Atatürk’ün Etnoğrafya’dan Anıttepe’ye kutlu yolculuğu

Ali GÜLER

VEFATININ 81. VATAN TOPRAĞINA VERILIŞININ 66. YILINDA - 1

Rasattepe’de bir anıt mezar: “Anıt mezarlar”, bütün ülkelerin devlet adamları, liderleri için, onların hatıralarını yaşatmak amacıyla yaptıkları önemli eserlerdir. Eğer bizde olduğu gibi bu devlet adamı, lider aynı zamanda bir “kurucu kahraman” ise O’nun için yapılacak “anıt mezar” daha da önemli hale gelmektedir.

Türk milleti, 10 Kasım 1938’de kaybettiğimiz Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk için, O’na yakışır bir anıt mezar yapmıştır: Anıtkabir… O’nun ülkeyi düşman işgalinden kurtarmak için merkez yaptığı, demokrasimizin tecelligâhı olan TBMM’ni açtığı ve Kurtuluş Savaşı sonrasında da devlet yeniden yapılanırken genç Cumhuriyet’in “Başkenti” ilan ettiği Ankara’da yapıldı Anıtkabir… O zaman Rasattepe, şimdilerde Anıttepe’de…

Anıtkabir inşaatı yaklaşık on beş yıl sürdü. Başlangıcında, dünya bütün insanlığı etkisine alan ikinci bir küresel savaşın içinde, ateş çemberinden geçiyordu. Başka bazı nedenlerle birlikte inşaatın uzun sürmesinin temel nedeni 2. Dünya Savaşı’nın yarattığı bu olumsuz şartlardı. Bir 10 Kasım günü kaybettiğimiz Atatürk’ü, bir başka 10 Kasım günü “ebedi medfenine” uğurladık. 1926’daki İzmir Suikastı sonrasında kendisine “geçmiş olsun” dileklerini ileten Türk milletine; “Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” demişti. 10 Kasım 1953’te vatan toprağı ile sonsuza kadar ayrılmamak üzere kucaklaştı.

Anıtkabir bugün, hem Atatürk’ün mezarının bulunduğu, hem de Atatürk’ün hatıralarının yaşatıldığı bir mekândır. Bu yönüyle 2002’de yenilenerek ve genişletilerek yeniden düzenlenip hizmete sunulan Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesi işte O’nun hatıralarının genç nesillere anlatılabilmesi bakımından büyük bir işlevi yerine getirmektedir. Anıtkabir, bu müzenin yeni hali ile daha anlamlı hale gelmiştir.

ATATÜRK’ÜN VEFATI VE CENAZE TÖRENLERİ

Bilindiği gibi Atatürk, yakalandığı amansız hastalıktan kurtulamayarak 10 Kasım 1938 günü saat 09.05’te hayata gözlerini yumdu. Dolmabahçe Sarayı’nda idi. Hastalığı devamlı ve danışman doktorları ile konunun uzmanı yabancı doktorlarının teşhisi ile “kanlı karaciğer iltihabı” yani “siroz” olarak belirlenmişti.

22 Ocak 1938’de ilk olarak Prof. Dr. Nihat Reşat Belger tarafından muayenesi ile başlayan süreç yaklaşık bir yıla yayılarak ve özellikle de son beş ayında yani Temmuz 1938’den sonra ağırlaşarak devam edecektir. Haziran ve Temmuz aylarını Savarona Yatı’nda geçiren Atatürk, Ağustos’tan itibaren Dolmabahçe Sarayı’nda kendisi için hazırlanan Pembe Salon’da kalacaktır. 8 Kasım’a kadar zaman zaman ağırlaşarak ilerleyen hastalık süreci, 8 Kasım saat 18.30’da Atatürk’ün “derin bir komaya” girmesiyle bilinen sona doğru yaklaşacak, 10 Kasım sabahı 09.05’te de tıbbi ölüm gerçekleşecektir. Atatürk’ün ölümünden sonra naaşının Anıt Mezar inşaatı nedeniyle uzun süre bekleyebileceği düşünülerek bir dizi işlem gerçekleştirilmiştir. Bu işlemleri ana hatları ile şu şekilde sıralamak mümkündür:

Öncelikle Hıfzıssıhha Müdürü Dr. Nuri Hakkı Aktansel tarafından Atatürk’ün yüzünün ve ellerinin mulajları (maskları) alınmıştır. Ardından o dönemde İslam Tetkikleri Enstitüsü Müdürü olan Ord. Prof. Dr. Şerafettin Yaltkaya Hoca’nın imamlığında Atatürk’ün naaşı İslami usullere göre yıkanarak kefenlenmiştir. 10 Kasım günü yapılan bu işlemlerin ardından 11 Kasım günü Atatürk’ün naaşı Patolog Prof. Dr. Lütfü Aksu tarafından “tahnit” edilerek kurşun bir tabuta, o da gül ağacından yapılan bir taşıma tabutuna konulmuştur. Taşıma tabutu, Türk bayrağına sarılarak Muayede Salonu’nda hazırlanan bir katafalka konulmuş ve halkın ziyaretine hazır hale getirilmiştir.

