Mutlakiyet karşıtı hürriyet fikirleri oluşmaya başlıyor

Ali GÜLER

ZİYA GÖKALP’İN EĞİTİM HAYATI - 7

Ziya Gökalp’in özellikle mutlakiyet karşıtı hürriyet fikirlerinin oluşmasında, ‘hayatı mücadele için sarfetmek gereği’ düşüncesini oluşmasında ve nihayet Ziya’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkilerinin kurulmasında Dr. Abdullah Cevdet’in etkili olduğu bilinmekte. Gökalp’in, din ve İslam ile barışık bir insan olduğu da yaşantısı ve yazdıklarından anlaşılmakta.

Bir müddet sonra, Doktor Yorgi de İstanbul’a geldi. Bir gün eski sınıf arkadaşlarımdan Abdullah Haşim, doktora gitmemizi teklif etti. O, evini tanıyordu. Moda tarafında oturuyormuş. Beraber gittik. Hocamız, İstanbul’daki yeni cereyandan bahis açtı: ‘Türk gençleri siyasi bir inkılap yapmak, meşrutî bir idare tesis etmek istiyorlardı. Bu hareket yüceltilmeye değerdi. Yalnız bir cihet var ki, İnkılap, taklitle olmaz. Türkiye’deki inkılap, Türk milletinin sosyal hayatına, milli ruhuna uygun olmalı! Yapılacak anayasa Türk milletinin ruhundan kopmalı. Sosyal bünyesine uyumlu olmalı! Böyle olmazsa, yapılacak inkılabın memlekete zararlı olması ihtimali var. İyi bir anayasa yapabilmek için öncelikle Türk milletinin psikolojisini ve sosyolojisini incelemek lazım. Siz, bu inkılapçıları herhalde az çok tanırsınız. Bunlar, gereken bu incelemeleri yapmışlar mı? Yaptıkları programı bu incelemelere mi dayandırıyorlar? Özetle, başladıkları kutsal savaşa (çalışmaya) ilmi bir surette hazırlanmışlar mı?’

Biz bu sözlere hiçbir cevap veremedik. Zaten bu sözler, sorulardan çok, ikna etmek amacıyla söyleniyordu. Herhalde bizde bu gibi incelemelerin henüz başlamadığını pekâlâ biliyordu. Mutlaka iki eski öğrencisine son bir ders, belki de felsefi bir vasiyet olmak üzere bu sözleri söylemişti. Ben babamın vasiyeti gibi, hocamın bu vasiyetini de hiç unutamadım. Delili şu ki, o günden itibaren, Türk milletinin sosyolojisiyle psikolojisini incelemek için, öncelikle bu ilimlerin genel esaslarını öğrenmeye başladım.”

Görüldüğü üzere Doktor Yorgi’nin İdadi öğrencisi Ziya üzerinde çok büyük bir etkisi vardır. Onun sonraki çalışmalarının “sosyoloji” ve “psikoloji” ağırlıklı bir yola girmesinde, hem İttihat Terakki hem de Cumhuriyet’in fikri altyapısının oluşturulmasına büyük katkılar yapacak olan mütefekkir (düşünce adamı) Ziya Gökalp’in Türk milletinin tarih ve kültürüne dayalı çalışmalar yapmasında Doktor Yorgi’nin bu etkilerinin izleri olduğu görülmektedir.

Aşağıda anlatacağımız intihar hadisesinde Ziya’yı tedavi edecek olan Dr. Abdullah Cevdet (1869-1932) de hocası olmamakla birlikte İdadi döneminde genç Ziya üzerinde etkileri görülen bir insandır. Kolera salgını dolayısıyla 1894 yılı sonlarında iki buçuk ay 1 Kasım 1310/1894-15 Ocak 1311/1895 tarihleri arasında Diyarbakır’da görev yapmıştır. Anlaşılacağı üzere Ziya ve arkadaşlarının İdadi’de “milletim çok yaşa” eylemlerini yaptıkları ve soruşturmaya tabi oldukları dönemdir bu tarihler. Ziya Gökalp’in intihar girişimi de bu tarihlerde gerçekleşecektir.

