İngilizler, Bandırma vapurunu batıracaktı!

Ali GÜLER

100. YILINDA 19 MAYIS 1919 RUHU VE ATATÜRK’Ü ANLAMAK -2

Mustafa Kemal Paşa, Nutuk öncesi olayları anlattığı anılarında, Samsun’a hareket edeceği sırada İngilizlerin Bandırma Vapuru’nu Karadeniz’de batıracakları haberini aldığını şu şekilde anlatmaktadır: “…

Artık Şişli’deki evi bırakmak üzereyiz. Bandırma vapuru Galata rıhtımında hazır, bildiğimiz bu. Karargâhımızdan olanlar belirlenen saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil kapımın önünde idi. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelerek beni büroma götüren bir dostum (Rauf Orbay) aldığı bir habere göre benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra vaktiyle uzun müddet yanımda çalışan bir kurmay subay da gelerek maiyetinde çalıştığı bir Damat’tan aynı şeyleri öğrendiğini bildirdi. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti. Tutabilirler, sürebilirler fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıki idi. Ancak artık benim için yakalanmak, hapsolmak, sürülmek, düşündüklerimi yapmaktan men edilmek hepsi ölmekle aynı idi. Hemen karar verdim. Otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola çıkmak için emir verdimse de Kız Kulesi açıklarında kontrole tabii tutulduk…”

BİNBAŞI İSMAİL HAKKI

Mustafa Kemal Paşa’nın bu duyumu kendisine haber veren Rauf Orbay ve Yüzbaşı Çopur Neşet Bey’e haber veren Binbaşı İsmail Hakkı OKDAY Bey’dir.

Tevfik Paşa’nın oğlu olan Binbaşı İsmail Hakkı (OKDAY) Bey 1916 yılında Vahdettin’in büyük kızı Ulviye Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur. 8 Ocak 1922’de silah arkadaşlarının düşmanla savaşıp kendisinin İstanbul’da seyirci kalmasına dayanamayarak Anadolu’ya geçmiş ve bu kutsal mücadeleye katılmıştır. Bu hareketinden dolayı Vahdettin tarafından eşi Ulviye Sultan’dan boşatılmıştır. İsmail Hakkı Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın Bandırma vapuru ile Anadolu’ya geçmeye hazırlandığı dönemde bir aile toplantısı sırasında İngiliz istihbaratından Yüzbaşı Bennett’in (Padişahın damadı olmasına da güvenerek) Bandırma vapurunun batırılacağına dair ifadelerini zaman kaybetmeden Mustafa Kemal Paşa’ya bildirerek yolculuk sırasında temkinli olunmasını sağlamış ve olası bir facianın önüne geçmiştir. Bu olayın ayrıntılarını İsmail Hakkı Bey şöyle naklediyor:

“Rahmetli Atatürk, Müfettiş-i Umumi sıfatıyla Anadolu’ya geçerken, kendisini ve maiyetini götüren “Bandırma” vapurunun Samsun’a varmaması için, İngilizler tarafından batırılmak istendiğini, fakat bu alçakça teşebbüsün kendisine bir Padişah damadı tarafından haber verildiği için vapurun daima sahile yakın bir rota izlediğini ve gemi Samsun’a vardıktan iki saat sonra da bir İngiliz torpido botunun o limana geldiğini, bu suretle yapılan uyarmanın esassız bir şey olmadığını söyler. Bu sözler bizzat rahmetli Atatürk tarafından söylenmiş ve şimdiye kadar yüzlerce defa tekrarlanmıştır.

İşte bu haberi Mustafa Kemal Paşa merhuma ileten “Damat” bendim. Bu işin yukarıda özetlediğim tarafı herkes tarafından bilinir, amma iç yüzü tamamıyla meçhul kalmıştır şimdiye kadar. Bu tarafını da aydınlatayım ve bu olayı örten esrar perdesini aralayıp, gerçeği bütün açıklığı ile anlatayım...

Bekâr, alabildiğine nazik ve cömert bir zat olan Babanzade Fuat Bey’in ziyafetleri pek parlak olur, seçkin misafirleri arasında o zamanın sosyetesinin en tanınmış simaları, en kalburüstü
gelen kimseleri yer alırdı...

YÜZBAŞI BENNETT

İşte Babanzade’nin bu parlak ziyafetlerinden gene birinde idi ki, bir hayli içilmiş, kafalar dumanlanmış ve sohbetler samimileşmişti. Bu günlerde Kayınbabamın (Sultan Vahdettin) Yaver-i ekremi Mustafa Kemal Paşa’nın da Umumî Müfettişlik vazifesiyle Anadolu’ya gönderilmesine karar verilmiş ve Paşa bir iki gün sonra Samsun’a gitmek üzere yola çıkacaktı. O akşamki ziyafette mahud (sözü geçen) İngiliz İstihbarat subayı Yüzbaşı Bennett de hazır bulunuyordu ve kendisini beğenmiş, İngiliz işgal kuvvetlerinin İstanbul’da kuvvetli adamı olarak tanınmış adam, Babanzade Fuat Bey merhumun zengin mezeli ve her çeşit bol içkili sofrasında bir hayli alkol almış, adamakıllı sarhoş olmuştu.

