MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE MİLLİ DIŞ POLİTİKA ANLAYIŞI-3-
Eğer, “İslamcılık” kavramını İslam ülkelerinin birbirleri ile ekonomik, kültürel, siyasi, askeri bir iş birliği kapsamında “birlik” oluşturmaları olarak tanımlarsak Atatürk zaten Sadabat Paktı ile bunun örneğini vermiştir.
“Turancılık” kavramını, Türk devlet ve topluluklarının birbirleri ile ekonomik, kültürel, siyasi, askeri bir iş birliği kapsamında “birlik” oluşturmaları olarak tanımlarsak Atatürk’ün bu konuda ciddi girişimleri ve mesajları vardır ve Atatürk Turancıdır. Atatürk’ün bir devlet ve siyaset adamı olarak da bir düşünce adamı olarak da çok akılcı, gerçekçi bir “Türk dünyası vizyonu” olduğu bilinmektedir. Tamamını aşağıda vereceğimiz “Balkan birliği” veya “Balkan İttifakı” ile ilgili söyledikleri, “Türk dünyası” veya “Turan” için de geçerlidir. Atatürk şunları söylüyor: “Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasî bağımsız varlığa saygı ile dikkat ederek ekonomik sahada, kültür ve medeniyet yolunda iş birliği yapmak olunca, böyle bir eserin bütün medenî insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez.”
Atatürk, dış politikanın büyük hayaller peşinde koşmadan gerçekçi bir şekilde yapılması gerektiği konusunda şunları söylüyor:
“Büyük hayaller peşinden koşan, yapamayacağımız şeyleri yapar gibi görünen sahtekâr insanlardan değiliz. Büyük ve hayalî şeyleri yapmadan yapmış gibi görünmek yüzünden bütün dünyanın düşmanlığını, kötü niyetini, kinini bu memleketin ve milletin üzerine çektik. Biz Panislâmizm yapmadık; belki “yapıyoruz, yapacağız!” dedik. Düşmanlar da “yaptırmamak için bir an evvel öldürelim!” dediler. Panturanizm yapmadık, “yaparız, yapıyoruz!” dedik, “yapacağız!” dedik ve yine “öldürelim!” dediler. Bütün dava bundan ibarettir. Bütün dünyaya korku ve telâş veren kavram bundan ibarettir. Biz böyle, yapmadığımız ve yapamadığımız kavramlar üzerinde koşarak düşmanlarımızın sayısını ve üzerimize olan baskılarını artırmaktan ise tabiî duruma, meşru duruma dönelim; haddimizi bilelim. Biz yaşama ve bağımsızlık isteyen milletiz. Ve yalnız ve ancak bunun için hayatımızı esirgemeden veririz!”
Şüphesizdir ki, bu gerçekçilik, beraberinde şartlar ne olursa olsun, sonuna kadar direnmeyi öngören cesur ve onurlu bir gerçekçiliktir. Asla teslimiyetçilik ve yılgınlık yoktur. Atatürk 8 Temmuz 1920 tarihinde TBMM’de yaptığı konuşmada, “Memleketimizin ellide biri değil, her tarafı tahrip edilse, her tarafı ateşler içinde bırakılsa, biz bu toprakların üzerinde bir tepeye çıkacağız ve oradan savunma ile meşgul olacağız” diyerek bu konudaki kararlılığını göstermiştir. 1937’de söylediği şu sözler de aynı kararlılığın ürünüdür:
“Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir.”
Cumhuriyet Hükümeti’nin, Doğu’da izleyegelmekte bulunduğu dostluk ve yakınlık siyaseti, yeni bir kuvvetli adım attı. Sadabat’ta, dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir memnuniyetle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın etrafında toplanan devletlerin, aynı gayeyi izleyen ve barış içinde gelişmeyi samimiyetle isteyen hükûmetleri arasında iş birliğinin, gelecekte de hayırlı neticeler vereceğinden emin bulunmaktayız.”
GÜVENLİK POLİTİKASI VE İTTİFAKLAR SİSTEMİ
Başarılı bir asker ve iyi bir devlet adamı olan Mustafa Kemal Atatürk, genç cumhuriyetin kuruluşu sonrası ülkenin ekonomik, toplumsal ve kültürel yapılanması işinin önemini sürekli vurgulamıştır. Esas “savaşın” kalkınma olduğunu her vesile ile dile getirmiştir. Diğer yandan genç cumhuriyetin kendini koruyabilmesi yani savunması için gerekli güvenlik önlemlerinin alınmasının önemine inanan Atatürk, Türk milletinin kendi milli gücüne dayanan askeri ve ekonomik yapılanmasını yeni ve sağlam esaslara oturtmak için çalışmalarda bulunmuştur. Bu anlamda askeri harcamalar ve ordunun modernleştirilmesi, ülkenin ekonomik yapılanması ile eş zamanlı olarak yürütülmüştür.
Bölgesel ve dünya barışının korunması için Türkiye’nin sadece kendi gücünün yetersiz kalacağını bilen Atatürk, ülkenin güvenliğini sağlamak için uluslararası politikanın gereği olarak yürütülecek denge politikaları çerçevesinde ittifaklar yaparak ülkenin güvenliğini sağlamak ilkesini benimsemiştir. Türkiye, Atatürk döneminde bu doğrultuda hareket etmiş ve ülkenin güvenliği için gerekli gördüğü ittifaklar yapmaktan kaçınmamıştır.
