Rehberimiz mutlaka ilim ve fen olacaktır

Ali GÜLER

ATATÜRK’ÜN DEHASI VE DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDERLİĞİ -4

Türk milleti, çağdaşlaşma sürecinde sanayi toplumunun akıl ve bilime dayalı bilim felsefesini ve onun bütün gereklerini Atatürk’ün dönüşümü ile alıp gerçekleştirebilmiştir. Rasyonel ve pozitivist bir düşünce yapısına sahip olan Atatürk, Türkiye’nin çağdaşlaşması için bilimin rehberliğini esas olarak almış ve bunu kitlelere aktarmıştır. Atatürk, büyük zaferden 3 ay sonra öğretmenlere, ‘Rehberimiz ilim ve fen olacaktır’ demiştir.

HASAN Şimşek, sosyal değişme veya milletlerin yaşam süreçleri içinde iki tür liderin rolünü şu şekilde belirlemektedir: “Paradigmatik değişim süreci içinde evrimi ve yavaş değişimi temel alan ‘normal dönem’ yönetsel liderlerle ilerlerken, devrimi ve baş döndürücü bir değişimi temel alan ‘paradigmatik değişim dönemi’ dönüştürücü liderlerle yürür. Bu iki liderlik biçimi, sistem, toplum veya örgütlerin uzun yaşam çizgisinde yer değiştirerek devam eder. Her büyük dönüştürücü liderler kurduğu sistemi, vizyonunu ve ideallerini bir yönetsel lidere teslim eder. Dönüştürme işi bittikten sonra dönüştürücü liderin de misyonu biter. Çünkü, bir sistemin belirlenmiş rotada işletilmesi ve yürütülmesi başka bir beceri ve yetenektir. İşte bu ‘yönetsel’ liderliğin görevidir. Bu nedenle, sistemin uzun vadeli yaşamsal çizgisi düşünüldüğünde her iki liderlik türü de önemli ve gereklidir. Fakat, her sistemin uzun vadeli çıkarları için bu iki liderlik türünün de gerekli olduğunu vurgularken, bu iki liderlik tarzının uygun zaman ve yerde doğru uygulanmasının gerekli olduğunu hatırlatmak isterim. Yani, evrimsel ve yavaş değişimin hâkim olduğu iç ve dış çevresel koşullarda dönüştürücü liderlik sistemi, örgütü veya toplumu gereksiz maceralara sürükleyebilir. Öte yandan, içinde bulunduğumuz zaman diliminde olduğu gibi devrimsel ve hızlı değişimin egemen olduğu dönemlerde de yönetsel liderliği uygulamak, sistemin, örgütün veya toplumun çağını yakalaması, değişimlere ayak uydurması, değişimlerin dayattığı dönüşümleri başarması ve kendini yenilemesi anlamında sistemde onulmaz yaralar açabilir. Bu dönemde gerekli olan dönüştürücü liderlik biçimidir.”