Bu Yüzbaşı Bennett yemekten sonra likörlerimizi ve kahvelerimizi yudumlarken, bir aralık sesini yükselterek:

‘Hükûmet Mustafa Kemal Paşa adında genç bir Türk generalin, Umumî Müfettiş olarak Anadolu’ya göndermeye karar vermiş. Paşa da bir Türk vapuruyla Samsun’a gitmek üzere yola çıkacakmış, amma Mustafa Kemal Paşa asla Samsun’a ulaşamayacak...’

O akşam yalnız bu İngiliz Yüzbaşı değil, hepimiz bir hayli alkol almış, kafaları dumanlamıştık amma, Almanya’da kurmay tahsili görürken, bu tahsile merbut (bağlı) istihbarat işlerinde de ihtisas yapmıştım ve bu ciheti hatıralarımın başında açıklamıştım. Bu itibarla, bir dost olarak aramızda bulunan bu İngiliz yüzbaşısının bu imalı sözleri beni olduğu kadar, ev sahibimiz Babanzade Fuat merhumu da kuşkulandırdı idi. İngiliz entelijans servisinin bu azılı ajanı ne demek istiyordu? Umumî Müfettiş olarak Anadolu’ya gönderilen ve “Bandırma” vapuru ile yola çıkacak olan Paşa, niçin Samsun’a ulaşamayacaktı? Bu sözlerden çıkan tek anlam Paşa’nın Anadolu’ya gönderilmesini İngilizlerin, hiç olmazsa Bennett’in mensup bulunduğu entelijans servisinin hoş görmediği idi. Şayet iş böyle ise, Mustafa Kemal Paşa’nın yola çıkmasına o saate kadar İngilizlerin niçin müsaade etmişler, sonra ne olmuştu da bundan vazgeçerek, onun Samsun’da vazifeye başlamasını istemez olmuşlardı? Bir sürü soru ki, o zamanlar bunları aydınlatmasını Yüzbaşı Bennett’den isteyemezdik. Zira böyle yapılsa herif bizlerden de şüphelenirdi. Bizde bu işin üstünde durmaz göründük ve misafirler dağıldıktan sonra Babanzade Fuat Beyle baş başa kalınca, Bennett’in sarhoşlukla ağzından kaçırdığı bu sözleri incelemeye başladık. Babanzade:

İNGİLİZLER HER ŞEYİ YAPAR

‘Mustafa Kemal Paşa yola çıktıktan sonra İngilizlerin gemiyi batırmak suretiyle mi Paşa’nın Samsun’a ulaşmasını önleyecekler? Bu nasıl şey? Niçin Paşa’nın hareketine mani olmuyorlar da böyle çapraşık bir yoldan ve bir cinayet işleyerek Paşa’nın Anadolu’ya geçmesine mani olacaklar?...’

‘Azizim Fuat Bey, İngilizlerin işlerine akıl erdirmek imkânsızdır. Bu adamlar her şey yaparlar, her alçaklığa cüret ederler. Bana kalırsa bu işte faaliyete geçen İngiliz resmi makamları değil, daima saman altından su yürüten Entelijans Servis mensupları, yani Papaz Frew’lar, Yüzbaşı Bennett’lerdir. Bu akşamki ziyafette bu adamın ağzından kaçırdığı sözler gerçeğin bir ifadesi olabilir...’ dedim ve hemen Saray’a dönerek İstanbul’daki gizli teşkilata mensup olduğunu bildiğim, saraydaki muavinim Yüzbaşı Çopur Neşet Bey’e keyfiyeti bildirdim. O da gereken kişilere meseleyi ulaştırdı.

İşte Atatürk merhumun bizzat bahsettiği Samsun seyahatinde “Bandırma” vapurunun batırılacağına dair çıkan şayianın kendisine bir Padişah damadı tarafından intikal ettirilmiş olduğu meselesinin iç yüzü budur. Nitekim tarihi bir gerçektir ki, Paşa’yı Samsun’a götüren Bandırma vapurunun Samsun limanına girmesinden sonra, bir İngiliz destroyerinin Samsun limanına ulaşıp, demirlenmiş olması Bennett’in sarhoşlukla ağzından kaçırdığı kelimelerin boş laf olmadığını ispatlar. Bu İngiliz harp gemisi Bandırma vapuruna yolda yetişip, gemiden Paşa’yı alarak, İstanbul’a mı getireceği, yoksa bu küçük Türk vapuruna bir torpido fora ederek, bütün karargâh subaylarıyla Paşa’yı Karadeniz’in gazaplı sularına mı gömmek için yola çıkmış olduğu, daima meçhul kalacak bir tarih muammasıdır. 16 Mart’ta kışlalarında uyuyan Türk Mehmetçiklerini soğukkanlılıkla süngületen İngilizlerin bir torpido botlarıyla böyle bir cinayete cüret edebileceklerini ben kendi hesabıma pekâlâ kabul edebilirim. Bu Yüzbaşı Bennett sonraları İstanbul’daki suikasttan bir bacağını feda ederek kurtulabildi.”