Atatürk’ün ittifaklar ile ülkenin güvenliğine katkı sağlamak düşüncesinde dikkat ettiği esas nokta, ittifak ilişkisinin bağımsız ve egemen iki veya daha çok devlet arasında bir iş birliğin hayata geçirilmesi konusudur. Milliyetçilik ilkesinin gereği olarak kafamızın yarısı milli durmalı, diğer yarısı ittifak için çalışmalıdır. Ülke güvenliğini tamamen ittifak ilişkisine bağlamak, ileride ülke savunmasına çok büyük zararlar verebilecektir. İttifak ilişkisinde ülkeyi yönetenlerin zihninden çıkarmamaları gereken yegâne konu, “bir gün aynı ittifak içindeki ülkelerle menfaatlerimiz çatışırsa ne yaparız?” sorusuna cevap verebilecek şekilde hazırlıkların yapılması konusudur. Bu konuda da Atatürk’ün ittifaklar ilişkisinin mutlaka incelenmesi gerekir.
Yeni Türkiye’nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfî olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla uyumlu olacaktır. Bizim için ne ittihad-ı İslâm, ne Turanizm mantıkî bir siyaset yolu olamaz. Artık yeni Türkiye’nin devlet siyaseti, millî sınırları dâhilinde, egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Hareket kuralımız budur!”
Atatürk ülkenin güvenlik sorunları, bölgesel barış, Dünya barışı bağlamında, savunma sanayinin geliştirilmesi ve ittifaklar konusunda önemli tespitler yapmıştır. Balkan Paktı, Sadabat Paktı gibi mimarı olduğu bölgesel ittifaklar için de önemli vurgular yapmıştır. O konuyla ilgili olarak şunları söylüyor:
“Dış siyasetimizde dürüstlük, memleketimizin güvenliğine ve gelişiminin korunmasına dikkat, hareket tarzımıza kılavuz olmaktadır. Esaslı düzenleme ve gelişim içinde bulunan bir memleketin, hem kendisinde hem çevresinde barış ve huzuru ciddî olarak arzu etmesinden daha kolay izah olunabilecek bir nitelik olamaz. Bu samimî arzudan esinlenen dış siyasetimizde memleketin dokunulmazlığını, güvenliğini, vatandaşların haklarını herhangi bir tecavüze karşı bizzat savunabilmek kudreti de, özellikle gözde tuttuğumuz noktadır. Kara ve deniz ve hava ordularımızı, bu memlekette barışı ve güvenliği dokunulmaz bulunduracak bir kuvvette muhafazaya bunun için çok önem veriyoruz.”
“Milletlerin güvenliği ya iki taraflı veyahut çok taraflı umumî müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan ilkeler, barışın korunması emrinde bizim için kesin ve isabetli değildir ve olamaz. Bunların her birini coğrafî ve siyasî icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki özenli çalışmayı gerçeklere dayandırmak, her millet için ayrı ayrı bir vazifedir. Cumhuriyet Hükûmeti, bu gerçeği görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşuları ile olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre düzenlemeyi bilmiş ve bu sayede dış siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır.”
“Son yılların hep harice âlet olan muharebeleri ispat etti ki, Balkanların birbirleriyle çarpışmaları kadar manasız ve acınacak az macera bulunur. Bu kardeş muharebelerinde ve milletler kendi aralarında boş yere yıpranmışlardır ve bir çaresi bulunmazsa, bu kardeş boğuşmaları daha devam edebilir. Yetmedi mi, niçin devam etsin?”
“Balkan milletleri sosyal ve siyasî ne görünüş arz ederlerse etsinler, onların Orta Asya’dan gelmiş aynı kandan, yakın soylardan müşterek cetleri olduğunu unutmamak lâzımdır. Karadeniz’in kuzey ve güney yollarıyla, binlerce seneler deniz dalgaları gibi birbiri ardınca gelip Balkanlarda yerleşmiş olan insan kütleleri başka başka adlar taşımış olmalarına rağmen, hakikatte bir tek beşikten çıkan ve damarlarında aynı kan dolaşan kardeş kavimlerden başka bir şey değillerdir.
Görüyorsunuz ki, Balkan milletleri yakın maziden ziyade uzak ve derin mazinin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pekâlâ bağlanabilir. Bin bir türlü beşerî ihtiraslarla, dinî ayrılıklarla, bazı tarihî hâdiselerin bıraktığı dargın izlerle, geçmiş zamanlarda gevşetilmiş, hatta unutturulmuş olan gerçek bağların kuvvetlendirilmesi lüzumlu ve faydalı olduğu, yeni insanî devre girdik. Bir an için, bütün bu maziye gömülmüş olan hatıralardan vazgeçsek bile, bugünün gerçek gerekleri, Balkan milletlerinin, devrin hürmet ve riayete mecbur kıldığı yepyeni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir zihniyet altında birleşmelerindeki faydanın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasî bağımsız varlığa saygı ile dikkat ederek ekonomik sahada, kültür ve medeniyet yolunda iş birliği yapmak olunca, böyle bir eserin bütün medenî insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez.”
“Balkan Antlaşması, Balkan devletlerinin, birbirlerinin varlıklarına özel saygı beslenilmesini göz önünde tutan mutlu bir belgedir. Bunun, sınırların korunmasında, gerçek bir değeri olduğu besbellidir.”
“Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin birlik yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin, tarihte geçmiş olan birliklerin çok üstünde olmasını isteriz. Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun, esas temel taşları lâzımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi, her türlü siyasete yön veren esaslardır.”
YARIN: ATATÜRK VE BARIŞÇILIK...