16 Kasım günü başlayan halkın ziyareti 18 Kasım gecesi geç saatlere kadar sürmüştür. 19 Kasım sabahı İstanbul’dan Ankara’ya nakil töreni yapılacaktır. Nakil töreni sabah saat 08.30’da başlamadan hemen önce Ord. Prof. Dr. Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın imamlığında hazır bulunanlar tarafından Muayede Salonu’nda Atatürk’ün cenaze namazı kılınmıştır.

Top arabasına konulan Atatürk’ün naaşı, Dolmabahçe, Tophane, Karaköy, Galata Köprüsü, Eminönü, Gülhane Parkı güzergâhı takip edilerek, yoğun bir kalabalıkla Sarayburnu’na getirilmiştir. Burada bekleyen Zafer Torpidosu’na konulan Atatürk’ün naaşı açıktaki Yavuz Zırhlısı’na götürülmüş ve ona nakledilerek İzmit’e doğru yola çıkmıştır. Bu sırada dost ve müttefik ülkelerinde katılımı ile havadan ve denizden bir uğurlama da icra edilmiştir. İzmit’te törenle karaya çıkarılan Atatürk’ün naaşı, yine törenle hazırlanmış bulunan ve Atatürk’ün yurt gezilerinde kullandığı özel vagona konularak, trenle Ankara’ya hareket etmiştir. Bu sırada 2. Cumhur Başkanı İsmet İnönü Ankara’da, Başbakan Celal Bayar ve Tören Komutanı Orgeneral Fahrettin Altay İzmit’ten Ankara’ya Atatürk’ün naaşını götüren trendedir.

Özel tren, 20 Kasım 1938 günü saat 10.00’da Ankara Garı’nda Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve diğer devlet erkânı tarafından törenle karşılanmış, trenden alınarak top arabasına konulmuş ve 2. TBMM’ne getirilerek, Meclisin önünde hazırlanan katafalka konularak halkın ziyaretine açılmıştır. Halk bir gün Atasının naaşını ziyaret etmiştir.

21 Kasım 1938 Pazartesi günü Atatürk’ün naaşı devlet töreni ile geçici kabir olarak kararlaştırılan Etnoğrafya Müzesi’ne götürülmüştür. 31 Mart 1939 tarihine kadar burada hazırlanan katafalkta muhafaza edilen naaş, bu tarihte devlet erkânının huzurunda bayraklı tabutuyla birlikte geçici kabrine konulmuştur.

Etnoğrafa Müzesi’ndeki bu geçici kabir, 15 yıl bir nevi Anıtkabir işlevi görmüştür. Özel anma günlerinde buradaki geçici mezara çelenkler konulmuş, yerli ve yabancı ziyaretçiler hatıra defterini burada yazıp imzalamışlardır.

MEZAR KONUSUNDA ATA’NIN BİR TERCİHİ VAR MIYDI?

Atatürk, Türk-İslâm geleneğinde örnekleri görülmesine rağmen sağlığında kendisi için bir mezar yaptırmamıştı. Daima milletine inanan ve güvenen Atatürk, Türk milletinin kurtarıcısını unutmayacağını, onun hatıralarını en iyi şekilde yaşatacağını biliyordu. Bu nedenle Atatürk kendisi ve ailesi için bir mezar yaptırmadığı gibi, gömüleceği yer hakkında da bir vasiyette bulunmamıştı.

Mesela annesi Zübeyde Hanım (1857 Selanik- 15 Ocak 1923 İzmir) için, defnedildiği Ferik Osman Paşa Camii (Karşıyaka-İzmir) bahçesinde Latife Hanım tarafından yaptırılan sandukalı ve uzun kitabeli mezarın resmini gördüğünde ve sonra yerel yöneticilerin gösterişli bir mezar yapılmasını önerdiklerinde Genel Sekreter Hasan Rıza Soyak’a şunları söylemiştir: “İlk fırsatta İzmir’e gidersin, bu sanduka ve kitabeyi kaldırırsın, dağdan iki büyük ve uzun taş getirtirsin, birini olduğu gibi temel üzerine tespit ettirir, diğerini baş tarafa diktirirsin ve bunun bir yerini biraz düzelterek: ‘Atatürk’ün Anası Zübeyde Burada Gömülüdür’ diye yazdırırsın. Altına da ölüm tarihini koydurursun yeter.” Gerçekten de Zübeyde Hanım’ın mezarı bugün Atatürk’ün istediği şekilde, bir kayadan ibarettir.