SAMSUN’A ÇIKTIĞIM GÜN GENEL DURUM VE GÖRÜNÜŞ

1919 yılı Mayısının 19. günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyleydi:

Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu grup, I. Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zayıf düşürülmüş, şartları ağır bir Ateşkes Anlaşması imzalanmış. Büyük Savaşın devam ettiği uzun yıllar sonunda millet yorgun ve fakir bir durumda. Milleti ve ülkeyi I. Dünya Savaşına sürükleyenler, kendi hayatlarını kurtarma kaygısına düşerek ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında oturan Vahideddin soysuzlaşmış, kendini ve yalnız tahtını koruyabileceğini umduğu alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükûmet güçsüz, onursuz ve korkak. Yalnız padişahın iradesine boyun eğmekte ve onunla birlikte kendilerini koruma altına alabilecek herhangi bir duruma razı. Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…

İtilaf Devletleri, Ateşkes Anlaşmasının hükümlerine uymayı gerekli görmüyorlar. Birer bahane ile İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana ili Fransızlar; Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri birlikleri, Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurlar ile gizli görevlileri faaliyette. Nihayet, konuşmamıza başlangıç olarak aldığımız tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919’da, İtilaf Devletleri’nin uygun bulması ile Yunan ordusu İzmir’e çıkartılıyor. Bundan başka, ülkenin her tarafında Hristiyan azınlıklar gizli veya açıktan açığa kendi özel arzu ve maksatlarını gerçekleştirmeye, devleti bir an önce çökertmeye çalışıyorlar. Sonradan elde edilen güvenilir bilgi ve belgelerle iyice anlaşılmıştır ki İstanbul Rum Patrikhanesinde kurulan Mavri Mira Heyeti illerde çeteler kurmak ve idare etmek, miting ve propagandalar yaptırmaya uğraşmakta. Yunan Kızılhaçı ve Resmî Göçmenler Komisyonu, Mavri Heyetinin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira Heyeti tarafından yönetilen Rum okullarının izci teşkilatları, yirmi yaşından yukarı gençlerini de teşkilatlandırıp kendisine dahil ederek her yerde kuruluşunu tamamlıyor.

Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira Heyeti ile birlikte çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tıpkı Rum hazırlığı gibi devam ediyor.

Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde örgütlenmiş olan ve İstanbul’daki merkeze bağlı olan Pontus Cemiyeti hiçbir engelle karşılaşmadan kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor…

Düşman devletler, Osmanlı devlet ve ülkesine karşı maddi ve manevi saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve Halife olan kişi, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı hâlde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felaketlerin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulunduktan çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları önlemlere başvurmakta... Ordu, ismi var kendisi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşının bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında zihinleri bir kurtuluş çaresi aramakla meşgul...

Burada pek önemli olan bir noktayı da belirtmeli ve açıklamalıyım: Millet ve ordu, Padişah ve Halifenin hainliğinden haberdar olmadığı gibi, o makama ve o makamda bulunana karşı asırların kökleştirdiği din ve gelenek bağları dolayısıyla da içtenlikle boyun eğmekte. Millet ve ordu bir yandan kurtuluş çaresi düşünürken bir yandan da yüzyıllardır devam eden bu alışkanlık kendinden önce, yüce hilafet ve saltanat makamının kurtarılmasını ve dokunulmazlığını düşünüyor. Halifesiz ve Padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama kabiliyetinde değil... Bu inanca aykırı bir düşünce ileri süreceklerin vay hâline! Derhâl dinsiz, vatansız, hain ve istenmeyen kişi olur...

Diğer önemli bir nokta da değinmek gerekir. Kurtuluş çaresi ararken İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük devletleri küstürmemek temel ilke olarak kabul edilmekte idi. Bu devletlerden yalnız biri ile bile başa çıkılamayacağı düşüncesi hemen bütün kafalarda yer edinmişti. Osmanlı Devleti’nin yanında, koskoca Almanya, Avusturya- Macaristan varken hepsini birden yenip yerlere seren İtilaf karşısında, yeniden onlarla çatışmaya varabilecek durumlara girmekten daha büyük mantıksızlık ve akılsızlık olamazdı.

Bu fikirde olan yalnız halk değildi; özellikle seçkin ve aydın denen insanlar böyle düşünüyordu.

O hâlde, kurtuluş çaresi ararken iki şey söz konusu olacaktı. Önce, İtilaf Devletleri’ne karşı düşmanca tavır alınmayacak; sonra, Padişah ve Halifeye canla başla bağlı ve sadık kalmak temel şart olacaktı.

YARIN: ‘YA İSTİKLAL YA ÖLÜM!’

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.