Bir bacağımı verdim, diğeri de feda olsun

Ali GÜLER

BARIŞ HAREKÂTI’NIN 46. YILINDA KIBRIS ŞEHİTLERİMİZE SAYGIYLA

ŞIRNAKLI MEHMETÇİK SALİH KABUL’UN HİKÂYESİ

Türklerde “ordu-millet anlayışını” ve dini/manevi değerleri aksettiren en önemli unsurlardan bir tanesi de “şehitlik” ve “gazilik” anlayışıdır. Hiçbir şahsi menfaat gözetmeden milli ve manevi değerleri yüceltmek; vatan topraklarını müdafaa etmek; milletin şeref ve namusunu korumak için düşmanla savaşan ve savaş sırasında hayatını kaybeden Mehmetçiklere “şehit”; düşmanla çarpışıp, geri dönen Mehmetçiklere de “gazi” denir. Kur’an-ı Kerim’de, “Allah yolunda öldürülenlere sakın ‘ölüler’ demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz.” (Bakara 2/154) buyurulmaktadır.

Müslüman Türk milleti ve onun yüce dini İslam, kutsal askerlik mesleğini ve askerlik hizmetini en yüce mertebeye yerleştirmiştir. Mehmetçik, askere giderken ve savaşırken böyle bir kutsal mertebeye ulaşmak duygu ve düşüncesi içinde hareket etmektedir. Her türlü imkansızlıklar içinde dâhi inanılmaz fedakârlıklar yapmakta ve “olmazı” “olura” çevirmektedir. Kendisine TBMM tarafından “Gazilik” unvanı ve “Mareşallik” rütbesi verilen devletimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk milletinin bu tarihi “ordu-millet bütünleşmesini” konuşmalarında devamlı olarak vurgulamıştır. Ona göre, “Türk ordusu, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.”

ORDUYA SON MESAJ

Atatürk, son mesajını da Türk ordularına vermiştir. Onun Cumhuriyet’in 15. yılı nedeniyle yayımladığı mesaj, 1 Kasım 1938 günü Başbakan Celal Bayar tarafından Mecliste okunmuştur. “Türk ordularına son mesaj” olarak da bilinen bu mesajında Atatürk, Türk askerlik kültürü ile ilgili çok önemli ve derin tarihi vurgular yapmıştır:

“Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferlerle beraber medeniyet nurlarını taşıyan Kahraman Türk Ordusu; Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman istilasından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyetin bugünkü feyizli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silah ve vasıtaları ile mücehhez olduğun halde, vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur.

Bugün, Cumhuriyetin 15’inci yılını mütemadiyen artan büyük bir refah ve kudret içinde idrak eden Büyük Türk Milletinin huzurunda Kahraman Ordu; sana kalbi şükranlarımı beyan ve ifade ederken, Büyük Ulusumuzun iftihar hislerine de tercüman oluyorum.

Türk Vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahili ve harici her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an ifaya hazır ve amade olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. Büyük Ulusumuzun, orduya bahşettiği en son sistem fabrikalar ve silahlarla bir kat daha kuvvetlenerek büyük bir feragati nefis ve istihkarı hayat ile her türlü vazifeyi ifaya müheyya olduğunuza eminim.

HAREKÂTIN İKİNCİ GÜNÜNDE

Bu kanaatle Kara, Deniz, Hava ordularımızın kahraman ve tecrübeli komutanları ile subay ve eratını selamlar ve takdirlerimi bütün Ulus muvacehesinde beyan ederim. Cumhuriyet Bayramının 15. yıldönümü hakkınızda kutlu olsun.” Türk askerlik ve vatan sevgisi, şüphesizdir ki, tarihimizin her döneminde yüzlerce, binlerce örnek olay ile anlatılabilir. Burada milli birlik ve bütünlüğümüzün de gücünü gösteren bir Mehmetçik’in hikâyesini nakledeceğiz. Olay 21 Temmuz 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı’nın ikinci gününde geçmektedir. Olayın kahramanı olan Mehmetçik, Şırnaklı Er Salih Kabul, olayı anlatan, olayın geçtiği 1974 Temmuzunda Salih’in bölük komutanı olan (sonra (E) P. Kd. Alb.) Süha Baykara’dır.

