Atatürk, gerçek İslam’ın anlaşılması için çalıştı

Ali GÜLER

Ramazan Ayı Boyunca Bu Yazı Serisinde Neler Okuyacaksınız?

“Atatürk ve Din” konusu, bu arada “Atatürk ve İslam” konusu toplumumuzda öteden beri hem merak konusu olmuş, hem de bazı kesimler tarafından Atatürk’ü yıpratmanın bir aracı olarak kullanılagelmiştir. Gerçek nedir?

Atatürk bir devlet kurucusu kahraman olarak dine ve İslam’a nasıl bakmaktaydı? İçinden çıktığı ailenin dini-İslami kültürü ve yaşantısı nasıldı? Çocuk ve genç Mustafa’nın yetiştiği aile çevresi hangi değerler üzerine bina edilmişti? Okuduğu okullar ona hangi dini-İslami değerleri kazandırmıştı? İslami birikimi nasıl oluşmuştu? Atatürk’ün bireysel yaşantısında İslam’la ilişkisi nasıldı? Manevi dünyasında neler yaşadı?

Şüphesiz bu soruların tamamının cevabı onu ve manevi dünyasını anlamamıza yardım edecektir. Fakat bir devlet adamı olarak Atatürk’ün İslam’a yaptığı hizmetler de bulunmaktadır. Müslüman Türk milletinin gerçek, “Kur’anî İslamı” anlaması; yaşadığımız dinin tebliğcisi olan Peygamberimiz Hz. Muhammet’i tanıması için Atatürk neler yapmıştır?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel esaslarından biri olarak hayata geçirilen Laiklik, bazılarının ifade ettiği gibi “dinsizlik” midir? Yoksa demokrasinin ayrılmaz parçası ve olmazsa olmazı bir “özgürlük alanı” mıdır?

İşte bütün bu soruların cevabını yazı serisinde bulacaksınız.

Atatürk’ün Kur’an-ı Kerim’e, Hz. Muhammet’e ve İslam dinine “hakaret ettiğine” gerekçe gösterilen bazı konular var. Temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze getirilen üç temel iddia bulunmaktadır. Bunlar; Kâzım Karabekir’e atfen yazılıp çizilenler; Zakir Kadiri tarafından yazılan İslam Tarihi’ne Atatürk’ün gösterdiği tepkiyi içeren mektup ve 1 Kasım 1937’de TBMM’nde yaptığı konuşmadır. Her üç konu da bağlamından koparılarak, altı üstü kesilerek ve saptırılarak milletimiz kandırılmaktadır.


Daha önce “Atatürk ve İslam” isimli eserimizde (Halk Kitabevi, İstanbul, 2016.) ve şimdi de bu yazı serisinde yapmaya çalıştığımız, Atatürk ve İslam konusundaki doğruları, gerçekleri olabildiğince yalın bir şekilde anlatmaktır. “Atatürk dindardır” iddiasında değiliz. Fakat Atatürk’ün din ve İslam’la kavgalı olmadığını da biliyoruz. Onun kavgasının dini ve inancı, siyasi, şahsi ve ticari menfaatleri için kullananlarla olduğunu da biliyoruz.


Atatürk, Türk milletinin ana kaynaklarından İslam’ı anlaması ve öğrenmesi için çalışmıştır. Uzun yıllar üzeri örtülmüş bulunan İmam-ı Azam Ebu Hanife-İmam Maturidî ekolünü, “akılcı İslam’ı” hayata geçirmek için uğraşmıştır. Maalesef, yaşadığı devirde bile kendi arkadaşları tarafından anlaşılamamıştır.

BİRİKİMİ OLUŞTURAN ETKENLER

Sosyologlar ve sosyal psikologlar, bireyin belli bir topluma bütünleştirilmesi sürecine “toplumsallaşma süreci” demektedirler. Bu aynı zamanda bireyin bilinçli ya da bilinçsiz olarak bir “kültürle birleşme süreci”dir. Birey toplumsal kişiliğini bu süreç aracılığı ile kazanır. Sürecin sonunda “toplumsallaşmış” bireyler yetişir. Yani bireyler toplumsal bir kimlik kazanırlar, içinde yaşadıkları toplumun üyesi haline gelirler. Toplumsallaşmış birey demek, “bir aileye, dine, millete mensup kişi” demektir.

