Aciz bir kolordu komutanı: Ali Nadir Paşa

Ali GÜLER

Yunan askerleri ateşe başlayınca, Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, Teğmen Celal’e, bir pencereden dışarı beyaz mendil sarkıtmasını emretti. Teğmen Celal, pencereye yaklaşırken bir kurşunla şehit oldu. Bu kez Ali Nadir Paşa, beyaz perdelerden birini bir sırığın ucuna taktı ve makam odasından dışarı sallandırdı. Ateş kesildi, Yunan askerleri Türk askerlerini esir aldı.

AMIRAL Calthorpe’un sözlerine inanan ve Babıali ve Sadrazam Damat Ferit Paşa tarafından ortada bırakılmış bulunan, sükûnet içinde teslimiyeti “kurtuluş” zanneden 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, işgalden bir gün önce sayıları 400 civarındaki subay ve astsubayı Sarıkışla içerisinde toplamış, işgal sabahı kışlada maaş dağıtmakla meşguldü! Türk askeri, tarihi boyunca yaşamadığı “zilletlerden” birini yaşıyor, eli kolu bağlanmış mukadder akıbeti bekliyordu!

Konak ve diğer yerlerde bu insanlık dışı olaylar olurken, Sarıkışla içerisinde tam bir şaşkınlık ve kargaşa hüküm sürüyordu. Subaylar ve erler, dakikalardır devam eden kurşun yağmurundan korunmak için koridorlarda, kuytu yerlerde toplanmışlar, buna rağmen pencerelerden giren kurşunlardan yaralananlar olmuştu. Ali Nadir Paşa, çevresindeki subaylara, “bunun bir tertip olduğunu, ilk kurşunu da olay çıkarmak amacıyla Yunanlıların attığını” ileri sürüyordu. Tüfek ve makineli atışının bir türlü kesilmemesi üzerine Ali Nadir Paşa, Teğmen Celal (Dinçer) adlı bir telgraf subayına, pencerelerden birinden dışarı mendil sarkıtmasını emretti. Teğmen Celal, cebinden çıkardığı mendili, bir değneğin ucuna bağladı. Kışladan ateş edilmediğini anlatmak için beyaz mendili dışarı sallamak üzere orta katın park cephesindeki koridor kapsına geldiğinde bir kurşun isabet etti ve şehit düştü.

Bu kez Ali Nadir Paşa, hışımla penceresindeki beyaz perdelerden birini aşağıya indirip alelacele bulunan bir sırığın ucuna taktı ve makam odasından dışarı sallandırdı. Az sonra ateş kesildi. Ortalık sessizliğe bürününce, kışlanın önünde beliren bir Yunan subayından, dışarı çıktıklarında ateş edilmeyeceğine dair “şeref sözü” istendi! Yunan subayı istenen sözü verince, kışladakiler önce Ali Nadir Paşa olmak üzere yavaş yavaş dışarıya çıkmaya başladılar. Bu arada subaylar yanlarındaki tabancaları kışla içinde sakladılar. Bir kısmı da tabancalarını tuvalet çukuruna attılar! Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa, elinde sırığa takılı “beyaz teslim bayrağıyla” en öndeydi. Arkasından, Askerlik Daire Başkanı Kurmay Albay Süleyman Fethi, 56. Tümen Komutanı Hürrem, Kolordu Kurmay Başkanı Abdülhamit Beyler ilerliyorlardı. Daha geride subay ve astsubaylar, en arkada da erler bulunuyordu. “Şeref” sözü veren küçük rütbeli Yunan subayının ilk işi, din ve imana küfrederek Ali Nadir Paşa’nın şakağına tabanca dayamak, sonra da yüzüne birkaç tane tokat patlatmak oldu! Elinde hala teslim bayrağını tutan Ali Nadir Paşa, yediği tokatlarla sersemlemiş, başındaki kalpağı yere düşmüştü. 17. Kolordu Komutanı’ndan sonra Yunan teğmeninin tokadı Kolordu Kurmay Başkanı Abdülhamit Bey ile 56. Tümen Komutanı Yarbay Hürrem Bey’in yüzlerine birkaç kez indi!

