Dünyanın bir yaratıcısı olduğuna inanıyordu

Ali GÜLER

ATATÜRK’TE İSLAMÎ BİLGİ İLE BİRİKİMİN OLUŞUMU VE KAPSAMI -12-

Atatürk, Evrenin bir yaratıcısı olduğunu düşünmekteydi. Zaman zaman evrim teorisinin etkisinde de kalmış olmakla birlikte, zaman içinde “bilinçli dizayn teorisi” olarak adlandırılabilecek bir yaratılış teorisine inanmaya başlamıştı. Atatürk, Allah’ın varlığına akıl yoluyla inananlardandı. Atatürk’ün, Allah’ın varlığına inandığının ipuçları hayli fazladır.

ALLAH Büyük Bir Kuvvettir” Atatürk’ün manevi kızlarından Sabiha Gökçen 10-11 yaşlarında iken Bursa’da Atatürk’ün köşküne yakın bir yerde oturmaktaydı. Bursa’ya gelişinde Sabiha Gökçen’le karşılaşan Atatürk, Onu yanına almaya karar vermişti. Atatürk’le birlikte Çankaya’ya gelmeyi kabul eden Sabiha Gökçen, kısa sürede kendini Ata’nın özel dünyası içinde buldu. Her sabah Atatürk’ün elini öpmeyi adet haline getiren küçük Sabiha, o günlerde Atatürk’ün sabahları sık sık “Allah” kelimesini tekrarladığına şahit olmuştu. Sabiha Gökçen, Atatürk’ün bir gün kendisine: “Sen dindar mısın? diye sorduğunu, kendisinin bu soruya, ‘Evet, dindarım!’ diye cevap verdiğini, Atatürk’ün bu cevabı çok beğenerek, kendisine şunları söylediğini ifade etmektedir: ‘Çok iyi!.. Allah büyük bir kuvvettir. Ona daima inanmak lazımdır,’ dedi ve bu konuda uzun uzun izahat verdi.” Sabiha Gökçen, ayrıca Atatürk’ün “dinsizliği” hakkında söylenenlerin doğru olmadığını, birçoğunun uydurma iftiralar olduğunu beyan etmektedir.

BİLİNÇLİ DİZAYN TEORİSİ

Atatürk, evrenin bir yaratıcısı olduğunu düşünmekteydi. Zaman zaman evrim teorisinin etkisinde de kalmış olmakla birlikte, zaman içinde “bilinçli dizayn teorisi” olarak adlandırılabilecek bir yaratılış teorisine inanmaya başlamıştı. Atatürk, Allah’ın varlığına akıl yoluyla inananlardandı. Atatürk’ün, Allah’ın varlığına inandığının ipuçları hayli fazladır. Atatürk’le ilgili bazı anılar Onun tek yaratıcı inancını benimsemiş olduğuna ilişkin ipuçları vermektedir. Savarona’nın alınmasından önce inkılâbın tüm hızıyla ilerlediği bir dönemde, bir yaz akşamı Atatürk ve yanındakiler Ertuğrul motoruyla Boğaz’da bir gezintiye çıkmışlardı. Boğaz’da her zamanki gibi müthiş bir manzara vardı. Atatürk bu sırada karşısında oturan dönemin tanınmış ressamlarından birine: “-Beyefendi, ne güzel renkler değil mi?” diye seslenmişti. Ressam cevap vermeden, diğer bir misafir atılarak: “-Efendim tabiatın renklerini tablolaştırmak mümkün olsa beyefendiden bu zahmeti rica ederdik,” demişti. Bu sırada orada bulunanlardan biri ileri atılarak: “-Efendim sizin ilhamınızla Çallı İbrahim Bey bu manzarayı aynen tablolaştırabilir” diye söze karışmıştı. Gazi, dudaklarında hazin bir tebessüm ressama dönerek; “-Ne dersiniz?” diye sormuştu. O da Gazi’yi anlayamamıştı... Hemen ayağa kalkarak: “-Emredersiniz.” Demişti. Bunun üzerine Gazi Mustafa Kemal: “-Meclisimize devam edelim. Boğaz’ın bu güzel manzaraları asırlardır devam ediyor. Sağ kalırsak beyefendiden aynı yerimizde yarın akşam eserine başlamasını rica ederiz...” diyerek bahsi kapattı. Gazi’nin emri bu. Ertesi akşam Çallı İbrahim ve Onun Gazi’nin ilhamıyla tabiatın üstüne çıkacağını iddia edenler, telaş içinde paleti yerleştirmişlerdi. Bir iki deneme... Biraz daha dikkatle manzara renklerini bulma gayreti... Ne yapan, ne de Onu takip edenler tatminkâr değillerdi... Boğazın manzarası bu... Renkler, gölgeler, ışık oyunları hepsi Tanrı kudreti...