Ziya Gökalp’in özellikle mutlakiyet karşıtı hürriyet fikirlerinin oluşmasında, “hayatı mücadele için sarfetmek gereği” düşüncesinin oluşmasında ve nihayet Ziya’nın İttihat ve Terakki Cemiyeti ile ilişkilerinin kurulmasında Dr. Abdullah Cevdet’in etkili olduğunu biliyoruz. Ziya Gökalp üzerine eser sahibi olan bazıları mesela Emin Erişirgil, Dr. A. Cevdet’in “ateizm” ve “dinsizlik”le ilgili düşüncelerinin de Ziya’yı etkilediğini belirtmektedirler. Bu düşünce kısmen doğrudur. O tarihlerde yaşadığı iç çatışmaların nedenlerinden biri bu olmakla birlikte Ziya Gökalp’in “din” ile “İslam” ile barışık bir insan olduğunu yaşantısından ve yazdıklarından biliyoruz.

'DİNSİZ DOKTOR’

Dr. Abdullah Cevdet, serbest düşünceleri ile bilinen düşünce ve siyaset adamıdır. Askeri Tıbbiye öğrencisi iken “dindarlığı” ile tanınmış ve İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin oluşumunda, 1889 yılında ilk nüvesini (İttihat-ı Osmani) kuran “dört kişi”den birisidir. Daha sonraları “materyalizm”i benimsemiş, “dinsiz doktor” olarak tanınmıştır. Siyasi faaliyetlerinden dolayı sürgün edilmiş, Avrupa’ya kaçarak “Jön Türk” hareketi içinde yer alıp Cenevre’de 1897 yılında Osmanlı Gazetesi’nde yazılar yazmıştır. Sonradan 1905’te Kahire’ye, 1911’de İstanbul’a nakledilecek olan İçtihat Gazete/Dergisini kurmuştur. Bu dergi “Garpçılık” akımının sözcüsü olmuştur.

Cenevre’de iken Saray’ın teklifini kabul ederek Viyana Sefareti doktorluğunu, Mütareke döneminde (Damat Ferit’in Sadrazamlığında) Sıhhiye Umum Müdürlüğü’nü yapmış olan Dr. Abdullah Cevdet’in hayatı siyasi bakımdan tutarsızlıklarla doludur. Yine Mütareke döneminde Kürt Teali Cemiyeti ve İngiliz Muhipleri Cemiyeti ile ilişkileri olmuştur. Milli Mücadele’ye karşı tutarsız davranışları nedeniyle Cumhuriyet’ten sonra etkinliğini kaybetmiştir. Yüzlerce makale ve altmış dolayında telif ve tercüme eseri bulunan Dr. A. Cevdet, hayatı boyunca Ziya Gökalp’in kültür anlayışına ve Türkçülük akımına şiddetle muhalefet etmiştir. Gökalp’in ölüm yılında yazdığı yazılarda (1924) kendisinin Ziya Gökalp’in ilk “delil”i olduğunu, “Ziya’yı öldürmek isteyen Ziya ve Ziya tarafından öldürülen Ziya’nın itilaf ve imtizaç ederek (anlaşma ve uyum sağlayarak) yeni bir şahsiyet-i mürekkebe ve mümtezice (karışmış ve birbiriyle uyumlu bir kişilik) vücuda getirdiğini”, “alevi (ateşi)nin olmadığını, fakat müthiş bir hararet (sıcaklık) neşrettiği (yaydığı)ni”, bazı “ekzantirikliği ile beraber bereketli ve müthiş şahsiyet-i psikolociyaiye (psikolojik kişilik)” olduğunu, ilk gençlik tanışıklığında “onun tarafından yapıldığını” iddia eder.

Elbette Ziya Gökalp’in Dr. A. Cevdet hakkındaki düşünceleri de önem taşımaktadır. Darülfünun Sosyoloji ve Felsefe kürsülerini kurduğunda yardımcı olarak kendi yanına aldığı M. Emin Erişirgil anlatıyor:

“1916 yılında Edebiyat Fakültesi’nin bulunduğu Zeynep Hanım Konağı’nın orta katında bir oda vardı ki, adına ‘İçtimaiyat Darülmesaisi’, şimdiki deyimle, ‘Sosyoloji Enstitüsü’ denirdi. Gerçekte bu oda Ziya ile yardımcısının oturmasına mahsus bir yerdi. Ziya, Fakülte’deki odasına dersi olsun olmasın, sık sık gelip otururdu. Kendisini yakından tanıyanlar, İttihat ve Terakki merkezindeki politika kavgalarından yorgun düşünce bu odaya gelip oturmaktan ve orada Üniversite’nin diğer hocalarıyla konuşmaktan zevk aldığını söylerler.