Atatürk’ün, kendi mezarının şekli ve mezarın yeri konusunda sağlığında ne düşündüğü çok yakınında bulunan bazı insanların anılarında nakledilmektedir. Mesela Afet İnan bu konuda şunları anlatmaktadır:

“Atatürk’ün ölümünden sonra O’nun yatacağı yer ve üzerinde kurulacak anıt için, çeşitli düşünceler ileri sürülmüş ve milletin bütün hassasiyeti bu mesele üzerinde senelerce işlemiştir. Bu hususta kendisinin yazılı bir vasiyetnamesi yoktur. Ancak bu meseleye ait bazı hatıralarım vardır. Buna göre Atatürk’ün gömüleceği yer ve toprak, devlet merkezi Ankara’da olacaktı. Çünkü onun en son kuvvetli arzusu bir an önce Ankara’ya dönebilmekti. Fakat bu şehrin neresinde? Atatürk’ün kabri için, sağlığında benim bildiğim iki yerden bahsedilmişti. Biri Eski Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer.

Diğeri Çankaya’daki yeni köşkün mermer havuzu. Bu yerler şu münasebetle konuşulmuştur: Bir akşam Atatürk’ün etrafında toplananlar arasında, onun fani oluşu üzerinde durulmuş ve kendisi şu cümlesini tekrar etmişti. ‘Benim nâçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.’ Dedikten sonra ‘milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın.’ Büyük Millet Meclisi’nin altındaki yuvarlak yeri ortaya atan Recep Peker’e ise; ‘iyi ve kalabalık bir yer, fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem.’ Ancak, yine o akşam ileri sürülen bir fikrin kendisini çok mütehassis ettiğini, bugün gibi hatırlıyorum. Memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprak üzerinde yatmak. Recep Peker, hararetle bu fikrin sembolik müdafaasını yapmıştı. Atatürk, ‘böyle bir fikrin tatbikatından ancak fani vücudu için haz ve gurur duyacağını’ ifade ederken bana bakarak ‘bunu unutma’ demişti. Bu itibarla O, Ankara’da yurdun bilhassa sınırlarından muharebe meydanlarından ve her taraftan gelen toprak üzerinde yatmaktadır.

Bu hatıramın esas noktalarını hülâsa edecek olursam; gösterilen mezar yeri için, O müspet veya menfi bir arzuyu desteklememiştir. Ancak, yurdun her tarafından gelerek toplanacak toprağa yatmayı gönülden arzu etmiştir. Kabir yeri için ikinci hatıram da şudur: 1932 yılının yaz aylarında bir gündü. Çankaya’daki Yeni Pembe Köşk’ün yapılması bitmiş, döşenmiş ve oraya taşınılmıştı. O sırada Atatürk’ün mumdan yapılmış iki cam arasına konmuş bir resmini getirmişlerdi. Bu resim, ancak ışık vurduğu zaman görülebiliyordu ve kırılmasın diye de iki pencerenin arasına koymuştum.

MUSTAFA KEMAL DENİZ’İ ÇOK SEVERDİ

Akşam Çiftlik’te bazı davetlilerle Marmara Köşkü’ne yemeğe gitmiştik. M. Kemal sofrada, gündüz gördüğü bu resmi hatırlayarak konuşmaya başlamıştı. Mumya yapmak âdetinin tarihte geçirdiği safhaların üzerinde durduktan sonra bir ara kendisi, ‘beni öldükten sonra Çankaya’ya gömer hatıramı yaşatırsınız’ demişti. Fakat bu fikrinden derhal vazgeçerek aynen şöyle ifade etmiştir: ‘Beni milletim nereye isterse oraya gömsün, fakat benim hatıralarımın yaşayacağı yer Çankaya olacaktır’ diye tekrarlamış ve Çankaya’yı kendisinin mezarı olarak istemekten vazgeçmişti.

Atatürk, burada insani bir hisle yaşadığı yere bağlılığını ifade etmişti. Ancak mezarı olacak yer için bir dileğini başka hiçbir zaman vasiyet şeklinde bizlere bildirmedi ve bu geceden sonra Çankaya’ya gömülme meselesini tekrar ettiğini hiç işitmedim.

Böylece O, benim anladığıma göre, Çankaya’nın kendi hatıralarının yaşadığı ve yaşayacağı bir yer olarak kalmasını arzu etmiştir…” Ayşe Afetinan aynı anılarında; “M. Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur” tespitini yaptıktan sonra konuyla ilgili iki hatırayı anlatarak, Atatürk’ün gömüleceği yer ile ilgili şu hükme varmaktadır: “Demek ki, Atatürk gömüleceği yer için, resmi bir vasiyet yazmadığı gibi, hususî arzularını da, benim bildiğime göre, bu vesilelerle izhar etmiş, fakat kesin bir kararını bizlere bildirmemiştir. Ancak bazı arzu ve düşüncelerini ifade etmiştir. Onlar da: a) Sembolik manası olan bütün vatan parçalarından gelen toprakta yatmak, b) Bol yeşillikli ve çam ağaçlı bir yer olmak.”

YARIN: Hükümet, yer seçimi için özel bir komisyon kuruyor

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.