Gazi, terlemeye başlayan sanatçılara acıyarak ve ciddi bir şekilde: “-Şu âlemde insanüstü bir kudret vardır. Siz isterseniz Ona Allah, isterseniz tabiat deyiniz. Fakat Onu inkâr etmeyiniz” diyerek, hem o sırada orada bulunanları şaşırtmış, hem de dünyadaki güzelliklerin insanüstü büyük bir kuvvetin ürünleri olduğuna inandığını belli etmişti. Bir duası: “Gök Kubbe Başıma Yıkılsın” Atatürk’ün gösterişten uzak ve son derece sade bir din anlayışı vardı. Fakat Atatürk’te her insan gibi zaman zaman duygularını dışa vurma ihtiyacı hissederdi. Dolayısıyla Atatürk’ü dikkatle gözlemleyenler, Onun bu özel ve gizli duygularını fark edebilmişlerdir. Milli Mücadele’nin en zor anında Afyon Kocatepe’de dikkatli gözler Atatürk’ün gizli dünyası ile bir kez daha karşılaşmışlardır. “Kocatepe’de gün doğumu sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş, Mustafa Kemal bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Komutanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar, Mustafa Kemal konuşmuyor, düşünüyor...

Birden gökleri yırtan, sessizliği paramparça eden topçu barajı ateşi başlıyor. Kocatepe ara ara ışığa boğuluyor. Sonra Mustafa Kemal ayağa kalkıyor, dediklerini kimse işitmiyormuş gibi sesleniyor: ‘Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar kazanacaksa şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi. Anacığım bize dua et...’ Ve gözlerinde pırıl pırıl gözyaşı taneleri...” Çanakkale Savaşı’nda askerlerini kutsal sembollerle motive eden, askerlerinin manevi gücünden etkilenen Atatürk, Çanakkale’den yakın dostlarına yazdığı mektuplarda Allah’a teslimiyetten ve kaderin yönlendiriciliğinden bahsetmiş, Milli Mücadele yıllarında zaferin ufukta göründüğü anlarda, Allah’a yalvarıp dua etmişti. Annesinin mezarı başında en büyük idealini gerçekleştirinceye kadar mücadele edeceğini, yine Allah’a yemin ederek dile getirmişti.

Bir taraftan, çevresindekilere değişik vesilelerle son derece samimi olarak Allah’a yakın olmanın öneminden bahsederken, diğer taraftan Dolmabahçe Sarayı’nda okuttuğu Kur’an nağmeleriyle duygulanmıştı. İslâm’ın kutsal kitabı Kur’an’a saygı duymuş, İslâm dininin tarihsel yönü kadar, inanç ve ibadet yönü hakkında da geniş bir bilgi ve birikime sahip olmuştu. İslâm’ın kutsal yönlerine uymayacak hareketlerden kaçınmış, ramazan aylarında ortaya çıkan manevi havayı Çankaya Köşkü’nde hissetmiş, annesinin ruhuna Hatim- i Şerifler okutmuş, her yıl dönümünde Çanakkale şehitlerini hatırlamış, Allah’ın varlığı ve birliği üzerine kafa yormuş, inanç ve ibadet özgürlüğü için mücadele etmiş, halka hitaben yaptığı konuşmalarında İslâm dininin mükemmeliyetinden bahsetmiş, Hz. Muhammed’i her vesileyle övüp, takdir etmiş, Türk halkının İslâm dinini tam anlamıyla anlayabilmesi için Türk tarihindeki en önemli atılımlardan birini başlatmıştı. “Bir ömrün öteki hikayesi”nin unutulmuş parçaları olarak adlandırılabilecek tüm bu örnekler, Atatürk’ün kişisel bakımdan din ve Allah konusunda hayatı boyunca hep olumsuz görüşlere sahip olduğunu söyleyenlere oldukça anlamlı bir cevap niteliği taşımaktadır.

