ATATÜRK’TE İSLAMÎ BİLGİ İLE BİRİKİMİN OLUŞUMU VE KAPSAMI-VI
Cemal Bey’in İstanbul’a bir gelişinde Zübeyde Hanım, kendisini iyice halsiz ve hasta hissediyordu. Cemal Bey’e, vasiyetnamesini yapmak isteğinde olduğunu söyleyerek, onun yardımcı olmasını istedi. Cemal Bey de çok saygı duyduğu Zübeyde Hanım’ın bu isteğini, tüm zorluklara rağmen yerine getirdi. Yakın tanıdık komşulardan üç şahit de çağrılarak bunların huzurunda 25 Kanunusani 1338 (25 Şubat 1922) günü, yaklaşık ölümünden bir yıl önce, Zübeyde Hanım isteklerini bir bir söyledi. Cemal Bey de yazdı. Daha sonra yazılanlar tanıklar önünde kendisine okundu, doğru yazılmış olduğunu ifade ederek mührünü ve parmağını bastı. Şahitler de ad ve adreslerini yazarak vasiyetnameyi imzaladılar.
Zübeyde Hanım’ın kişiliğinin birçok cephesini, bu arada dindar kişiliğini göstermesi bakımından da önemli olan vasiyetnamesinin tamamı günümüz Türkçesi ile şu şekildedir:
“İstanbul’da Beşiktaş’ta Akaretler’de 76 numarada oturan Mustafa Kemal Paşa Hazretleri’nin annesi ben Zübeyde, mevcut malımın üçte birini ayırarak; aşağıda gösterildiği gibi sarf ve vakfedilmesini vasiyet eylerim:
1. Ölümümde teçhiz ve tekfin ve mezar ile dedeler, tehlil okuyucu efendiler ile mezara götürülmek harcamaları ve gömülüşümün üçüncü günü akşamı hafızlar, hocalar, akraba ve dostlar ve komşulardan uygun görülecek kimseler davet edilerek akşam yemeği yendikten sonra hatim indirmek için eczai şerife okutturulacak ve duadan sonra hafızlar ve hocalara uygun miktarda dağıtılmak üzere, bütün bunların hepsi için 450 lira ayırdım.
2. Ölümümde Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergâhı haziresinde gömüleceğim.
3. Yahudi’den dönme Hayriye adındaki kadına ve onun ölümü halinde oğluna 10 lira verilecektir.
4. Manevi evladım yerindeki Ayşe adlı kıza, gelinlik çeyizi için yine 10 lira verilecektir.
5. Selanik’te biraderim ölü Hasan Ağa’nın oğlu Abdurrahman’a 30 lira verilecektir.
6. Yetim Abdürrahim’e 20 lira verilecektir.
7. Vaktiyle hizmetimde bulunurken kaybolan Vasfiye adındaki hizmetçim buldurularak kendisine 20 lira verilecektir.
8. Büyütmem Afife ile oğlu Hakkı’nın sünneti için 15 lira verilecektir.
9. Her zaman akmak üzere şehrin münasip bir yerinde bir çeşme yaptırılıp, suyu akıttırılmak ve ara sıra onarımına harcanmak üzere 475 lira ayırdım.
10. Her Cuma günü, Cuma namazından bir saat evvel başlanarak, ezan okununcaya kadar uygun bir camii şerifte cemaate karşı iki cüz’ü şerif okutturularak, karşılığında okuyan hafız efendiye gelirinden verilmek üzere 490 lirayı ve dokuzuncu maddenin hükümleri için usulü dairesinde Şeriye Mahkemesi’nde vakfiyesini tescil ettirmeye ve mütevelli tayinine ve dilediği kimseyi mütevelli kılmaya mezun eyledim.
11. Kefalet, savm ve salat ve zûnup için ve Kurban Bayramı'nın birinci günü beş adet kurban kesilmek ve Öksüzler Yurdu öğrencilerine yedirilmek ve Kur'an hatmolunmak üzere bir defaya mahsus olarak Öksüzler Yurdu'na 200 lira hediye ve teberru edilecektir.
12. Vasiyetnamede gösterilen maddeler için tahsis ettiğim toplam olarak 1.800 lira kâğıt para, yaşadığım sürece benim olmak ve ölümümden sonra vasiyetnamemde gösterildiği gibi harcanmak ve Osmanlı Bankası’nda saklanmak, adıma cari hesap ile verilmek üzere Selanik Başşehbenderi (Başkonsolosu) Kâmil Beyefendi’ye teslim eyledim. Onun bir yere gitmesi ve kaybolması halinde, bu para bilmem şartıyla, seçilecek ve gösterilecek başka bir güvenilir kişi adına yine bu banka cari hesabına yatırılacaktır.