Yine bir gün Ziya bu odaya gelmişti. Bazı profesörler ve doçentler de onunla konuşmak üzere yanına geldiler. Söz, Doktor Abdullah Cevdet ve onun çıkardığı “İçtihat” mecmuasına geldi. Ziya Gökalp:

‘İstanbul yangınları imar bakımından belediyeye ne hizmet ediyorsa, Abdullah Cevdet’in yazıları da fikir hayatımıza o türlü hizmet ediyor, dedi ve şunları ilave etti: Bu yangınlardan sonra oraları imar etmezsek şehir yangın yeri haline gelir ve böyle olunca da o yangınların zararlarından başka bir faydası olmaz. Fakat yollar açar, etrafına kagir binalar yaparsak, belediyenin istimlak yoluyla uzun süre beceremeyeceği bir işi yangın sayesinde gerçekleştirmiş oluruz.

Abdullah Cevdet de eline balta almış, yıkılması gerekli düşünceleri yıkıyor, bu bir hizmettir. Fakat biz gençleri yalnız Abdullah Cevdet’e bırakıp da onların kafalarına yeni idealler, yeni inançlar yerleştirmezsek fikir ve ruh bakımından onları harabe haline sokmuş oluruz. Ben gençliğimde bunun acısını pek iyi tattım. O acı, beni intihara götürdü…

O sıralarda Doktor Abdullah Cevdet, Diyarbakır’a geldi; cesurdu, istibdat idaresinin İslamlıktan kuvvet aldığını, memleketin bütün sefaletinin ve geriliğinin sorumlusunun din olduğunu açıkça söylerdi. Kısa zamanda doktorun dinsizliği Diyarbakır’da yayıldığı için, amcam onunla sıkı fıkı görüşmemi istemezdi. Buna rağmen bu aydın doktordan bir şeyler öğrenmeye çalışıp dururdum. Bir gün bana, Doktor Atheisme (Ateizm) adlı bir kitap verdi. Onu okuyunca büsbütün sarsıldım. Kalbimdeki bütün inançların artık boşaldığını hissediyordum. Yine uykusuz kaldığım bir günde arkadaşımın birinin verdiği silahı çektim; kurşun alnımın kemiğine saplandı…”

İSİM VE CİSİM!

Abdullah Cevdet’in “ateizm ve din” hakkındaki düşünceleri hem Ziya’yı hem de İdadi’deki arkadaşları Faik ile Haşim’i etkilemiştir. Bunu, “Milletim çok yaşa” eylemi ile ilgili soruşturma evrakında, Okul Müdürü Muhsinzade Ali İrfan ve Birinci Müdür Yardımcısı İsmail Hakkı Efendi’nin ifadelerinden biliyoruz. “Ulum-ı Diniyye” (Dini İlimler) dersine giren Mahmut Efendi’nin bir dersinde Ziya, Faik ve Haşim, dersin öğretmeni Mahmut Efendi’ye bazı sorular sormuşlardır. Okul Müdürü Muhsinzade Ali İrfan Bey anlatıyor:

“Ulum-ı Diniye öğretmeni Mahmut Efendi’nin gerçekleşen ifadesine göre beşinci sene öğrencisine ulum-ı diniye dersi okutmak üzere adı geçen öğrencilerin nezdine gittiğinde dini konular arasında ‘Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd’ sıfatlarından ve büyük meleklerden bahsettikçe öğrencilerden Ziya, Haşim, Faik Efendiler: ‘Melekler nasıl şeydir? Bir şeyin ismi olup da cismi olmaması kabil midir? Buna hemen inanmakta tereddüt edeceğimiz geliyor. Ve mademki sonsuz olmayan uzay bir cisimdir. Cenab-ı Hakk’ın da bir cisim olması gerekir. Halbuki siz cisim olmadıktan başka ne olduğunu da söylemiyorsunuz, bu nasıl şeydir?’ yolunda konuşmaya devam edince adı geçen öğretmen: ‘İşte ben size âyât-ı kerime ve hadis-i şerif okuyorum bunlara inanmanız lazım gelir, inanmadığınız takdirde sizi ikna edecek başka delâ’il (deliller) bilmiyorum ve bulunamaz’ cevabını vermişse de onlar delâ’il-i akliye (akli deliller) talebinde bulunmuşlardır.”

Yarın: Mehmet Ziya buhrana düşüyor: İntihar girişimi, buhranın nedenleri

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.