DÖNÜŞTÜRÜCÜ LİDER OLARAK ATATÜRK VE BİLİM

Yukarıda verilen “Dönüştürücü Lider” tanımı dikkate alındığı zaman, Mustafa Kemal Atatürk’ün tam anlamıyla büyük bir “Dönüştürücü Lider” olarak ortaya çıktığı ve bu anlamda “tarihi” bir rol oynadığı rahatlıkla söylenebilir. Atatürk, çağının değişim dinamiklerini çok iyi anlamış ve “makro bir dönüşüm projesi”ni gerçekleştirmiştir. Yukarıda da açıklandığı gibi, esasında “çağ dönüşümleri” temelde büyük bir “sosyal değişme”yi ifade etmektedir ve bunun da belirleyici faktörü “bilim felsefesi”ndeki değişmedir. XVI.’ncı yüzyılda Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reformasyon hareketinin yarattığı “Aydınlanma”, insanlığın fikir akışında, düşünce alanında çok büyük dönüşümler yaratmıştır. Aydınlanma ile birlikte insanın fikir yapısı önemli bir değişime uğramış, “hür düşünce” yolunda çarpıcı bir gelişme yaşanmıştır. XVIII.’inci yüzyılda meydana gelen “Sanayi Devrimi” de değişimin “ekonomik” temellerini şekillendirirken; 1789’da gerçekleşen Fransız İhtilali ise özellikle “siyasal” düşünce ve “siyasal” kurumları kökünden sarsan değişimlere yol açmıştır. Fransız İhtilali’nden sonra Avrupa’dan başlayarak, bütün dünyayı kasıp kavuran mutlak monarşilere karşı “Hürriyetçilik”, yani anayasalı siyasal sistemi savunan “Liberalizm” ve onun sonucu olarak “milli hâkimiyet” esasına dayalı “Demokrasiler” ile yabancı hegomanyası altında yaşayan “Milliyetçilik” hareketleri ve vatandaşların kanun önünde eşitliğini savunan “Eşitlik” anlayışı etkileri günümüze uzanan önemli değişimler ve dönüşümler yarattılar.

Çok özet olarak burada anlatılan oluşumların ortaya çıkardığı “fikri” ve “siyasi sistem” dönüşümleri ne idi? “Sanayi Toplumu”nda “Tarım Toplumu”na göre değişen veya değişenler neler olmuştu? Kısaca ifade edecek olursak, bireyin toplumdaki yerinin ve merkezi otoriteye karşı vaziyetinin sorgulanmaya başladığı aydınlanma ile akıl, dini kural ve ilkelerin üstüne yerleşmiştir. Aklı ve bilimi ön plana alan “Pozitivist” düşünce şekillenmeye başlamıştır. Kilise veya dinin devlet üzerindeki etkileri kırılarak, “Laikleşme” yani, laik devlet ve toplum düzeni oluşturma süreci hızlanmıştır. Çok milletli imparatorluklar yıkılırken, “Milli Devletler” yeni siyasal yapılar olarak yerlerini almışlar; halkın hür iradesinin yönetime yansıdığı “Demokrasi” ve “Cumhuriyet” yönetimleri, yeni milli devletlerin yeni siyasal yönetim biçimleri olarak yayılmaya başlamışlardır.

Adına ister reform, ister “tanzimat”, isterse “ıslahat” diyelim, değişme veya geri kaldığı, gelişen “Batı” karşısında “çağdaşlaşma” ihtiyacını hisseden Osmanlı aydınları veya yöneticileri daha 1700’lerden itibaren bu anlamda bir çabanın içine girişmişlerdir. Birçok bilim adamı tarafından ayrıntılı bir biçimde incelenmiş olan Osmanlı’nın bu değişim ve dönüşme çabaları niçin başarıya ulaşamamıştır? İşte bu soru, Atatürk’ün dönüştürücü lider olarak tarihi rolünü de ortaya çıkarabilecek boyutta bir sorudur. Şüphesiz, buna verilecek cevap, Türk çağdaşlaşma tarihinde Atatürk’ün ya da onun önderliğinde gerçekleştirilen Türk İnkılâbı’nın anlaşılmasını da sağlayacaktır.

Türk milleti, çağdaşlaşma sürecinde sanayi toplumunun akıl ve bilime dayalı bilim felsefesini ve onun bütün gereklerini Atatürk’ün dönüşümü ile alıp gerçekleştirebilmiştir. Osmanlı aydınları ve yöneticileri, askerlikten hukuka, idareden maliyeye çeşitli alanlarda yeni ve “batılı” kurumlar almaları ve bazı düzenlemeler yapmalarına rağmen, işe çağın bilim felsefesini alarak ve buna uygun bir eğitim sistemiyle “zihniyet değişimi”ni gerçekleştirerek başlayamadıkları için, yapılanlar köklü bir “değişim ve “dönüşüm”e yol açmamıştır.