13. Selanik'te Mithat Paşa Sanayi Mektebi karşısındaki selamlığı ile birlikte büyük evim ile aynı evin köşesinde bulunan teyzemden alınmış iki tane evimi Mustafa Kemal Paşa'ya ve gene büyük evimin köşesinde Ayşe Molla'dan alınan bir ev ile Ahmet Subaşı Mahallesi'nde bulunan bir ev, ki toplam olarak iki evimi kızım Makbule Hanım'a ayırarak tahsis eyledim. Bundan başka; yanımda olan paramdan uygun miktarını hayatımda kızıma bildirdiğimden, oğlum Paşa'ya bir yıl önce kızım Makbule Hanımla birlikte yazarak ve mühürlüyerek gönderdiğimiz mektubumuzda belirttiğimiz hususlar, bu mektupta yazılı olduğu gibi hükmü saklı kalmak üzere bütününden Paşa Hazretleri'ne duyurulmasını vasiyet ederim.
Bu vasiyetnamemi kapsayan madde ve hususların eksiksiz yapılmasını Selanik Başşehbenderi (Başkonsolosu) Kâmil Beyefendi ile bu Şehbenderhane (Başkonsolosluk) Kâtibi Cemal Bey'i yetkili ve sorumlu vasi tayin ettim.
Bütün bu hususların uygulandığını ve gerçekleştirildiğini, alınabilecek yerlerden belgeler ile yapılan harcamaları, oğlum Mustafa Kemal Paşa'ya ayrıntılı listeyle hesap vermek zorundadırlar.
14. Bu vasiyetname tarihinden önce yapılmış başka bir vasiyetname çıkacak olursa, feshedilmiş ve hükümsüz olacaktır.
15. Bu vasiyetname, biri yanımda saklanmak ve öteki Kâmil ve Cemal Beylerde bulunmak üzere iki nüsha olarak hazırlanmış ve ilgililere verilmiştir.
MUSTAFA KEMAL PAŞA HAZRETLERİNİN ANNESİ
Bu vasiyetname aramızda tanzim ve içindekiler okunarak bildirildikten ve tamamıyla kabul edildikten sonra, kendi mühür ve parmağını bastığını, dünya ve ahiret şahidi sıfatıyla tasdik eylerim.
Şahitler: İstanbul'da Meyvahoş'da 34 numaralı dükkânda kiracı bulunan tüccardan Selânikli Mehmet. İmza: Mehmet Nail. Beşiktaş'ta Akaretler'de 84 numaralı evde oturan Aile Mutfağı sahibi Ferit. İmza: Ahmet Ferit. Beşiktaş'ta Akaretler'de 84 numaralı evde oturan Aile Mutfağı sahibi Şükrü. İmza: Ahmet Şükrü.”
Emir Eri Ali (Metin) Çavuş’un anılarında ve özellikle Mustafa Kemal Paşa’nın Latife Hanım ile evliliği konusunda yazılan eserlerde Zübeyde Hanım’ın ölmeden hemen önce, son saatlerinde ikinci bir vasiyetname daha hazırlattığı anlatılmaktadır. Bu vasiyetname şu ana kadar ortaya çıkmamıştır.
Zübeyde Hanım ile ilgili sonuç olarak şunları söylemek mümkündür: Bu vasiyetnamenin maddeleri incelendiği zaman açıkça görülmektedir ki, Atatürk’ü yetiştiren, Müslüman Türk milletine bir kurtarıcı-kurucu kahraman armağan eden Zübeyde Hanım, dini bütün, dindar bir kadındır. İstanbul Beşiktaş’taki “Yahya Efendi Dergâhı”na müntesiptir. Hayır, hasenat yapmayı kendisine düstur edinen bir Müslüman Türk anasıdır.
ATATÜRK VE AiLESINDE MEVLEVİLİK
Atatürk’ün ailesinde önemli sayılabilecek düzeyde bir “Mevlevilik” geleneği bulunmaktadır. Bu hem aile fertlerinin anlatımlarında hem de aile ile birinci dereceden yakınlıkları bulunan kişilerin anlatımlarında görülmektedir.
Kardeşi Makbule Hanım’ın, “… Büyükbabam Feyzullah Efendi’nin büyük amcası Konya’ya gitmiş, Mevlevi dergâhına girmiş orada kalmış. Yörüklüğü tutmuş olacak....” şeklindeki ifadesi bu bakımdan önemlidir. Bu Zübeyde Hanım tarafındaki Mevlevilik ilişkisini belirleyen bir anlatımdır.
Baba tarafında ise daha önemli bir ilişki söz konusudur: Ali Rıza Efendi’nin ablası Hatice Hanım Selanik Mevlevi Kapu Şeyhi’nin gelinidir. Yine Zübeyde Hanım’ın Ragıp Beyle ikinci bir evlilik yapması için ikna edilmesinde önemli rol oynayan kişi bu Şeyh Rıfat Efendi olmuştur. Bu konuda dikkat çeken bir diğer ilişki de Atatürk’ün büyük amcası Kızıl Mehmet Emin Efendi’nin oğlu Salih Efendi’nin ikinci eşi Müberra Hanım’ın “Selanikli Mevlevi Şeyhi-Zadeler Ailesi”ne mensup olmasıdır ki; Atatürk’ün baba tarafından soyunun günümüze ulaşan iki kolundan biri Salih Bey-Müberra Hanım evliliğinden devam eden koldur.
