Hilal ile haçın varlık meselesidir

Ali GÜLER

BİZANS MUHİPLERİ RUM PATRİKHANESİ VE AYASOFYA-2

Bu tartışmalar devam ederken en “acayip” öneri ise Anayasa Hukuku Profesörü olan bir CHP milletvekilinden geldi. Türklükle, Türkiye’nin birlik ve bütünlüğü ile ilgili ne kadar yıkıcı ve bölücü faaliyet varsa; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu esaslarını değiştirmek için ne kadar dış kaynaklı çalışma varsa hepsinin altında imzası olan bu adam, TBMM kürsüsünden şunları söylüyordu:

“Ayasofya konusunda yargı araçsallaştırılıyor. Benim görüşüme göre Topkapı Sarayı da müze olarak korunmalı, Ayasofya da müze olarak korunmalı, hatta Sultanahmet de müze olmalı; çünkü bunlar artık bizim kendi şeyimiz değil, kendimize özgü değil, insanlığın ortak mirasıdır bunlar. Anayasamız 63’üncü maddesinde bunu öngörüyor ve evrensel değerleri benimsemesi açısından da dünya ölçeğinde bunlar mirastır. Yargıyı kullanmayalım. Pekâlâ, Cumhurbaşkanı kendi işlemiyle yapabilir, ama siz bugünden ‘Danıştay karar verecek’ diye her gün konuşmaya başladığınız zaman Danıştay bağımsız olarak karar veremez.”

Kafalarının arkasındaki Bizansseverliği gizleyerek sözde “masum” birtakım gerekçelerle Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılmasına karşı çıkan başkaları da var. Mesela böylesine ciddi bir konuyu “suni gündem” olarak niteleyen bir partinin hanımefendi genel başkanı, “CHP’nin emanetçisi” olarak yeni parti kuran/kurmaya çalışan iki nevzuhur partinin genel başkanları da bu kapsamda sayılabilir. Kısaca “zillet ittifakı” bu konuda da görevine devam ediyordu…

MANDACI ZİHNİYET

Ayasofya’nın cami olarak ibadete açılması ile ilgili olarak son yirmi gün içinde yaşadığımız bütün bu gelişmeler ve tartışmalar elbette Türkiye’deki bazı küresel iş birlikçileri ve onların “mandacı” zihniyetlerini açığa çıkarmıştır. Bunlar, Yunanistan başta olmak üzere Balkan ülkelerindeki yüz Osmanlı-Türk eserinden (çoğunluğu cami, ibadethane) şu anda niçin ikisinin ayakta kaldığını, diğerlerinin yıkıldığını; bunun dünya kültürel mirasını ortadan kaldırma suçu olduğunu hiçbir zaman gündemlerine almadılar. Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin Türk camilerine yaptıklarını hiçbir zaman görmediler.

Evet, Ayasofya sadece Ayasofya meselesinden ibaret değildir. Bu konu, Müslüman Türklüğün Hristiyan Batı karşısında, Haçlı zihniyeti karşısında ilerleyişinin ifadesidir ve egemen bir güç olarak varlığını sürdürme meselesidir. Fetihle birlikte Türklüğün bir “cihan devleti”ne dönüşmesi, üç kıtaya hâkim olması, dünyaya “nizam vermesi” meselesidir. Kısaca hilal ile haçın varlık, egemenlik meselesidir. Ayasofya bunun sembolü olan bir mekândır. Hristiyan Batı bunu hep böyle algıladı ve en küçük bir fırsatta Ayasofya’yı yeniden kiliseye döndürmeye çabaladı. Mütareke Dönemi de böyle bir dönemdir. Aşağıda o dönemde yaşananları, Avrupa, Yunanistan ve Fener Rum Patrikhanesi-Rum kiliseleri-metropoliler- papazlar ilişkileri içinde okuyacaksınız.

MÜTAREKE İSTANBUL’UNDA FENER RUM PATRİKHANESİ

Mütarekeden sonra özel olarak İstanbul, genel olarak Türkiye’deki Rum Yunan faaliyetlerinin merkezini İstanbul’daki Fener-Rum Patrikhanesi teşkil ediyordu. Patrikhane, başta siyasî faaliyetler olmak üzere, terör örgütlerinin teşkilatlandırılması, çetelerin desteklenmesi, nümayişlerin düzenlenmesi, kültürel çalışmaların yürütülmesi, propagandanın yaygınlaştırılması gibi işleri yapan bir kuruluş durumundaydı. Nitekim Atatürk gibi; hatıralarında patrikhaneden “fesat ve nifak yuvası” olarak bahseden Rauf Orbay, I. Cihan Harbi’nden sonraki uygun ortamdan yararlanan azınlıkların, patrikhaneleri etrafında kurdukları teşkilatlarla Osmanlı hükümetine karşı vaziyet alacak kadar ileri gittiklerini ifade etmektedir. 1918’de patrikhane’nin böyle bir merkez durumuna gelmesinde, Yunanistan’ın Türkiye üzerindeki emellerinin gerçekleştirmek yolunda burasının çok uygun bir kuruluş olması başlıca rolü oynamıştır.

