Atatürk'ün huzurunda iki Nevruz bayramı

Ali GÜLER

NEVRUZ: TÜRK’ÜN YENGİ GÜNÜ (YENİ GÜNÜ)-(2)

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün huzurunda, iki Nevruz Bayramı kutlandığını biliyoruz. 23 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan habere göre; askerler ve halk öğleden önce Hükümet meydanında toplandılar. Yedek Subay Okulu, “Yaşasın sancağımız/Ona feda kanımız” marşını söyleyerek geçti.

SMANLI devlet hayatında Nevruz ile alakalı bir başka gelenek de “Nevruziye Pişkeşi” adı ile anılan hediyeleşme idi. Her sene yılbaşı olan Nevruz’da veziriazam ile vezirler, eyalet valileri ve belirli bazı devlet adamları tarafından padişahlara “Hediye-i Nevruziye” adıyla donanmış atlar, murassa silahlar, pahalı kumaşlar vesair hediyeler verilirdi. Bu neviden armağanlara Divan-ı Lügati’t-Türk’de “artut” denilmiştir. Nevruz’da ayrıca her sene Birinci Mirahur (emir-i ahur) tarfından takdimi kanun olan “rikabiye pişgeşi” dolayısıyla Birinci ve İkinci Mirahur, Büyük ve Küçük Ahur Kethüdaları, Arpa Ruznamçecisi, Arpa Katibi, Saraçlar Katibi, Mirahur-ı Evvel Kethüdası ve Katibi gibi “Has Ahur” erkânına değerli taşlarla süslü elbiseler (hil’atler) giydirilirdi.

SARAYDA NEVRUZIYE MACUNU

Hekimbaşılar her sene Nevruz’da çeşitli terkiplerden “Nevruziye” ismi verilen kırmızı renkli ve kokulu bir macun yaparak Nevruz gecesi bunları porselen kablar içerisinde önce padişah, şehzade ve sultanlara, kadın efendilere, vezir-i azama ve devlet ricaline takdim ederler, buna karşılık çeşitli hediyeler alırlardı. “Nevruziye Macunu” takdim eden hekimbaşıya padişah huzurunda kürk giydirilmesi usuldendi. Sarayda yapılan bu Nevruziye Macunu 40 çeşit maddeden meydana gelirdi. Nevruziye macunu konan kâselerin kapakları kurdelelerle bağlanır, kurdeleler arasına, günün Hamel yani koç burcuna hangi saat, hangi dakika ve hangi saniyede gireceğinin yazıldığı bir de kağıt iliştirilirdi. Buna “Nevruziye Kulağı” denirdi. Nevruziye Macunu geleneği, günümüzde Manisa’da “Mesir Macunu” adı ve şenlikleri ile yaşatılmaktadır.

