BARIŞ HAREKÂTININ 45. YILINDA TÜRK-YUNAN SORUNLARINA GENEL BİR BAKIŞ -5
Lozan Konferansı’nda azınlıklar sorunu, Birinci Komisyon’un beş ve Azınlıklar Alt-Komisyonu’nun on altı toplantısında görüşülmüş ve hararetli tartışmalara neden olmuştur. Öyle ki, İsmet Paşa daha konferansın başında Ankara’ya gönderdiği raporda, ABD ve İngiltere’nin bu konuda sert tavır ortaya koyduğunu belirtiyordu.
Türkiye ise FIR düzenlenmesinin yalnızca sivil uçaklar için olduğunu ve Yunanistan’ın istediği uygulama kabul edilirse Türkiye’nin açık denizler üzerinde eşit ve serbest kullanım hakkının kısıtlanacağını belirtmektedir. Türkiye, yalnızca sivil uçakların FIR düzenlemesi gereğince bilgi vermekle yükümlü olduklarını, askeri uçaklarla ilgili konuların ikili anlaşmalarla düzenlenmesi gerektiğini belirtmektedir. FIR hattı ve hava sahasına bağlı olarak NATO çerçevesinde de sorunlar bulunmakla beraber, yukarıdaki sorunların çözülmesi bunlara bağlı diğer sorunları da ortadan kaldıracaktır.
ANKARA HÜKÜMETİ 14 MADDELİK TALİMAT VERMİŞTİ
Bilindiği gibi, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin milletlerarası camiada hür, müstakil bir yeni devlet olarak hukukunu belirleyen Lozan Antlaşması’dır. Lozan Antlaşması, ilki 21 Kasım 1922-4 Şubat 1923 (iki buçuk ay), ikincisi de 23 Nisan 1923-24 Temmuz 1923 (üç ay) tarihleri arasında olmak üzere iki dönemde toplanmıştır.
Lozan’da Türkiye’yi, baş delege olarak İsmet İnönü’nün bulunduğu, Sağlık Bakanı Dr. Rıza Nur ve Maliye Bakanı Hasan Bey (Saka)’in de üye olarak katıldığı kalabalık bir heyet temsil etmiştir. Ankara Hükümeti, konferansa giden heyete 14 maddelik bir talimat vermiştir. “Başbakanlık Kararı” olan bu talimatın 8 ve 9’ncu maddeleri Gayrimüslimlerle (azınlıklarla) ilgilidir. 8’nci madde, kapitülasyonlar kabul edilemez müzakerelerin kesilmesi lazım gelirse yapılır,” 9’ncu madde ise “ekalliyet (azınlıklar): esas mübadeledir” şeklinde idi. Atatürk Fener Rum Patrikhanesi’nin de yurtdışına çıkarılmasını istiyordu. Lozan Konferansı’nda azınlıklar sorunu, Birinci Komisyon’un beş ve Azınlıklar Alt-Komisyonu’nun on altı toplantısında görüşülmüş ve hararetli tartışmalara neden olmuştur. Öyle ki, İsmet Paşa daha konferansın başında Ankara’ya gönderdiği raporda “ekalliyetler ve Hristiyanlar gibi mesailde bilhassa Amerikalıların iştiraki ile şiddetli müşkilat göreceğimizi tahmin ediyorum” diyerek, azınlıklar konusunda başta İngilizler olmak üzere diğer devletlerin gösterdiği sert ve ısrarcı tavrı ortaya koyuyordu.
Konunun esasen özel olarak ele alındığı Azınlıklar Alt-Komisyonu 14 Aralık 1922 Perşembe günü Uşi (Ouchy) Şatosu’nda saat 11.00’de çalışmalarına başladı. Sekreterliğini Fransız Lagande’ın yaptığı ve başkanlığına İtalya temsilcisi Montagna’nın oybirliği ile seçildiği; Türkiye adına da Dr. Rıza Nur Bey, Mustafa Şeref Bey, Şükrü Bey’in görüşmeleri yürüttüğü Azınlıklar Alt-Komisyonu’nda, ikinci oturumdan (15 Aralık 1922) başlamak üzere, sonuna kadar sorunun “adı” konusunda çok şiddetli tartışmalar cereyan etmiştir. Genel olarak karşı tarafın sadece “azınlıklar” kavramını antlaşmaya sokmaya çalışmasına rağmen Türk temsilcileri, “Gayrimüslim (Müslüman Olmayan) Azınlıklar” kavramında ısrar etmiştir.
