ATATÜRK VE MİLLİ DIŞ POLİTİKA -2-
Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen millî bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması lâzımdır. Millî siyaset dediğim zaman, kastettiğim mana ve anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak... Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak... Medenî dünyadan, medenî ve insanî davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.” “Dış siyaset, bir toplumun iç kuruluşu ile sıkı şekilde ilgilidir.
Çünkü iç kuruluşa dayanmayan dış siyasetler, daima mahkûm kalırlar. Bir toplumun iç kuruluşu ne kadar kuvvetli, sağlam olursa, dış siyaseti de o nispette güçlü ve sağlam olur.”
“Dış siyaset, iç kuruluş ve iç siyasete dayandırılmak zaruretindedir, yani iç kuruluşun tahammül edemeyeceği genişlikte olmamalıdır. Yoksa hayalî dış siyasetler peşinde dolaşanlar, dayanak noktalarını kendiliğinden kaybederler.”
Atatürk, dış politikada milli güce dayanmak gerekir derken, milletler arasında devamlı bir dostluk olamayacağını, esas olanın milletlerin menfaatlerinin olduğunu vurgulamaktadır:
“Milletlerin siyasetinde ancak menfaatleri vardır; kimsenin kimseye dost olamayacağını bilelim!”
“Maalesef Türk’ün geleneksel dostu yoktur; menfaatler müşterek olunca Avrupalılar buna, hemen “geleneksel dostluk” ismini vermişlerdir.”
“Uluslararası anlaşmazlıklar, ancak iyi niyetle ve umumî menfaat adına karşılıklı fedakârlık yolu ile halledilebilir.”
BAĞIMSIZLIK
Atatürk’ün dış politikada önemle üzerinde durduğu konulardan biri de diplomatik ilişkilerde, milli bağımsız bir politika takip edilmesidir. Bağımsızlık ilkesi ile genç Cumhuriyetin bağımsızlığının korunması hedeflenmiştir. Osmanlı Devleti’nin ekonomik, siyasi, mali kısacası her yönden dışa bağımlı, adeta yarı sömürge hale gelmiş yönetimlerini gören yeni Türkiye’nin lideri Mustafa Kemal Atatürk için kurulan ve Lozan’da uluslararası hukuka göre tescillenen devletin gerçek bağımsızlığı en önde gelen amaçtı. Bu bağımsızlık siyasi, ekonomik, mali, askeri ve kültürel açıdan bağımsızlıktı ve bunlardan taviz verilemezdi. Bu ilkeden hareketle, gerek Milli Mücadele sürecinde Batılı devletlerle yapılan görüşmelerde, gerekse Lozan barış görüşmelerinde ve sonrasında bağımsızlık ilkesine gölge düşürebilecek her konuda kararlı davranılmıştır. Ülkenin şartları gereği, daha sonra yapılan antlaşmalarda ise, genç Cumhuriyet, kendisine yapılan siyasi, ekonomik ve mali dayatmalara mahkûm olmadığını onurlu bir şekilde göstermiş, egemen bir devlet olarak sadece özgür iradesi ve kendi rızası ile kabullendiği, çoğu zaman liderliğini yaptığı ittifaklara ve yükümlülüklere girmiştir. Anlaşılacağı ve aşağıda üzerinde durulacağı gibi, bu tür bir işbirliği ülkenin bağımsızlığına engel değildir.
Atatürk bağımsızlıktan ne anladığını Nutuk’ta şöyle ifade etmiştir:
“Tam Bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı üstlenilmiştir. Bu vazifeyi yüklenirken, tatbik kabiliyeti hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat, netice olarak edindiğimiz görüş ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin işledikleri hatalar yüzünden, milletimiz sözde mevcut zannolunan bağımsızlığında kayıtlı bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi, medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse hep bu hatadan ve bu hataya uymadan doğmaktadır. Bu hataya uyma neticesi, mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün yaşama kabiliyetinden soyunma ve uzaklaşmasını gerektirebilir. Biz, yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya uyma yüzünden bu özelliklerden mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir.
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek manasıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz.”
GERÇEKÇİLİK
Atatürk’ün dış politikası gerçekçidir. Boş hayaller peşinde koşmaz. Maceracılıktan uzak durmayı hedefler. Elbette bunun yanında milli çıkarları gerçekleştirmede kararlı olmayı amaçlar. Türk milletinin gücünü ve imkanlarını bilmek kadar, karşısındaki devletlerin ne yapacaklarını veya ne yapamayacaklarını gerçekçi ve doğru şekilde değerlendirmiş olan bir uygulama görülür.
Atatürk’ün aşağıda okuyacağınız “Panislamizm, Panturanizm” gibi millet üstü bazı politikalar hakkındaki değerlendirmelerini bu gerçekçilik kapsamında ve zamanın ruhu içinde düşünmek lazımdır. Atatürk, gerçekleşmesi mümkün olamayacak bütün Müslümanların veya bütün Türklerin bir devlet çatısı altında toplanmaları fikrine daima mesafeli olmuştur. “Panislamizm veya İttihat-ı İslam kavramları ile Panturanizm veya Turanizm” kavramlarını bu anlamda anlamış ve anlatmıştır. Yaşadığı çağdaki algı da budur. Bu tavrı O’nun İslam ülkeleri işbirliğini veya Türk devletleri, toplulukları işbirliğini istemediği, düşünmediği anlamına gelmez.
YARIN: GÜVENLİK POLITİKASI VE İTTİFAKLAR SİSTEMİ