Yunan subayının bu şekilde davranışından sonra silahlı yerli Rumlar, Efzonlarla birlikte saldırıya başladılar. Subay ve erlerden “Zito Venizelos” diye bağırmalarını istiyorlar, bağıranlar canlarını kurtarıyor; bağırmayıp karşı koyanlar hemen oracıkta süngü darbeleriyle öldürülüyordu. Bağırmayanlar arasında Askerlik Dairesi Başkanı Kurmay Albay Süleyman Fethi Bey de vardı. Yerli Rumlar ve Yunanlılar, Fethi Bey’e zaten daha önceki günlerde karaya çıkan Yunan müfrezesini geri Averof zırhlısına gönderdiğinden dolayı kızgındılar. Bunun için Süleyman Fethi Bey’i özellikle “Zito Venizelos” diye bağırtmak istediler. Bağırmayınca da tam 22 kere süngülediler. Zaten hasta haliyle kışlaya gelmiş olan Kurmay Albay Süleyman Fethi Bey, yere yığıldı ve hastaneye kaldırıldı. Bu olayın ayrıntılarını aşağıda anlatacağız. Şimdi Türk subaylarının akıbetini izlemeye devam edelim… Sayıları ancak birkaç yüzü bulan subay ve erler, Saat Kulesi ile deniz arasında bir yere sürüldüler. Burada silah aramak bahanesiyle üzerlerindeki para, kıymetli eşya, yüzük, saat, sigara tablaları ve çakmaklar alındı. Subayların sırtlarında iyi cins kumaştan yapılmış kaputları, ayaklarından çizmeleri çıkartıldı. Bu iş bittikten sonra, Türk subayları ve erleri rütbelerine göre sıraya sokuldular. En önde Ali Nadir Paşa, sırığa takılı teslim bayrağını hâlâ elinde tutuyordu. Kurmay Başkanı Abdülhamit Bey, sonunda dayanamayarak Paşa’ya:

“Bizi yeteri kadar rezil ettin, bırak artık şunu elinden!” diye bağırdı. Ali Nadir Paşa bu sözler üzerine elindeki bayrağı bırakacak oldu. Fakat bir Yunan subayı, Ali Nadir Paşa’yı iyice “haşladıktan” sonra teslim bayrağını yeniden eline tutuşturdu. 17. Kolordu bu şekilde Pasaport’a doğru yürüyüş kolunda ilerlemeye başladı. Dipçik ve süngüyle yaralanmamış tek bir subay bile kalmamıştı. Çizmeleri ayaklarından zorla alınan subaylar, yalınayak ya da çoraplarıyla yürüyorlardı. Üstleri başları yırtılmış, apoletleri sökülmüştü. Vurulan her dipçikten sonra “Zito Venizelos” diye bağırıyorlardı!

Kafile, Gümrük önüne geldiğinde bu defa yerli Rumların saldırısına uğradı. Evlerden kafile üzerine tabanca mermisi, taş, tuğla, kiremit, kömür parçaları atılıyordu. Yolun kenarına sıralanmış Rum kadınları ve genç kızlar, kocalarının, babalarının, kardeşlerinin elinden aldıkları tabancaları kafilenin üzerlerine boşaltıyorlardı. Burada bir Rum hamal, elindeki demir kanca ile Kolordu Veznecisi Ahmet Efendi’nin beynini patlattı. Ahmet Efendi şehit oldu.

YARBAY CEMIL BEY’IN YAŞAM MÜCADELESI

İzmir faciası hakkında İzmir (17. Kolordu) Tahkik Heyeti Üyelerinden Yarbay (Kaymakam) Arif Bey’in raporunda bahsettiği, o sırada yaşanan şu olay Yunan-Rum vahşetini bütün açıklığı ile gözler önüne sermektedir: “Harbiye Nezareti Demiryolları Şubesi Müdürü olup geçici olarak İzmir’e gelmiş bulunan İstihkâm Yarbay Cemil Bey dipçik ile başından iki yerinden ve kurşun ile bacağından, İtilaf Devletleri’nin rıhtıma yanaşmış torpidoları önünde, ağır bir surette yaralanarak yere serildi. Cemil Bey, artık yürümeye mecali kalmadığından hastahaneye naklini yahut büsbütün öldürülerek bu işkenceye bir an olsun son verilmesini Türkçe bilen bir Yunan subayından talep ettiği halde “Türk için hastahane yok!” cevabıyla yeniden ayağa kaldırılmış ve iki süngü daha vurulup yere serilmişti.