TÜRKLÜĞÜN BUNALIMDAN ÇIKIŞ BİLİNCİ

Türk milletinin tarihine bakıldığında bazı dönemlerde ciddi bir bunalım ve buhran yaşadığı, bekasının çok ağır bir tehdit ve tehlike ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir. Birinci Göktürk Devleti’nin yıkılıp, İkinci Göktürk Devleti’nin kurulduğu döneme kadar geçen elli yıllık süre (630-680) böyle bir buhran dönemidir. Çin baskısı Türklüğü adeta nefes alamaz hale getirmiştir. 1243 Kösedağ yenilgisinden Osmanlı Devleti’nin kurulduğu 1299 yılına kadar geçen yaklaşık altmış yıllık Moğol baskısı dönemi de böyle bir buhran ve bunalım dönemidir. Nihayet, 1918 Mondros Mütarekesi ile başlayan kara günler 1922’de zaferle sona eren Milli Mücadele ile son bulmuş, Türk milleti Anadolu’da yeni bir Türk devleti kurarak hayatiyet bulmuştur. Yaklaşık dört yıl süren bu son buhran dönemi, diğer dönemlere göre daha kısa sürede atlatılmıştır. Elbette bunda Selçuklu ve Osmanlı cihan devletlerinin birikimi etkili olmuştur. Fakat esas etkeni Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliği ve dehasında aramak lazımdır. Tarihimizdeki bu buhran dönemlerinde Türk milleti kendisini derin tarih şuuruyla Ergenekon’a sıkışmış gibi hissetmiş ve kendisine önderlik edecek bir kahraman arayışına girmiştir. Bu bakımdan son buhran dönemine bakacak olursak durum şudur: 1699 Karlofça’dan beri yaklaşık 300 yıldır devam eden yenilgiler, geri çekilmeler, kayıplar, göçler, acılar en son Balkan Savaşlarında yaşadığımız bozgun Türk milletini adeta yok olma noktasına getirmişti. Çanakkale Zaferi’nden bir yıl önce Türk ordusu, cihan devletinin muzaffer orduları tarihinin en büyük hezimetini yaşamış, adına “Balkan faciası” denilen bir zillete muhatap olmuştur. Türk milleti bu zilleti kabullenmeyecek, Çanakkale’de emperyalizmin yenilebileceğini gösterecek ve Kurtuluş Savaşı’na yeni bir inanç ve iman ile girecektir. Geçen haftaki ilk yazımızda da belirttiğimiz üzere Türk tarihi bir bakıma kahramanlar tarihidir. Bizim tarihimizden büyük kahramanları çıkarttığınızda geriye pek bir şeyin kalmadığı görülecektir. Sosyologların “kahraman kültü” olarak ifade ettikleri bu durum, Türk aile sisteminden devlet geleneğine ulaşan bir anlayışı yansıtmaktadır. Türk milleti en zor şartlarda önüne inandığı, güvendiği bir kahraman çıktığı zaman harikalar yaratan bir millettir. Balkan bozgunu yılları Türk milletinde tarihi ve sosyolojik bir duyguyla, “yeniden doğuş bilinciyle” böyle bir kahraman beklentisi yaratmıştır. Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında yazarlar ve şairler içine düşülen bu durumu, adeta Ergenekon’a sıkışmış, çıkış arayan Türk milletinin durumuna benzeterek, kendisine önderlik edecek bir Bozkurdun beklendiğini yazmaya başlamışlardır. Nevruz ve bağımsızlık bilinci ilişkisini anlamak için tekraren vurgulamakta yarar vardır: Mesela Ömer Seyfettin 18 Mart 1914’te Tanin Gazetesi’nde yayımlanan “Türklerin Milli Bayramı Yenigün 22 Mart” başlıklı yazısında, 1900’lerin başında Türklerin ikinci defa Ergenekon durumuna düştüklerini, ikinci defa bir “Bozkurt” beklendiğini yazmaktadır: “Türklerin sinelerinde olan ‘Ergenekon’ hatırasından ilham alan bugünün şairleri var. Son Balkan felaketleri nihayet Lüleburgaz’dan Ergene’nin öbür tarafına kovuluşumuzu yad ederek milli ve şuurlu sazını çalan soydaşımız, Türklüğün bütün zafer ve azametlerini söyledikten sonra, 

(…)
Yurt girince yad eline,
Ergenekon oldu yine!
Çıkmaz mı bir Börteçine?
Nurlanmaz mı çerâğımız?
Diyor. Bugünkü Türklüğün perişan ve esir halini tıpkı ‘Ergenekon’a benzetiyor. Bir kurtarıcı, bir Bozkurt, bir Börteçine temenni ediyor.”