İnsanlar genellikle içinde yetiştikleri toplumun kültürünü benimserler. Bu nedenle insanın tutum ve davranışları üzerinde içinde yetişmiş oldukları toplumun büyük etkisi vardır. Çocuk, içinde doğduğu toplumun değer yargılarını, davranış, konuşma ve giyiniş biçimlerini, kısaca yaşama biçimlerini benimseyerek o toplumun bir üyesi haline gelir. İster bir birey olarak, ister bir lider olarak ele alalım Mustafa Kemal Atatürk’ün yetişme sürecinin incelenmesi de, O’nun dar anlamda “kişilik özellikleri”, geniş anlamda “liderlik özellikleri”nin ortaya konulabilmesine bağlıdır. Bir bireyin, bir liderin kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde şüphesiz, içinde yaşadığı “çevre” etkin rol oynamaktadır. Liderin çevresi ise; ailesi, okuduğu okullar, meslek ortamı, yaptığı görevler, okuduğu kitaplar, yazdığı kitap ve makaleler ile insanlık idealleri ve birikimlerinden oluşur. “Okul” veya “eğitim-öğrenim” ortamı da, bu çevrenin ve yetişme sürecinin önemli bir bölümünü, kesitini meydana getirir.

Bir lider olarak Atatürk’ün yetişmesinde de, aldığı eğitimin önemli bir etkisi ve katkısı vardır. Bu süreçte aile çevresi, ilköğrenimi, Mülki ve Askeri Rüştiye, Manastır Askeri İdadisi, Harp Okulu ve Harp Akademisi’ndeki eğitim ve öğrenimleri bilgi birikiminin oluşmasında ve kişiliğinin şe-killenmesinde şüphesiz, tartışılmaz etkiler yapmıştır. Esasen Mustafa Kemal’in bir lider olarak düşünce yapısının oluşması ve ileriye dönük fikirlerinin şekillenmesi, ilerde gerçekleştireceği önemli işlerle ilgili bilinçli bir fikri altyapının oluşması da bu yıllardan başlayarak gerçekleşmiştir.

Bu bakımdan, aile çevresi ve çocukluğu da dikkate alındığında 1881’den Harp Akademisi’ni bitirdiği 1905 yılına kadar olan dönem önem taşımaktadır. Bu dönem bir bakıma “hazırlık dönemi” olarak da isimlendirilebilir. Yaklaşık yirmi beş yıllık bu zaman diliminde dış çevre olarak, çocukluğunun geçtiği değişik mekânlar, okullar, Manastır ve Selanik şehirleri söz konusudur. İç çevre açısından ise, genç Mustafa Kemal’i etkileyen arkadaşları, dersler, öğretmen ve yöneticiler, olaylar, düşünürler, şairler, yazarlar, okuduğu kitaplar birikim ve kişiliğin kaynaklarıdır. Bütün bunların yanında, genç Mustafa Kemal’in bilinçli öğrenme isteği ve çabaları ile üstün kavrayış, algı ve sezgi gücü, kitap okuma alışkanlığı ve kitap sevgisi liderlik oluşumunu etkileyen temel kişilik özellikleridir.

Mustafa Kemal’in bu yirmi beş yıllık süreçteki askeri eğitim ve öğrenim yaşantısının; O’nun başarılı bir asker, komutan, devlet adamı, inkılapçı ve düşünce adamı kısaca, dünya çapında “vizyon” sahibi başarılı bir Dönüştürücü Lider olmasına doğrudan etki yaptığı görülmektedir. Atatürk’ün söyledikleri ve gerçekleştirdiklerinin daha iyi anlaşılıp, anlatılmasında bu sürecin çok iyi bilinmesinin önemli olduğu ortadadır. Mustafa Kemal’in kişiliğinin gelişmesi bakımından ikinci olarak 1905–1938 dönemi önem taşımaktadır. Harp Akademisi’ni bitirerek, genç bir kurmay yüzbaşı olarak göreve başladığı 1905’ten, ölüm tarihi olan 1938’e kadar geçen yaklaşık 33 yıllık bu dönem onun hayatındaki “olgunluk dönemi”’dir. Mustafa Kemal’den Atatürk’e giden bu dönem; mevcut birikimini hayata aktardığı, meslek hayatında yeni birikimler edindiği, çeviriler yaptığı, kitaplar yazdığı, gazetecilikle uğraştığı ve nihayet bütün bu birikimleri yeni bir Türk devleti kurmak yolunda kullandığı, adeta bir milleti yeniden şekillendirdiği bir dönemdir.