YA BAŞARI, YA ÖLÜM

“...20 Temmuz 1974 sabahı; şafakla birlikte ilk toplar patlarken, Türk Silahlı Kuvvetleri, atalarına ve tarihe yakışan bir azimle dalga dalga, yüreğinde kırk milyon Türk’ün sevgi ve duası ile ana vatandan yavru vatana ulaştı. Hepimiz tek bir vücut, tek bir yürektik. Tek düşüncemiz; ya başarı, ya ölümdü. Harp tarihinde eşine ender rastlanan Kara, Deniz, Hava Kuvvetlerimizin işbirliği, yüksek bir sevk-idare ve disiplin anlayışı içinde cesaretle ileri atıldık. Ada’daki kiliselerde, Rum zulmünün son tehlike çanları gökyüzünü yırtarcasına çalıyordu. Her taraf alev alev yanıyordu. Bir taraftan donanmamızın kıvrak salvoları yeşil tepecikler üzerinde kırmızı-mavi şimşekler halinde çakarken, korkusuz paraşütçülerimiz gökyüzüne saçılmış buketler gibiydi. Her tepeyi alırken kahraman Mehmetçiklerimizin çıkardığı ‘Allah Allah’ sesleri, sanki savaşın ara nağmesiydi. Alınan tepelere şanlı bayrağımız, gelincikler gibi, sıra sıra dikiliyordu. Kartallar gibi gökyüzünde süzülen jetlerimiz, o tüyler ürperten dehşeti ve isabetiyle, hedefleri nokta nokta buluyordu. Düşmanın senelerdir tahkim edilmiş mevzileri, kükreyen tanklarımızın paletleri altında eziliyor, yok ediliyordu. Ne tepemizi delen korkunç sıcak, ne mataralarımızda kaynayan su, ne ayaklarımızın altında yanan toprak bizleri yolumuzdan alıkoymuyordu, bir çığ gibiydik.

21 Temmuz öğleden sonraydı.; Kırnı denilen bölgede gece taarruzu için hazırlanıyorduk. Fakat, Beşparmak Dağları’nın yerini kestiremediğimiz bir yönünden devamlı havan ateşi yiyorduk, düşman yukarıdan tertibimizi rahatlıkla görebiliyordu. Bir ateş grubu önce 2. Bölüğün üzerine düştü; şiddetli bir infilak duyuldu ve simsiyah bir duman çıktı. Bir an sessizlik kapladı etrafı, fakat ne acı bir feryat, ne de çığlık geliyordu. Tam bu sırada ikinci grup bir mermi ıslık çalarak hemen arkamıza düştü, hepimiz tam siper yapmıştık. Başımı kaldırdığım zaman, etrafa dağılan toz, duman ve kıpkırmızı alevler içerisinde koşuşan erlerimi gördüm. Birisi sıhhiye erini çağırıyor, sıhhiye eri de durumu görmüş, teskeresi ile oraya koşuyor... Erlerimin olduğu yere fırladım, koştum.

VATAN SAĞ OLSUN

Dört erim yaralanmış, darmadağınık yere serilmişti. İçlerinden Salih Kabul, Siirt’in Şırnak İlçesinden (ki şimdi ildir), merminin savurduğu toz yığınları arasında âdeta toprağa gömülmüş, kızgın güneş karası hafif sakallı yüzü yeşilimsi olmuş, tebessüm eder gibi bakıyor; gözlerinin canlılığı henüz kaybolmamış. Salih’in sağ bacağı hemen diz kapağının altından kopmuş, bir karış kadar kemik parçası, bıçak gibi, bacaktan dışarı fırlamış. Potini içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk ayağını sağ eliyle gayri ihtiyari sımsıkı tutmuş. Kızgın toprağa fışkıran kutsal temiz kanı toprakta köpürüp, fokurduyor... Gördüklerim karşısında bir an duraklamıştım. Barışta birçok yaralı görmüştüm, ama bu bambaşkaydı. Kendimi toparladım ve doktoru çağırdım. Doktor süratle yanımıza geldi, Salih’in bacağını sardı ve kanı durdurdu. Bu arada ben, onu kurtarabilmenin telaşıyla sağa, sola emirler verirken, Salih başını kaldırdı ve haykırırcasına: ‘Ne telaş ediyon Komutanım? Biz buraya niçin geldik? Vatan sağolsun. Hele bana bir cigara verin!’ dedi.

UMUDU KESMİŞTİK

Onun bu soğukkanlılığı, atalarından aldığı asil duygu ve yüreğindeki vatan aşkı karşısında hepimiz donakaldık. O anda nasıl duygulandığımı anlatamam, gözlerimden akan yaşı gizleyemiyordum. Ona sigarasını yakıp, verirken, şanlı koca bir tarihi kucaklar gibiydim; eğilip alnından öptüm sadece... ‘Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın’ diyordum. ‘Mehmetçiği tanımak için okumak değil, yaşamak gerek’ diyordum. Atatürk’ün ‘Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur’ sözlerini daha iyi anlıyordum. Büyük Ata’nın: ‘Dünyanın hiçbir ordusunda yüreği seninkinden daha temiz, daha sağlam bir askere rast gelinmemiştir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi pak kalbinle düşmanı nihayet alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranlarımı söylemeyi nefsime en aziz bir borç bilirim’ deyişindeki kutsiyeti daha iyi kavrıyordum.