ZAMAN ZAMAN KUR’AN OKURDU

Atatürk, zaman zaman Kur’an okuduğunu bizzat kendisi ifade etmiştir. Kur’an’daki bazı ayet ve surelerin Atatürk’ün oldukça fazla dikkatini çektiği görülmektedir. Atatürk, Kur’an okumalarında özellikle bu ayet ve sureleri tercih ettiğini söylemektedir. Kur’an’da Atatürk’ün dikkatini en fazla çeken surelerin başında, Yasin Suresi gelmekteydi. 1926 yılının 22 Mayıs günü Bursa’da Türk Ocağını ziyaret eden Atatürk, burada bulunanlara değişik konularda sohbet ederken söz din konusundan açılmış ve yaklaşık bir saat bu konu üzerinde konuşulmuştu. Bu sohbet sırasında Atatürk kişisel yaşantısında dinin yerine değinmiş ve şu çarpıcı sözleri söylemişti:

“Evet, hakikaten Kur’an’da çok büyük hikmetler ve düsturlar vardır. Hele Yasin Suresi ne şahane yazılmıştır. Ben Kur’an okumak istediğimde çok defa Yasin Suresi’ni okurum.” Atatürk Kur’an söz konusu olduğunda oldukça hassas davranmaktaydı. O, Kur’an-ı Kerim’in anlaşılarak, ayetlerini üzerinde düşünülerek okunmasından yanaydı. Kur’an’ın Türkçe anlamına büyük önem veriyordu. Kur’an konusundaki bir diğer hassasiyeti de Kur’an’ın doğru ve güzel okunmasıydı. Kendisi başka birine Kur’an okutup dinleme ihtiyacı duyduğunda, hafızın ayetleri yanlış okumamasına ve güzel bir ses tonuyla okumasına azami dikkat gösterirdi.

YARIN: Güzel Kur’an okuma yarışması düzenlemişti

Manevi kızı Nebile’den Yasin-i Şerif dinlerdi

Atatürk, İslâm dininin temel kaynağı Kur’an’a büyük önem veriyordu. Kur’an-ı Kerim’i defalarca incelemişti. Kur’an’ın sadece lâfzı manada okunulmasıyla yetinilmesine karşıydı. Kur’an’ın anlaşılmasını da istiyordu. Atatürk’ün özel hayatının derinliklerine inildiğinde, Kur’an’ın izleri çok açık şekilde görülebilmektedir. Atatürk’ü tanıyanlar, kütüphanesinde Arapça ve Türkçe tefsirli Kur’anlar bulunduğunu söylemektedirler. Kur’an’ı, bazen kendisinin okuduğu, bazen de başka birine okutup dinlediği, Atatürk’le ilgili bize ulaşan bilgiler arasındadır. Atatürk’ün manevi kızlarından 14-15 yaşlarındaki Nebile bir gün Atatürk’e: “Ben Yasin-i Şerif-i ezbere hiç yanlışsız okurum,” iddiasında bulunmuştur. Bunun üzerine Atatürk, Nebile’den bunu ispatlamasını istemiş. Kitaplığındaki Kur’an-ı Kerimlerden Arapça olanını getirerek, Yasin Suresi’ni açmış ve Nebile’den okumasını istemişti. Nebile, besmele çekerek Yasin Suresi’ni okumuş, bu sırada Atatürk de elinde Kur’an’la Onu takip etmişti. Bu olaya şahit olan H. Aroğul, o sırada Atatürk’ün duygulandığını, gözlerinin nemlendiğini ifade etmektedir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.