MİLLİ MÜCADELE YILLARINDA RESMİ BAYRAMDI

Sosyolojik olarak, yaşanan bunalım, bunalımdan çıkaracak bir kahraman beklentisi ve içinden bir kahraman çıkartma düşüncesi Türk milletinin “Ergenokon’dan çıkış bilinci” dir, “Yeniden Doğuş, Nevruz bilinci”dir. Bu nedenle Türk milletinin en eski mitolojik unsurlarında yer alan Nevruz Bayramı geleneği Birinci Dünya Savaşı ve Milli Mücadele’nin o en sıkıntılı günlerinde bile yaşatılmış, kutlanmıştır. “Bilelim ki, milli benliğini bulamayan milletler, başka milletlerin avı olamaya mahkûmdur” diyen Büyük Atatürk, “Türk kimliğini koruyarak çağdaşlaşma” hedefine yürürken; devlet kuran devlet adamı olarak Türk’ün bütün milli ve manevi değerlerini de kucaklamıştır. Elimizdeki bilgi ve belgelerden bir 1921 diğeri de 1925 yılında, Atatürk’ün huzurunda iki Nevruz Bayramı kutlandığını biliyoruz. 23 Mart 1921 tarihli Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde yer alan habere göre 1921 Nevruz’u Atatürk’ün huzurunda 22 Mart günü şu şekilde kutlanmıştır: Askerler ve halk öğleden önce Hükümet Meydanında toplandılar. Yedek Subay Okulu, “Yaşasın sancağımız/Ona feda kanımız” marşını söyleyerek geçti. Saat 12 olmuştu. Halk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ön taraflarını, karşısındaki bahçeyi ve Taş Han’ın önlerini doldurmuştu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Meclisin önündeki taraçada idiler. Milletvekilleri ve bakanlar da Meclisin önünde ve taraçada yerlerini almışlardı. Mızıka kuvvetli ve düzenli havalar çalarak geçiyordu. Arkasından Yedeksubay Okulu, askeri birlikler ve okulların irfan ordusunun resmigeçidi başladı. Bütün okullar geçerken alkışlandılar.

Resmigeçitten sonra eğlenceler, oyunlar ve yarışmalar başladı. Halat çekme yarışması, kemençe ile Karadeniz halk oyunları ve ipteki bağlı elmayı eli bağlı yeme yarışması yapıldı. Mustafa Kemal Paşa tam bu sırada, taraçadan inerek yarışmacıların yanına geldi. Askerler oyunlara devam ettiler. Müzik, yumurta yarışı, hızlı soyunup-giyinme yarışı, av gösterileri, zeybek oyunları, çuval yarışı ve ardından güreş müsabakaları düzenlendi. Gazetenin aktardığına göre öğlen saat 12’de başlayan törenler, akşam 6’ya doğru sona erdi. Tören çok neşeli geçmiş, herkes bu yeni yılın, baharın başlangıç gününden memnun olarak tören yerinden ayrılmıştı. Görüldüğü gibi Nevruz, Milli Mücadele yıllarında resmi bayram olarak kutlanmaktaydı. Aynı geleneğin sonraki yıllarda, cumhuriyetin ilk yıllarında da devam ettiği görülmektedir. Nevruz Bayramı, 1925 yılında Ankara’da yine Atatürk’ün huzurunda gerçekleştirilen törenlerle kutlanmıştır. Bu kutlamalarda bir resmigeçit yapılmış, bu törende askeri birlikler, başlarında “gök sancaklar, al sancaklar” olduğu halde yürümüşlerdir.

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA:

ÇAY, A. H., Türk Ergenekon Bayramı Nevruz, Ankara, 1995. GENÇ, R., “Türk Tarihinde ve Kültüründe Nevruz”, Nevruz, Yayına Hazırlayan: S. Tural, Ankara, 1995, s. 15-23. GÜLER, Ali, Türk’ün Tarihi, 1-4 Cilt, Halk Kitabevi, İstanbul, 2016. GÜZEL, Abdurrahman, “Türk Kültüründe Nevruz ve Milli Birlik-Beraberlik”, Nevruz ve Renkler, Yayına Hazırlayanlar: S. K. Tural, E. Kılıç, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1996, s. 167-181. KAFALI, Mustafa, “Türk Kültüründe Nevruz ve Takvim”, Nevruz, Yayına Hazırlayan: S. K. Tural, Atatürk Kültür Merkezi Yayını, Ankara, 1995, s. 25-29. KARAMAN, R., Türk Devlet ve Topluluklarında Nevruz Kutlamaları, Berikan Yayınları, Ankara, 2005.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.