Rasyonel ve pozitivist bir düşünce yapısına sahip olan Atatürk, Türkiye’nin çağdaşlaşması için bilimin rehberliğini esas olarak almış ve bunu kitlelere aktarmıştır. Nitekim büyük zaferden üç ay sonra Bursa’da öğretmenlere şöyle seslenecektir: “Gözlerimizi kapayıp mücerret yaşadığımızı farz edemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp cihan ile alakasız yaşayamayız... Bilakis müterakki, mütemeddin bir millet olarak medeniyet sahasının üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur... Milletimizin siyasi ve içtimai hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır.”

EN HAKİKİ MÜRŞİT İLİMDİR

22 Eylül 1924’te Samsun’da öğretmenlere seslenirken, “Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. Yalnız, ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanla takip eylemek şarttır. Bin, iki bin, binlerce sene evvelki ilim ve fen lisanının çizdiği düsturları, şu kadar bin sene sonra bugün aynen tatbike kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir” diyerek bu konudaki düşüncelerini en açık ve kesin şekilde ortaya koyan Atatürk; Onuncu Yıl Nutku’nda “Türk milletinin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir” sözleriyle Türk çağdaşlaşmasının dinamiklerini hiçbir tartışmaya meydan vermeyecek şekilde ifade etmiştir.

Makro dönüşüm veya çağdaşlaşma projesine, çağının bilim felsefesini ve onun gereklerini anlayarak başlayan Atatürk, dönüşüm ve değişimin itici gücü, dinamiği olarak akıl ve bilimi almıştır. Öncelikli olarak eğitim reformlarını gündeme getirmesi (burada Maarif Kongresi’nin savaş şartlarında, 1921 yılında toplanması hatırlanmalıdır), yapılan bütün inkılâpların sosyal değişmenin birer unsuru olarak ele alınması; siyasi, ekonomik, kültürel, hukuki vs. alanlardaki inkılâpların temel “yapısal” ve toplumsal bir dönüşümü gerçekleştirmek hedefine yönelik olması bu bakımdan önem taşımaktadır.

ELEŞTİREL-AKILCI TAVIR

Çağının bilim felsefesini merkeze alan Atatürk, hem insan unsuru hem de idari bakımdan “milli”, siyasi model olarak da “laik ve demokratik bir cumhuriyet” olan genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurarak siyasi ve toplumsal dönüşümü gerçekleştirmiştir. Yetişme çağından itibaren ortaya koyduğu düşünceler ve ilkeler ile takip ettiği yöntem ve gerçekleştirdiği işler iyi analiz edildiğinde onun her aşamada bir “Yönetsel Lider” gibi değil; “Dönüştürücü Lider” gibi hareket ettiğini göstermektedir.

Atatürk, döneminin “yükselen paradigmasının” ana hatlarını kavramış, döneminin diğer Osmanlı liderlerinin düştüğü “paradigmatik kilitlenme” (paradigmatic closure) hatasına düşmemiş, çöken paradigmayı terk ederek yükselen paradigmaya sarılmıştır. Onun başarısı, çözülme sürecinde ve topraklarının Avrupa, Afrika ve Orta Doğu bölümlerindeki büyük bir kısmını kaybetmiş bir imparatorluktan Türk unsuruna dayanan merkezi bir milli devlet çıkarabilmiş olmasında ve bu milli devleti pozitivist ve akılcı bir nitelikte donatmış olmasındadır. Çağının lider adaylarından bazılarının hâlâ tükenmiş bir paradigma olan imparatorluğun yaşatılması veya canlandırılmasının, bazılarının da yükselen paradigmaya taban tabana zıt “din devleti”nin peşinden koştukları düşünülürse, Mustafa Kemal Atatürk’ün analiz ve tercihlerinin ne kadar doğru olduğu ortaya çıkar. Mesela onun, daha 1907’de genç bir kurmay subay iken arkadaşlarına açıkladığı, “meşrutiyet idaresinin büyük devletlerin imparatorluğu tasfiye etmelerini beklemeden, bu tasfiyeyi yapması gerektiği ve Türk çoğunluğunun bulunduğu imparatorluk topraklarında yeni bir Türk devletinin kurulması gerektiği” şeklindeki, ileride “Misak-ı Milli”nin esasını oluşturacak düşünceleri, hem çağını iyi anladığını, hem de “vizyoner” kişiliğini göstermektedir. Atatürk aynı zamanda, çağının bilim felsefesi olan “akılcı-pozitivist” anlayışın da üstüne çıkarak, “eleştirel-akılcı” tavrı benimsemiştir. Yazdıkları, söyledikleri ve yaptıkları topluca değerlendirildiği zaman bu açıkça görülmektedir.

Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu zorluklar, Atatürk’ün tercihlerinden değil, kendisinden sonra gelen liderlerin, zaman zaman Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esaslarından sapmalarından ve doğru olan bu temel esaslar üzerinde çağa uygun yeni dönüşümleri gerçekleştirme konusunda “aciz” kalmalarından kaynaklanmaktadır. Bugün için yapılması gereken, Atatürk’ün akıl ve bilime dayalı pragmatik-demokratik düşünce sistemini ve çağın yeni oluşumlarını iyi anlayarak, Merkezi/Milli (Üniter/ Ulus), Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin temel esaslarından taviz vermeden, milletlerarası siyasi sisteminin bu konudaki “dayatmaları”na da göğüs gererek “Bilgi Çağı” dönüşümünü yapmaktır. En geniş anlamıyla; hem düşünce sisteminin, hem de oluşturulan ve öngörülen toplumsal, siyasi ve ekonomik modelin kendi kendisini yenilemesini ifade eden “İnkılâpçılık” ilkesi de bu dönüşümün itici gücü olarak kullanılmalıdır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile gerçekleştirilen cumhuriyetin 3. dönem yönetim yapılanmasını da bu kapsamda değerlendirmek lazımdır. -BİTTİ-

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

ARMAOĞLU, F., 19. Yüzyıl Siyasi Tarihi (1789-1914), Ankara, 1997.

ATATÜRK, G. M. K., Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C: II., Ankara, 1952, s. 197.

BERKES, N., Türkiye’de Çağdaşlaşma, İstanbul, 1978. BOZKURT, G., Batı Hukukunun Türkiye’de Benimsenmesi, Ankara, 1996.

CÜCELOĞLU, D., İçimizdeki Biz Kalite Bilincinin Temeli, 11. baskı, İstanbul, 1997.

ÇAYCI, A., “Atatürk, Bilim ve Üniversite”, Atatürk Araştırma Merkezi D., C: IV., sayı: 10 (Kasım 1987), s. 63.

ERENDİL, M., İlginç Olaylar ve Anekdotlarla Atatürk, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1988, 1-388 s.

ERGEZER, B., Liderlik ve Özellikleri, 5. Baskı, Ocak Yayınları, Ankara, 2003, 1-156 s.

EROĞLU, H., Atatürk, Hayatı ve Üstün Kişiliğ, Ankara, 1997, I-XII., 1-340 s.

GİRİTLİ, İ., “Atatürkçü Çağdaşlaşmada Bilim ve Teknoloji”, Atatürk Araştırma Merkezi D., C: III., Sayı: 8 (Mart 1987), s. 359-370.

GÜLER, A., Atatürk ve Cumhuriyet, Halk Kştabevi, İstanbul, 2015.

GÜLER, A., Bilgi Çağı ve Beyin Teknolojisi, Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara, 1997.

GÜLER, A., Sarı Paşa, İnsan Atatürk, Berikan Yayınları, Ankara, 2010.

ŞİMŞEK, H., 21. Yüzyılın Eşiğinde Paradigmalar Savaşı Kaostaki Türkiye, İstanbul, 1997.

TANERİ, A., Türk Devlet Geleneği Dün-Bugün, MEB., Yayınevi, Ankara, 1997, 1-464 s.

ZEL, U., Harekete Geçirici Liderlik ve İşe Yönelik Liderlik, Kara Harp Okulu Basımevi, Ankara, 1997.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.