‘Biz, Anadolu’ya ideali ve imanı götürüyoruz

Ali GÜLER

16 MAYIS 1919 tarihi, Osmanlı padişahı Vahdettin ile yaklaşık altı aydır İstanbul’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın son görüşmelerini yaptıkları gün olacaktır. Aynı gün Padişah Yıldız Camii’ndeki 16 Mayıs selamlığında “huzur-u hümayun-u mülukaneye kabul buyurulan zevat-ı kiram” arasında bulunan Mustafa Kemal’i de diğer askeri erkânla birlikte kabul etmiştir. Murat Bardakçı’ya göre o gün orada Vahdettin, Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa ve Seryaver Avni Paşa bulunmaktadır. Avni Paşa’nın anılarında anlattığına göre “Mahfil-i hümayuna” geçen padişahın huzurunda Mustafa Kemal, “… Halife hazretlerinin arzusu dahilinde iftihar kaynağım ve padişah kullarının övüncü olan tam bir sadakatle ve elimden gelen bütün kuvvetle vallahi billahi…” diyerek yeni göreviyle ilgili yemin etmiştir. Mustafa Kemal 15 Mayıs 1919 günü Erkan-ı Harbiye’ye gittiğinde halef-selef Genelkurmay Başkanı Cevat (Çobanlı) ve Fevzi (Çakmak) Paşa ile görüşmüş, Fevzi (Çakmak) Bey’in “Buradaki (İstanbul’u işaret ederek) rahatımızı feda etmemek için koskoca memleketi veriyoruz. Bu ne akıldır?” sözünden sonra “... Hakikat sizin dedikleriniz ve düşündüklerinizdir. Ben bunu ispat etmek için Anadolu’ya gidiyorum. Aramızda uzun görüşmelere de lüzum olmadığını görüyorum. Yalnız sizlerden bir şey bekliyorum; bana yardım edeceksiniz.” Der ve kurulacak milli bir idare üzerinde konuşup özellikle “mümkün olduğu kadar çok miktarda silah ve mühimmatın Anadolu’da toplanması ve itilaf devletlerine teslim edilmemesi” konusunda anlaşmaya varmışlar ve Mustafa Kemal bunun üzerine “Ben zaten bunun için Anadolu’ya gidiyorum.” cevabını vermiştir;

‘BENİM İÇİN YAKALANMAK ÖLMEK İLE AYNI ŞEYDİ’

“… Artık Şişli’deki evi bırakmak üzereyiz. Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazır, bildiğimiz bu. Karargâhımızdan olanlar belirlenen saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil kapımın önünde idi. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum (Rauf Orbay) aldığı bir habere göre benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra vaktiyle uzun müddet yanımda çalışan bir kurmay subay da gelerek maiyetinde çalıştığı bir Damat’tan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti. Tutabilirler, sürebilirler fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verdim. Otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kız Kulesi açıklarında kontrole tabii tutulduk…” “… Aynı gün Boğaziçi’nin o en muhteşem bir bahar gününde, bütün baharların en güzelinde ve en hayat dolu olanında Mustafa Kemal, Bandırma teknesinin kaptan köprüsünde ayakta durmaktaydı. Bizans İmparatorluğu’nun ölümüyle Fatih (Sultan) Mehmet tarafından Türkleştirilen ve şimdi de Osmanlı gücünün çöküşü ile başka ellere geçmesi muhtemel olan şehir gözlerden yavaş yavaş siliniyordu. Tatmin edici sonuçlara varmak için yapılması gereken şey, diplomatik notalar hazırlamak olan Bab-ı Ali’nin yabancı devletlerden himaye dilenen ve onların merhametlerini uyandırmaya çalışan politikası olamazdı. Tek hırsı İngiltere’nin himayesi altında tahtını korumak olan padişah da böyle bir sonuca ulaşamazdı. İstanbul’dan artık hiçbir umut beklenemezdi. Bu kentte yaşayanlar, yabancılar ve Müslüman olmayan Türkler açıkça düşmanlığını ilan edenlerden daha kötü düşmandılar ve Türkiye’nin başına gelenlerden zevk duymaktaydılar. İstanbul kokuşmuş bir şehirdi. Mustafa Kemal ona sırtını döndü ve taze hayat veren güney rüzgârını içine çekerek Anadolu kıyılarına doğru ışıltılı gözlerle baktı…” Geminin yolcularından Yzb. Ali Şevket ise gemiye Beykoz yakınlarında ve kendisini takip eden İngiliz istihbaratçılardan şüphelendiği için panik halinde ve son derece tedbirli olarak yüzerek katılır.

