadece suçlu yakalanabilirse yakalanıyor. Asıl yakalanması gereken SUÇLARIN SEBEPLERİ ve SUÇUN ORTADAN KALDIRILMASIDIR.
Suçluda ki zihniyet; alacağım ceza bu, işte bunu yaparlar, bana başka ne yapabilirler? Bu da suçluyu suçtan caydırmıyor. Ne yazık ki, hala ülkemizde adliyelerin ve cezaevlerinin çokluğu ve inşaatı ile övünür olduk
Koğuşumuzda hırsızlık suçundan gelmiş mahkumlarda aynı durumdaydı. Adam kışın tavuk çalıp içeri giriyor, yatacağı cezayı biliyor, yazın dışarı çıkıyor. Kışın dışarda kalacak yer, yiyecek, içecek temin etmek zor. Bu yüzden tercihleri cezaevine girmek oluyordu. Bu tür suçlulara tavukçu deniyor.
Erol Seven ve Doğan dayı tırnakçı tabir edilen iki kişiyi gizlice görevlendirip bana bir Show hazırladılar. Tırnakçılar, havalandırmada volta atarlarken iki kişiyi kurban seçtiler. Gözlerimizle takip etmekte zorluk çektiğimiz hızla, el çabukluğu ile kurbanlarının üstlerini boşalttılar. Tırnakçıların böyle bir iş için kendilerini yetiştirmeleri beni şaşırttı. Bu işe harcadıkları zamanı faydalı işlere harcasalar… Benim diyen insanın becerebileceği kolaylıkta bir meslek değil. Özellikle ne ceza alacaklarını bildiklerinden suçu işleyip içeri giriyorlar. Bu işi adliyede savcı ve hakimlerde biliyor, garipsemiyorlar…
Cezaevinden çıktığımda birkaç gün yürürken çok çabuk yorulmuştum. Havalandırma saati ve volta atmak formumu korumaya yetmemişti.
Cezaevinde yatmaya alışkın olanlar ise, daha sonraki senelerde romatizma, akciğer hastalıkları, dolaşım bozuklukları, psikolojik rahatsızlıklar gibi birçok hastalıkları edinip sağlıksız insanlar olarak yaşamaya devam etmektedir.
Cezaevlerinde kaldığımda edindiğim tecrübe ile cezaevlerini birer rehabilitasyon merkezi anlamında kullanıp, düzenlemesini yapmamız ve tutuklu ve mahkumların işe yarar, ülkeye, millete, ekonomiye, insanlığa, çevreye katkısı olacak duruma getirme gayretlerinin, çalışmalarının yapılması kanaati kesinlikle bende oluştu. Şu anda dahi tutuklu ve mahkumlar devlete bir yük, külfet konumunda…
***
Tarihe not düşen Ülkücü, Mustafa Sami BARSHAN’dan hatıralar: -1-
ULUCANLAR CEZAEVİ; TUTUKLULUK
(devam edecek)