Yakınındaki İtalyan torpidosunun askerlerinden birisi onu insanlığından dolayı kucaklayarak torpidoya nakletti. Sonradan İtalyan Grandiye zırhlısına ve oradan da İtalyan Hastahanesi’ne sevk ettiler. Fakat Cemil Bey, İtalyan Hastahanesi yerine yanlışlıkla yanındaki Yunan Hastahanesi’ne yatırılmış ve orada yarası tedavi değil, bilakis özellikle genişletilmiş, tahriş edilerek hayatına son verilmek istenmiştir. Fakat Mösyö Artorot, tabibini göndererek onu ertesi gün Sent Antuvan Hastahanesi’ne naklettirmiş ve hayatını kurtarmıştır.”

Bütün bu olaylar olurken Yunan vahşeti olanca hızı ile devam ediyordu. Arif Bey anlatıyor: “Rıhtım üzerinde yatan şehitlerimiz ikişer ikişer rıhtımın bir kenarına çekildiler ve bunların bazıları boğazlarından kulaklarına kadar kesilerek dehşet ve vahşet gösterileri yapıldı.”

Önyüzbaşı Necati Bey, 8 yaşındaki oğluyla birlikte kafilede bulunuyordu. Saldırılar sonunda Necati Bey de kanlar içinde yere serilmişti. Babasının yere yuvarlandığını gören oğlu, ağlayarak üzerine kapanınca, Rumlar 8 yaşındaki bu çocuğu da yaralamaktan çekinmediler! Yunan sermayesi ile kurulmuş bulunan Anadolu Bankası’nın önünde kafileye yaylım ateşi açıldı. İkinci yaylım ateşi Pasaport Rıhtımı’na yanaşık duran Leon torpidosundan geldi. 17. Kolordu Kafilesi en büyük kayıplarını bu iki yaylım ateşi sırasında verdi. 30-40 kişi ölmüş, bir o kadarı da yaralanmıştı. Limandaki İngiliz, Fransız, Amerikan ve İtalyan savaş gemilerinden Türklerin süngüler, tüfek ve makineli tüfeklerle katledilmekte oldukları açıkça görülüyordu. Emperyalizm, adeta “marifetini” seyrediyordu! Yaptıkları tek şey, küpeştelere dayanıp bu sürek avını seyreden askerlerini içeriye sokmak oldu. Askerlerinin, Yunan-Rum katliamlarına şahitlik etmeleri işlerine gelmemişti!

ALLAH, TÜRKLERIN İMDADINA YETIŞIYOR

İşte tam bu sırada, belki de İzmir’in tarihi boyunca bir eşi görülmeyen korkunç bir fırtına ve sağanak halinde şiddetli bir yağmur başladı. Birinci Kordon’da kaldırımlar üzerinde insan avına çıkan yerli Rumlar evlere, kahvelere ve gazinolara kaçıştılar. Yunan askerleri de fırtına ve yağmurdan kurtulmak için kafileyi daha hızlı yürütmeye başladılar. 17. Kolordu’nun geri kalan kısmı böylelikle öldürülmekten kurtuldular. Kafilenin bundan sonraki kaybı, hızlı yürüyemedikleri için süngülenen birkaç kişiden ibaret kaldı. Kafile, Avcılar Kulübü’nün karşısında rıhtıma yanaşmış bulunan Patris gemisine bindirildi. Yarbay Fethi Bey sonradan yazdığı raporunda bu sıradaki gelişmeleri şöyle anlattı: “… Birkaç saat evvel hayvanların çıkarılmış olduğu vapur ambarına, diz boyu hayvan pislikleri içine hapsolundular. Yedi, sekiz yaşlarına kadar olanlar dahil olduğu halde, iki yüz kadar Mekteb-i Sultani öğrencisi, izci oldukları bahanesiyle okuldan zorla alınarak, taarruz, hakaret ve işkencelerle aynı gemi ambarlarına dolduruldular. Bu masum yavrular içinde başlarından, kol bacaklarından kurşunla yaralı ve şehit edilenlerin hali, kendimizi düşünmeyi unutturmuştu. Subaylarımızın vapura çıkarılırken bir subayımızın taşıdığı beyaz flamanın ucu, merdiven başındaki silahlı Yunan nöbetçisine dokunmuştu. Bundan hiddetlenen nöbetçi, ağır küfürlerle karışık Türk subayına iki süngü saplamış, onu orada şehit etmişti…”

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.