Sonuçta, Türk heyetinin gayretleriyle antlaşma metninin “Kesim III. Azınlıkların Korunması” başlığını taşıyan 37-45’nci maddelerinin hepsindeki düzenlemeler, “Gayrimüslim” veya “Müslüman-olmayan” azınlıklarla ilgili olarak yapılmıştır. 45’nci madde ile diğer maddelerle Türkiye’deki gayrimüslim azınlık için tanınan haklar, aynen Batı Trakya Müslüman Türk ahali için de kabul edildi.
Mütekabiliyet, karşılıklılık ilkesi benimsendi. Antlaşmanın hem orijinal Fransızca, hem de Türkçe resmi çevirisi (Düstur’da Fransızca’sı ile birlikte)nde madde 45. Aynen şöyledir: “iş bu fasıl ahkâmı ile Türkiye’nin Gayrimüslim akalliyetleri hakkında tanınan hukuk, Yunanistan tarafından dahi kendi arazisinde bulunan Müslüman akalliyet hakkında tanınmıştır.” Şu halde, 37-45 nci maddeleri içeren “Fasıl III. Akalliyetlerin Himayesi” (Secyion III. Pretection Des Minorites) başlıklı fasıl ile sadece “Türkiye’nin Gayrimüslim akalliyetleri” söz konusudur. Yani antlaşmanın bütün maddeleri genel anlamda sadece “Gayrimüslim azınlıkları” ilgilendirmektedir. Bunlar da Rumlar, Ermeniler ve Yahudilerdir.
Konferans’ta Türk Heyeti’nin uğraştığı en önemli konulardan bir tanesi de Fener Rum Patrikhanesi’nin yurtdışına çıkartılması olmuştur. Atatürk, Lozan Konferansı’nın ilk dönem görüşmelerinin yapıldığı sırada 25 Aralık 1922’de Le Journal Gazetesi Muhabiri Paul Herriot’ya Çankaya’da verdiği demeçte Patrikhane ile ilgili olarak şunları söylüyordu: “Azınlıklara gelince, bu konuda değiş tokuş ileri sürmüştük. Öbür devletlerin temsilcileri de bu konuda bizim fikrimizi izlemişler ve onaylamışlardı. Ama bir fesat ve hıyanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hristiyan hemşehrilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi vesile ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınak göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?”
Türk heyeti konferansta Patrikhane’nin yurtdışına çıkartılması konusunda bütün gayretlerine rağmen istenen başarıyı elde edemedi. Lord Curzon’un önerisi uygun bulunarak, Patrikhane’nin sadece dini işlerle uğraşan bir “dini makam” olarak, İstanbul’daki Rum azınlığın “azınlık kilisesi” olarak kalması kabul edildi.
Ayrıca konferansta “dahil mübadelesi” de kararlaştırıldı. Lozan Barış Konferansı’ndan üç yıl sonra 1926’da Türkiye Cumhuriyeti’nin Medeni Kanun’u kabulünden sonra, zaten Lozan’da verilen bazı azınlık hakları otomatik olarak ortadan kalkmıştır. Yahudiler 15 Eylül 1925, Ermeniler 17 Ekim 1925, Rumlar 27 Kasım 1925 tarihlerinde yaptıkları müracaatlarla, “aile hukuku” ve “kişi hukuku” açısından farklı bir işleme tabi olmak istemediklerini belirtmişlerdir. Lozan’da belirlenen esaslar çerçevesinde 1923-1928 yılları arasında “nüfus mübadelesi” yapıldı. Buna göre Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihinden önce İstanbul’a yerleşen Rumlar “etablis” (yerleşik) sayıldı.
İstanbul’daki bu Rumların dışında Anadolu’nun diğer yerlerinde yaşayan Rumlar Yunanistan’a göç ettirildi. Batı Trakya’da yaşayan Türkler dışında Yunanistan’da yaşayan Türkler de Türkiye’ye göç ettiler. “Büyük Mübadele” olarak da bilinen bu nüfus değişiminde Türkiye’den Yunanistan’a 1.100.000 ile 1.200.000 Rum göç etti. Yunanistan’dan Türkiye’ye ise 450.000 ile 500.000 civarında Türk geldi.
İstanbul’da kalan Rum azınlık, tarihi süreç içinde gelişen olaylar sonucunda zaman zaman Türkiye’den Yunanistan ve adalara göçe devam etmiş, bugün için nüfusları 1.500 ile 2.000 civarına inmiştir. Rum azınlığın, 93 adet dini kurumu, 53 adet eğitim kurumu ve okulu, 16 adet de sosyal amaçlı kuruluşu bulunmaktadır. Rumlar, milletlerarası antlaşmaların ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin hukuk sisteminin sağladığı hakları ve imkanları kullanarak rahat bir hayat sürmektedirler. Rumlar ile ilgili bu durum Ermeniler ve Yahudiler için de geçerlidir.