Diğer erlerin yaraları hafifti. Savaş bütün hızıyla devam ediyordu, civarda henüz ne hastahane, ne de bir askeri araç vardı. Fakat, o sırada, su taşıyan bir mücahidin pikabı geçiyordu, durdurup Salih’i arkasına koydum ve Lefkoşe’ye götürmesini söyledim. Araç süratle uzaklaştı, fakat biraz ileride düşmanın makineli tüfek ateşine tutuldu; yolda birkaç zikzak çizdikten sonra yoluna devam etti. Biz Salih’ten umudu kesmiş, duasını bile yapmıştık...

Aradan sekiz ay geçtikten sonra Salih’ten bir mektup aldım; sanki dünyalar benim olmuştu, o ölmemişti. Mektubu bütün bölüğe okudum: ‘Komutanım’ diyordu, ‘Sizlerden ayrıldığım için çok üzgünüm. Lefkoşe Hastahanesinden beni helikopterle Ankara Gülhane Hastahanesine naklettiler. Orada bana çok iyi baktılar. Yurt dışından gelirse, bir takma bacak takacaklar. Şimdi memleketteyim. Bana 1500 lira maaş bağlandı. Beş çocuğum, anam ve babamla birlikte oturuyorum. Bir bacağımı verdim, öbür bacağım da vatanıma feda olsun. Tek üzüntüm, sizlerle sonuna kadar savaşamadım. İşte buna yanıyorum. Komutanım’ diyordu.

GURURUMUZSUNUZ

Kahraman Salih; bugün seni tarihin engin sayfalarına kaydederken, milletime ve orduma karşı vicdani bir borcu yerine getirmenin huzuru içindeyim. Sizler var oldukça, büyük milletimiz daima hür, şanlı ordumuz daima muzaffer olacaktır. Sen ve senin gibi ismini bilmediğimiz nice Mehmetçikler, sizler gökyüzümüzü kaplayan ve her zerresi içimize sinmiş birer ruhsunuz. Elimizde bayrak, tarihimizde destan, bugün ve yarınlarımızın güven kaynağı, şeref ve gururumuzsunuz. Sizlerle övünüyoruz. Size dil uzatanlar, sizi tanımayanlar, sizi yaşamayanlardır. Sizlere komuta ettiğimiz için kıvanç doluyuz. Şehit Mehmetçikler, ruhunuz şad olsun. Gazi Mehmetçikler, ömrünüz uzun ve mutlu olsun.” 46. yılında Kıbrıs Barış Harekâtı’na katılan ve kanlarıyla Kıbrıs’ın Türk vatanı olduğunu dünya âleme gösteren şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, kahraman gazilerimize şükranlarımı sunuyorum.

BİTTİ

Anıyı Derleyen: Tuncer Sevinç. Bakınız: Mehmedin Dünyası, Yayına Hazırlayan: T. Sevinç, Avrasya-Bir Vakfı Yayınları, Ankara, 2002, s. 265-267.

Anıyı Anlatan: Emekli Piyade Albay Süha BAYKARA; 1961 Kara Harp Okulu mezunu. Çeşitli yerlerde ve birliklerde bölük komutanlığı yaptı. 1974’ I. ve II. Kıbrıs Barış Harekâtı’na Bölük Komutanı olarak katıldı. Magosa’ya birliği ile ilk giren Piyade Bölük Komutanıdır. Tabur Komutanı olarak İstanbul’a atandı. 1980 Müdahalesi’nde Asayiş Birlik Komutanlığı yaptı. Yarbay rütbesinde mümtaz terfi etti. Çıldır Hudut Tabur Komutanlığı’na atandı. Kara Harp Okulu’nda Alay Komutanı Yardımcılığı ve öğretmenlik yaptı. 229’ncu Motorlu Piyade Alay Komutanlığı ve Ankara Fakülte ve Yüksek Okullar Askeri Öğrenci Komutanlığı görevlerinde bulundu. Bu görevinde iken kadrosuzluk nedeniyle emekli oldu. Aynı zamanda şair olan, yayınlanmış şiir kitapları bulunan (E) P. Kd. Alb. Süha BAYKARA’nın takdirname ve ödüllerle dolu çok başarılı bir meslek geçmişi vardır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.