Çünkü Rum Ortodoks Kilisesi, Yunan tarihinde önemli bir fonksiyona sahipti. İstiklâlini kazanan ve bir hayli de genişleyen Yunanistan, hedefine ulaşabilmek için doğudaki büyük Türk potansiyelini yalnız Yunan kilisesi ile etki altına almanın mümkün olamayacağını uzun bir deneme ile anlamış, Türkiye’de de başarılı olabilmek için, daha önce çok yararlandığı Türk topraklarındaki kiliseleri Türklere karşı tahrik ve baltalama aracı olarak kullanma kararı vermiştir.

Bu kararın bir gereği olarak, esasen, 1908’de II. Meşrutiyetin ilânı üzerine faaliyetlerini arttıran patrikhaneyi (1910’da Yunan başbakanlığına muhakkak geleceğini düşünen) Venizelos, yarı resmi de olsa Yunanistan’la birleştirmeyi siyasi programına birinci madde olarak almıştı. Bizans’ı ihya etmek, bu hülyayı millî bir siyaset haline getirmek için mutlak surette Fener Patrikhanesi’nin faaliyet ve tahriklerine ihtiyaç vardı. Zira patrikhanenin daha önceki büyük hizmetleri bilinmekteydi. Venizelos bu husustaki düşüncelerini, “Patrikhane, Yunanistan’ın emrine girmelidir; bu suretle birleşmiş bir patrikhanenin ilerideki milli davalarda rolü pek büyük olacaktır” şeklinde ifade etmiştir.

YUNANİSTAN’IN OYUNLARI

Girit’teki başarılarından cesaret alan Venizelos, Yunan başbakanlığına geçmek üzere Girit’ten ayrıldığı tarihte, gizlice papaz kıyafeti ile İstanbul’a gelerek, bir Rum’un evinde bir hafta kalmış ve patrikhaneye, esas programı dahilinde yeni bazı talimatlar vermiştir. Bundan sora artık patrikhane, Venizelos’un ve Yunanistan’ın Türkiye’deki icra vasıtası haline gelmiştir. Tarih boyunca toprak isteklerini destekleme konusunda dini, politik bir silah olarak kullanmış ve ondan büyük ölçüde yararlanmış olan Yunanistan, böylece, dışarıda patrikhane gibi önemli bir dini kuruluşun tekrar desteğini kazanmıştı.

Şu halde, patrikhanenin Yunanistan emellerine hizmet eden bir kuruluş durumuna gelmesi daha 1910 yıllarında gerçekleşmiş bulunuyordu. Nitekim Yunan Millet Meclisinde, 5 Mart 1921 tarihinde yapılan bir tartışmada, Dışişleri Bakanı Baltacis’in sözlerinden, patrikhanenin Yunanistan’a nasıl hizmet ettiği çok iyi anlaşılmaktadır. Baltacis, patrikhaneye hücumlarda bulunan milletvekili Kampanis’e şu cevabı vermiştir: “Yunan milleti bugün Fener Patrikhanesi’ne şükran borçludur. Onun geçmişteki mücadeleleri, Yunan milletini bu fütuhata nail ettirdi. Sözlerinizi geri alınız!” Patrikhane, Mondros Mütarekesi’ni takip eden günlerde artık Sen Sinod Meclisi mukaddes nizamnamesini ikinci plana bırakarak, doğrudan doğruya Yunan Başbakanı Venizelos’un temsilcisi sıfatıyla siyaset sahasına atılmıştı.

PATRİKHANENİN SİYASİ GÜCÜ

Fakat Venizelos patrikhaneyi bu hali ile, Anadolu’da başarmak istediği büyük işler için yeterli görmüyordu. Bu sebeple, yukarıda faaliyetlerine genel olarak değindiğimiz siyasî ve askerî temsilci ile konsolos, kısa sürede diğer cemiyetlerle birlikte, patrikhaneyi de yeniden tanzim ederek aktif bir durum getirdiler. Özellikle, Siyasî Temsilci Kanelopulos, patrikhane ile diğer Rum kuruluşlarını az bir zaman zarfında birleştirmeyi başardı. Venizelos’tan altığı talimata göre, patrikhaneyi ikaz, matbuatı yakından idare ve cemiyetleri faal bir hale getirdi.

Bu dönemde, Venizelos’un patrikhanedeki çalışmalar için hiçbir yardımdan kaçınmadığı görülmektedir. O, İstanbul’da başlayan çalışmalar için özel ödenekten birkaç milyon drahmi ile Amerika’da oturan İstanbullu Niçepulos’un bağışladığı dört milyon drahmiyi ve Yunanistan Dahiliye Nazareti’nin Anadolu ve Rumeli muhacirlerinin iskanı için ayırdığı yarım milyon drahmiyi tahsis etti. Böylece, patrikhanenin esasen büyük bir yekûn tutan gelirine yüksek miktarda bir ilave yapılmış oldu.

YARIN: PATRİKHANENİN AYASOFYA MÜCADELESİ

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.