4.2. BATI TRAKYA TÜRKLERİNE YAPILAN BASKILAR
Lozan Antlaşması ile sınırları çizilen ve bugün Yunanistan’ın içinde bulunan Batı Trakya; doğudan Meriç nehri ile Türkiye’den, kuzeyden Rodop dağları ile Bulgaristan’dan ayrılmakta, batıdan Mesta-Karasu Nehri, güneyden de Ege Denizi ile çevrili bulunmaktadır. Batı Trakya, idari açıdan Dedeağaç, Gümülcine (Komotini), İskeçe (Xanthi, Ksanti) olmak üzere üçe ayrılmıştır. Dar bir şerit halinde uzanan ve 8.578 km2 büyüklüğünde bir yüz ölçüme sahip bu bölgede; günümüzde 140-150 bin dolayında Türk yaşamaktadır. Bölgenin Bulgaristan sınırına paralel uzanan dağlık kesiminde (Rodop Dağları), Yunan Hükümeti’nin “yasak bölge” haline getirdiği bir alan bulunmaktadır. Bu bölge, Batı Trakya’nın yaklaşık % 50’sini oluşturan İskeçe, Gümülcine ve Dedeağaç illerinin dağlık kesimlerini içine almakta ve Yunan-Bulgar sınırı boyunca uzanmaktadır. Batı Trakya Türk azınlık nüfusunun 1/3’ü bu yasak bölge içindedir. Burada yaşayan 45-50 bin civarındaki Türk’ün dış dünya ile bağlantısı hiç yok denecek kadar azdır.
Lozan Antlaşması şartlarına göre büyük mübadele dışında tutularak, yerlerinde bırakılan ve azınlık statüleri uluslararası antlaşmalarla belirlenen Türk azınlığın yaşadığı Batı Trakya, Türkler tarafından 1363 yılında fethedilmiştir. Bölgede 550 yıl süren Türk hâkimiyeti, 1912 I. Balkan Savaşı’nda Osmanlı Devletinin mağlup olması ile sona ermiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılışı sürecinde Batı Trakya, I. Balkan Savaşı sonunda önce Bulgaristan ve arkasından da I. Dünya Savaşı sonunda Yunanistan tarafından işgal ve ilhak edilmiştir. Bölge nüfusunun % 85’i gibi ezici bir çoğunluğu Türk olmasına rağmen, bu keyfi işgal Avrupa devletlerin destek ve himayesi ile gerçekleştirilip, sürdürülmüştür.
Yunanistan, 1923’ten sonra öncelikle Batı Trakya’nın Türk nüfus ve mal dengesini kendi lehine çevirmeye çalışmıştır. Mesela, 1922’de bölge nüfusu ve gayrimenkullerin yaklaşık % 85’i Türklere aitken; bölgeye yerleştirilen çok sayıda Rum göçmenler ile 1924 sonunda Türk nüfusu, % 40-45’lere düşmüştür. Batı Trakya Türkleri, bir azınlık olarak antlaşmaların kendilerine verdikleri hakları kullanarak, çağdaş bazı örgütlenmelere giriştiler. Bu amaçla, İskeçe ve Gümülcine’de 1927 ve 1928 yıllarında “Türk Birlik Dernekleri” ni kurdular. Bu dernekler, milli birlik ve beraberliği geliştirici ve pekiştirici çeşitli kültürel ve sportif faaliyetler düzenlemişlerdir. 1936’da “Batı Trakya Türk Gençleri Birliği” kurularak bu örgütlenme faaliyetleri yaygınlaştırılmıştır.
1930’lu yıllarda Yunanistan içte büyük ekonomik sıkıntılar ve dışta ise özellikle Bulgaristan’ın tehdidi altında idi. Yunanistan’ın içinde bulunduğu bu olumsuz şartlar, Türkiye ile ilişkilerini iyileştirmesi ve mevcut sorunların çözülmesi için çaba göstermesini gerekli kılıyordu. “Atatürk-Venizelos yakınlaşması” olarak tarihe geçen bu dönemde, Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerine yönelik politikalarında biraz düzelme olmuştur. Ancak, bu dönemde bile, Türk azınlığın elindeki malların gaspı, “kamulaştırma, tapu sorunu” gibi bazı hukuki kılıflar altında sürdürülmüştür.