AİLE ÇEVRESİ VE İSLAM

Toplumun en temel birimi olarak aile, bu kültürün, yaşama biçiminin kuşaktan kuşağa aktarıcısıdır. Kültürel unsurlar öncelikle anne ve baba tarafından çocuklara taşınır. Çocuğun toplumsallaşmasında önemli bir yeri olan aile onu hayata alıştırır ve hazırlar. Geleneksel inançları ve ahlaki değerleri yetişmekte olan bireylere kazandırır. Anne babanın inançları kültürel yapılanmalardır. Anne babanın değerleri, onların davranışlarına yansıdığından çocuk üzerinde çok fazla etkili olur. Bu yüzden anne babanın yönelimleri çocuğun gelişim ortamının önemli bir bölümünü oluşturur. Şüphesiz dönemin Türk aile yapısı (geniş aile) düşünüldüğünde dedeler, babaanne, anneanne, teyzeler, dayılar, amcalar da aile çevresi içinde çocuğun kişiliğinin şekillenmesinde etkili olacaktır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün İslami bilgi ve birikiminin oluşmasında ailesinin çok büyük oranda etkili olduğunu biliyoruz. Aşağıda buna aile fertleri bazında değineceğiz. Türk-İslam kültürünün tipik bir temsilcisi ve taşıyıcısı olan Mustafa Kemal’in ailesindeki muhafazakâr ve İslami değerler anlaşılmadan onun İslam kültürünün oluşması tam olarak anlaşılamayacaktır. Bu nedenle öncelikle Mustafa Kemal’in soyu ve ailesi hakkında genel bilgiler vermek istiyoruz.

Mustafa Kemal Atatürk’ün baba soyu Konya/Karaman’dan göçürülerek Makedonya’ya yerleştirilen “Kızıl Oğuz” yahut Rumeli’deki isimleriyle “Kocacık” Yörüklerine dayanmaktadır. Bugünkü Makedonya Cumhuriyeti’nin Debre (Debar) şehrine bağlı Merkez Jupa Beldesi’nin Kocacık Köyü Atatürk’ün dedesinin köyüdür ve Türkler tarafından 1448 yılında fethinden sonra buraya çoğunlukla Kızıl Oğuz/Kocacık Yörükleri/ Türkmenleri yerleştirilmiştir. Kocacık’ta günümüzde yaşayan Türkler de bu bilgileri anlatmakta, “atalarının Konya/Karaman civarından geldiklerini” söylemektedirler. Osmanlı Devleti döneminde Manastır Vilayeti’ne bağlı Debre-i Bala Sancağı’nın Koca-cık Nahiyesi (Köyü)’ne yerleşen aile takriben 1830’larda Selanik’e göçmüştür. Atatürk’ün babası Ali Rıza Efendi takriben 1841’de Selanik’te dünyaya gelmiştir.

Atatürk’ün soyu ile ilgili elimizdeki en sağlam bilgiler öncelikle kendisinin, annesinin, kardeşi Makbule Hanım’ın anlattıklarıdır. İkinci olarak, kendisini ve ailesini tanıyan Hacı Mehmet Somer gibi, kimi çocukluk arkadaşlarının verdiği bilgilerdir. Mustafa Kemal dahil aile fertlerinde kuvvetli bir “Yörük, Türkmen olma” bilinci vardır: Makbule Hanım, E. B. Şapolyo’nun sorduğu “babanız nerelidir?” sorusuna şu cevabı vermiştir: “Babam Ali Rıza Efendi yerli olarak Selaniklidir. Kendileri Yörük sülalesindendir. Annem her zaman Yörük olmakla iftihar ederdi. Bir gün Atatürk’e ‘Yörük nedir?’ diye sordum. Ağabeyim de bana ‘Yürüyen Türkler’ dedi.” Yine Şapolyo’nun Ruşen Eşref Ünaydın’dan naklettiğine göre, “Atatürk, çok kere benim ataların Anadolu’dan Rumeli’ye gelmiş Yörük Türkmenlerdendir derlerdi.”

Cumhuriyet döneminin ilk Konya Milletvekillerinden Naim Hazım Onat, dil çalışmaları dolayısıyla Atatürk’ün sofrasında bulunanlar arasındaydı. Bir gün Atatürk’ün kendisine: “Konya benim dedelerimin öz vatanıdır. Onlar Rumeli’ne Anadolu’dan göçmüşlerdir. Bunun Konya olduğu söylenir” dediğini hatıralarında anlatır. Atatürk’ün zaman zaman Konyalılara “hemşehrilerim” demesi bir iltifat sayılsa da aslında bir gerçek payının da bulunduğu gözlerden uzak tutulmamalıdır.

YARIN: ATATÜRK’ÜN AİLE SOYU

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.