* Vatanı küffar’dan kurtaran ATA’mıza alçakça hakaret eden; Fesli/Fessiz, -“kadir kıymet bilmez şerefsizlerin’’- -“yunan kazansaydı iyi olurdu”- dediği bu günlerde ‘Türk tarihinden’ bir kesit:
* Bir kara/kızılca günde 8 Temmuz 1920’de Yunan askerleri Bursa’ya girdiklerinde başlarında, Venizelos’un oğlu Sofokles Venizelos bulunuyordu…
* Sofokles fotoğrafçıyı da yanına alarak bir manga askerle birlikte Osman Gazi’nin türbesine yöneldi. Venizelos’un askerleri, kale burcuna saldırırcasına türbe kapısına yüklenmiş ve tahta kapının çatırdayıp devrilmesiyle birlikte Sofokles önde, fotoğrafçı arkada türbeye girmişlerdi.
* Sofokles, kılıcını, hayali düşmanına doğru hamle yapar gibi sallayarak küfürle karışık şu narayı atacaktı : - “Kalk ey koca sarıklı, koca Osman! Kalk da torunlarının halini gör! Kurduğun devleti yıktık. Seni öldürmeye geldim!’’
* Bir müddet türbenin içinde kılıcını sallayarak dolaştıktan sonra zafer kazanmış bir kumandan havasına bürünen Venizelos’un oğlu, -ayağını sandukanın üzerine koyup kılıcına dayanarak- fotoğrafçıya şöyle seslenmişti : “Çek bakalım bir Bursa hatırası…”
* Sofokles, fotoğrafı Atina’ya gönderirken arkasına ise şu satırları yazacaktı: “Ordularımız Bursa’ya hakimdir. Şu anda Osmanlı Devleti’nin kurucusu Osman ayaklarımın altındadır.’’
***
* Bu hadise gazetelerde yayınlanınca Milli Şairimiz Mehmet Akif, hain saldırıya karşı gözyaşlarıyla, ‘Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın’ mısralarının yer aldığı ‘BÜLBÜL’ şiirini yazacaktı:
Bülbül
Eşin var, aşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;
Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?
O Zümrüt tahta kondun, bir semavi saltanat kurdun;
Cihanın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,
Bugün bir yemyeşil vadi, yarın bir kıpkızıl Gülşen,
Gezersin, hanümanın şen, için şen, kâinatın şen.
Hazansız bir zemin isterse, şayet ruh-i ser-bazı,
Ufuklar, bu’d-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervazın.
Değil bir kayda sığmazsın, kanatlandın mı, eb’ada;
Hayatın en muhayyel gayedir ahrara dünyada,
Neden öyleyse matemlerle eyyamın perişandır?
Niçin bir damlacık göğsünde bir umman huruşandır?
Hayır, matem senin hakkın değil… Matem benim hakkım;
Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez afakım!
Teselliden nasibim yok, hazan ağlar baharımda;
Bugün bir hanümansız serseriyim öz diyarımda!
Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefasız, kansız evladı,
Serapa Garba çiğnettim de çıktım hak-i ecdadı!
Hayalimden geçerken şimdi, fikrim herc-ü merc oldu,
Selahaddin-i Eyyubi’lerin, Fatih’lerin yurdu.
Ne zillettir ki Nakus inlesin beyninde Osman’ın;
Ezan sussun, fezalardan silinsin yâdı Mevla’nın!
Ne hicrandır ki: en şevketli bir mazi serap olsun;
O kudretler, o satvetler harap olsun, türap olsun!
Çökük bir kubbe kalsın mabedinden Yıldırım Han’ın;
Şenaatlerle çiğnensin muazzam kabri Orhan’ın!
Ne haybettir ki vahdetgahı dinin devrilip, taş taş,
Sürünsün şimdi milyonlarca me’vasız kalan dindaş!
Yıkılmış hanümanlar yerde işkenceler altında kıvransın;
Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!
Dolaşsın, sonra, İslam’ın haremgahında na-mahrem…
***