‘İNGİLİZ KURULU, GEMİYE GELDİ’

Bandırma vapuruyla hareket edildiği günü Arif Hikmet Gerçekçi “… 16 Mayıs 1919 sabahı evden ayrıldım. Rıhtımdan bir kayık tutarak biraz açıkta demirlemiş olan Bandırma gemisine gittim. Mustafa Kemal Paşa ve karargâh üst subaylarından bazıları güverteydiler. Üstleri oluşturan kişilerin hepsinin gelmesinden sonra geminin kalkmadığını görünce yanımda bulunan bir arkadaşa ‘Gemi neden kalkmıyor?’ diye sordum. ‘Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey, Paşa’yı uğurlamaya gelecek. Onu bekliyoruz.’ dediler. Bir süre bekledikten sonra gemiye gelen bir jandarma yüzbaşısı Nazır’ın önemli bir işi çıktığı için gelemediğini belirttikten sonra onun adına hepimize iyi yolculuklar diledi. Paşa’yı selamlayarak ayrıldı. Gemimiz ağır ağır demir aldı. Tarihi yolculuğun başlangıcındaydık. Bandırma vapuru, İsmail Hakkı Bey’in yönetiminde limandan biraz açıldıktan sonra Kız Kulesi açıklarında tekrar demirledi. Çok geçmedi, bir İngiliz Kurulu gemiyi kontrole geldi. İngilizler gemilerle Anadolu’ya silah ve gereç kaçırılmasını önlemek amacıyla kuvvetli bir örgüt kurmuşlardı. Limana gelen ve giden bütün Türk bandıralı gemiler kontrol ediliyor, ambarlarında silah veya başka gereç olup olmadığı araştırılıyordu. Aynı sona Bandırma da uğradı. Her an bir emirle yolumuzdan alıkonulma kaygısı içinde geçen uzun dakikalardan sonra İngilizler bir şey bulamadan gittiler ve gemimiz tekrar demir aldı. Vakit öğleyi geçmişti. Bandırma, Dolmabahçe önünde demirlemiş ve uzun namlulu toplarını göz korkutan bir biçimde Meclis-i Mebusan binasına çevirmiş düşman zırhlılarının arasından geçerek ağır ağır Karadeniz’e doğru ilerlemeye başladı. Hepimiz güvertede düşman zırhlılarını büyük bir üzüntü ile seyrediyorduk. Bir ara onun, o büyük insanın çevresindeki subaylarına düşman zırhlılarını göstererek şu sözleri söylediğini işittim; ‘Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde. Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz Anadolu’ya ne silah, ne cephane götürüyoruz. Biz ideali, imanı götürüyoruz.’

Aynı gün Boğaziçi’nin o en muhteşem bir bahar gününde, bütün baharların en güzelinde ve en hayat dolu olanında Mustafa Kemal, Bandırma teknesinin kaptan köprüsünde ayakta durmaktaydı. Bizans İmparatorluğu’nun ölümüyle Fatih (Sultan) Mehmet tarafından Türkleştirilen ve şimdi de Osmanlı gücünün çöküşü ile başka ellere geçmesi muhtemel olan şehir gözlerden yavaş yavaş siliniyordu. Tatmin edici sonuçlara varmak için yapılması gereken şey, diplomatik notalar hazırlamak olan Bab-ı Ali’nin yabancı devletlerden himaye dilenen ve onların merhametlerini uyandırmaya çalışan politikası olamazdı. Tek hırsı İngiltere’nin himayesi altında tahtını korumak olan padişah da böyle bir sonuca ulaşamazdı. İstanbul’dan artık hiçbir umut beklenemezdi.

‘SARAY, DERIN BIR GAFLET iÇiNDE’

Samsun’a hareketinden hemen önce 14 Mayıs 1919 günü Hüseyin Rauf’la birlikte Fethi (Okyar) Bey’i ziyaret eden Mustafa Kemal’in ona söylediği “Babıali ve Saray benim hakkımda derin bir gaflet içinde bulunuyorlar. Meseleden henüz İngilizlerin haberleri yoktur.” ifadesi ve kendisine verilen görevin dışında Anadolu’da Milli Mücadele’yi başlatma düşüncesinde olduğunu aktarması Samsun’a gidişin ve Anadolu’da başlatılan hareketin manasının Osmanlı yönetiminin düşüncelerinden çok daha farklı olduğunu ortaya koymaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın aynı gün ziyaret ettiği yerler ve kişiler arasında Erkan-ı Harbiye-i Umumiye’de Fevzi (Çakmak) ve Cevat (Çobanlı) Paşa, Bab-ı Ali’de Dahiliye Nazırı Mehmed Ali Bey ve Bahriye Nazırı Avni Paşa, Padişah Vahdettin, annesi Zübeyde Hanım ve kız kardeşi Makbule Hanım da vardır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.