Atatürk’ün Mevlana ve Mevlevilik ile ilişkisi de daha öğrencilik yıllarında başlamıştır. Okul tatillerinde Selanik’e gelen Mustafa Kemal Mevlevi Tekkesi’ni ziyarete gider, orada Mevlevi ayini dinler, sema seyrederdi. Gördükleri ve duydukları ilgisini çektiği için, sonraki yıllarda Mevlâna’nın Mesnevi ve Divan-ı Kebir isimli eserlerinin tercümelerini okumuştur. Aileyi yakından tanıyan ve Mustafa Kemal’in çocukluğunu ve gençliğini yakından bilen Kılıçoğlu Hakkı Bey, Falih Rıfkı Atay’a gönderdiği bir mektupta, Mustafa Kemal’in tekke ayinlerine katıldığını şu cümlelerle ifade etmektedir: “Ailece pek yakındık. Zübeyde Molla’yı ikinci defa kocaya veren benim büyük kaynatam Şeyh Rifat Efendi’dir. Mustafa Kemal, tatillerde Selanik’te sılaya geldiği vakit büyük kaynatamın tekkesine gelir, ayin günlerinde dervişler halkasına katılarak huuu huuu diye kan ter içinde kalıncaya kadar döner dururmuş...” Kılıçoğlu Hakkı Bey’in bahsettiği Selanik Kapu Tekkesi (Mevlevi Tekkesi) Şeyhi Rifat Efendi’dir.
Atatürk’ün Konya ve Mevlâna ile ilgisini de bu bakımdan yeniden düşünmek durumundayız. Çünkü Atatürk’te derin, samimi bir Konya sevgisi vardır. O Konya Türk Ocağı’nın defterine yazdığı gibi Konya’yı “asırlardan beri tüten büyük bir nurun ocağı, Türk kültürünün esaslı kaynağı” olarak tanımaktadır. “Konya’nın, milli hâkimiyetin istikrarında en kudretli istinat noktalarından biri olacağına büyük kanaatim var” demektedir.
Konya’ya her gelişinde Konya gençliğine güvenini tazeleyen Atatürk, Konya’nın Abditolu Köyü’nden yaşı seksene ulaşmış zeki bir köylüye (Hacı Hüseyin Ağa) “sen benim babamsın, sana baba diyeceğim” diyerek Yörük geleneğine göre onu “babalığa” seçmesi, Atatürk’ün Konya’ya ilgisi ve sevgisinin örneklerinden biridir. Bu sevginin kaynaklarından biri de Atatürk’ün Mevlâna ve fikirlerine karşı duyduğu hayranlık olmalıdır. Bir keresinde Konya’ya gelirken, tren penceresinden Mevlâna Türbesi’nin Yeşil Kubbesi’ni görmüş, yanındaki bir dostuna: “Ne zaman bu şehre gelecek olsam, içimde bir heyecan duyarım. Mevlâna düşünceleriyle benliğimi sarar. O çok büyük bir dahi, çağlar açan bir yenilikçi…” demiştir.
Çankaya Köşkü’ndeki dil çalışmaları toplantısına Konya Mevlevi Dergâhı eski postnişinlerinden Veled Çelebi İzbudak da davet olunmuştu. Söz dönüp dolaşıp Mevlâna’ya gelmiş, Atatürk şunları söylemiştir: “Mevlâna, Müslümanlığı Türk ruhuna intibak ettiren büyük bir reformatör. Müslümanlık aslında geniş manasıyla hoşgörülü ve modern bir dindir. Araplar onu kendi bünyelerine göre anlamış ve tatbik etmişlerdir. Sıcak bir iklimde oturan, suyu nadiren kullanan, genel bir hareketsizlik içinde ömür süren Bâdiye Arapları için günde beş vakit abdest ve namaz, çok ileri seviyede bir yaşama hareketidir. Hazreti Muhammed insanları uyuşukluktan harekete sevketmiştir. Sarp dağlar, yüksek yaylalarda at koşturan, erimiş kar suları ile yıkanan Türkler için abdest ve namaz çok tabii olmuştur. Mevleviliğe gelince o tamamen Türk geleneklerinin Müslümanlığa nüfuz örneğidir. Dönerek ayakta ve hareket halinde Allah’a yaklaşma fikri, Türk dehasının en tabii ifadesidir.”
YARIN: ATATÜRK’ÜN ALDIĞI EĞİTİM VE İSLAMİ BİLGİ