SOSYOLOJİK MİLLİYETÇİLİK VE ATATÜRK-1
“Benim için en büyük korunma noktası ve şefaat kaynağı, milletimin sinesidir.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Sivas, 1919.
Milletimizin yetiştirdiği en büyük kültür tarihçilerimizden olan merhum Prof. Dr. Aydın Taneri hocamızın milliyetçilik tasnifinde “sosyolojik milliyetçilik”, milliyetçiliğin ilk aşamasıdır. Duyguya, hisse, aşka dayanır. Yirminci yüzyılda artık “objektif” unsurlara göre yapılan millet ve milliyetçilik tanımları terkedilmiş; daha çok “sübjektif” unsurlara göre yapılan millet ve milliyetçilik tanımları öne geçmiştir.
Bu yaklaşım tarzı günümüzde de kabul görmektedir. Millet, 1890’lardan itibaren, “ortak geçmişi olan ve birlikte yaşama arzusu gösteren insan topluluğu” olarak tanımlanmaya başlanmıştır. Daha önceki yazılarımızda ortaya koyduğumuz üzere Atatürk de bir düşünce adamı olarak bu tanımı benimsemiş ve hatta iki temel unsuru içeren bu tanımı üçüncü temel bir unsurla geliştirmiştir.
O, bu tanımdaki “ortak geçmiş (tarih birlikteliği) ve birlikte yaşama iradesi” unsurlarına; “sahip olunan (tarihi süreçte birlikte yaratılan) mirasın (milli kültürün) korunmasına birlikte devam iradesi” unsurunu eklemiştir.
Bu tanımın “kültürel birlikteliği ve bunun birlikte devam ettirilmesi bilincini” esas aldığı ve maddi, objektif değil; sübjektif, sosyolojik unsurlara dayandığı açıktır. Nitekim Atatürk buradan hareketle, “Bir kültürden insanların oluşturduğu topluma millet denir.” Şeklinde özet bir tanım da yapmıştır.
İşte bu tanımdan hareketle söylersek, sosyolojik milliyetçilik bir millete mensup fertlerin mensup oldukları millete besledikleri bağlılık duygusu ve şuurudur. Sosyolojik milliyetçilik, tahmin edileceği gibi, insanlığın ilk çağlarından itibaren vardır. Duyguya dayanmaktadır. Kin gibi, aşk gibi, nefret gibi… Sosyolojik milliyetçilik bir insanın hemcinslerini, önce kendi toplumuna mensup hemcinslerini sonra da vatanını, ülkesini, bayrağını yani kendisini millet yapan değerleri sevmesidir.
TEK DAYANAK NOKTASI MİLLETTİR
Türklük ile ilgili en güzel sözleri söylemiş bir Türk devlet adamı olarak Atatürk, hayatı boyunca millet sevgisinden, millete olan güvenden, milliyet duygusunun gücünden bahsetmiştir. Kendisi için en büyük korunma ve dayanak noktası olarak milletin sinesini görmüştür. O, 1919’da Sivas Valisi Reşit Paşa’ya şunları söylemiştir: “Benim için en büyük korunma noktası ve şefaat kaynağı, milletimin sinesidir.” Nitekim askerlikten istifa ederken de dilekçesinde milletin sinesine döndüğünü ifade edecektir.
Dayanak noktası olarak milletini gören Atatürk bu nedenle de yaptığı bütün işlerin başarısını Türk milletine mal etmiştir. Bu konuda çok kararlıdır ve “kendisini seven arkadaşlarına” da bunu tavsiye etmiştir:
“Şahsınıza ait bir buluşun başkaları tarafından kullanılmasından ve mesut neticelerin isminizle değil, mensup olduğunuz cemiyete ve millete mal edilmesinden endişeniz olmasın; millet bunun kadrini bilir.
Millet sevgisi kadar büyük mükâfat yoktur. İstiklal Harbi’nde benim de milletlime ettiğim birtakım hizmetler olmuştur, zannederim. Fakat bunlardan hiçbirini kendime mal etmedim; ‘yapılanın hepsi milletin eseridir’, dedim. Aranacak olursa, doğrusu da budur. Mazide sayısız medeniyet kurmuş bir ırkın ve milletin çocukları olduğumuzu ispat etmek için, yapmamız lazım gelen şeylerin hepsini yaptığımızı ileri süremeyiz; bugüne ve yarına bırakılmış daha birçok büyük işlerimiz vardır. İlmi çalışmalar da bunlar arasındadır. Beni seven arkadaşlarıma tavsiyem şudur: Şahsınız için değil, fakat mensup olduğunuz millet için elbirliği ile çalışalım; çalışmaların en yükseği budur!”
Arkadaşlarından birinin “Allah sana çok ömürler versin; yoksa vah bu milletin haline!” demesi üzerine şu cevabı vermiştir:
“Bu sözünüz beni çok müteessir etti! Düşmanlarımız da böyle söylüyor, onlar da “Ölsün de kurduğu eser mahvolsun” demiyorlar mı? Ve bunu beklemiyorlar mı? Niçin böyle düşünüyorsunuz? Her şeyi niçin bana mal etmek istiyorsunuz? Ben bir eser vücuda getirdimse milletimin kudret ve kuvvetine ve ondan aldığım ilhama dayanarak yaptım. Sizleri konuşturdum, sizleri koşturdum, yaptım!”
“Mühim bir vazifenin yapılışında benden evvel işe girişen, millet olmuştur. Benim şu veya bu sebeple tehir ettiğim mühim vazifeyi millet bana ihtar etmiş ve yaptırmıştır. Bunu, milletin müşterek ruhundaki yükseklik ve erginliğe parlak bir misal olarak anmalıyım.”
O milletin fedakârlıkları karşısında “kadirbilir” bir liderdir. Şu iki konuşmasında bunu ifade etmektedir:
“Büyük hâdiseleri, yapılan işleri bir ferde mal etmek, milletin hakkına saygısızlık ifade eden bir görüş tarzı olur.”
“Ben, bin bir müşkül karşısında yılacak bir insan olsa idim büyük işlerin rehberliğinde, milletim beni yaya bırakırdı. Milletimin iyi niyetine daima minnettarım.”
Atatürk’ün Türk milleti sevgisi o kadar büyük ve derin bir sevgidir ki, kendi varlığının, şan ve şerefinin Türk milletinin varlığı ile mümkün olabileceğini açıkça ifade etmiştir:
“Benim şan ve şerefimden bahsetmek de hatadır. İyi dinleyiniz öğüdüm budur ki; içinizden herhangi bir adam çıkar, şan, şeref davası güder ve benzersiz olmak isterse, başınızın belâsıdır; ilk önce kafası kırılacak adam budur! Mensup olduğum Türk milletinin şan ve şerefi varsa, benim de bir ferdi olmak sıfatıyla şanım, şerefim vardır, asla başka değilim.”
“Bu millet, kılı kıpırdamadan dava uğruna ve benim uğruma, canını vermeye hazır olmasaydı ben, hiçbir şey yapamazdım.”
MİLLETE İNANMAK VE GÜVENMEK
Atatürk, daha Mütareke İstanbul’unun bütün o umutsuz ve kara işgal günlerinde Anadolu’da bir mücadeleye, milli mukavemete karar verdiği zaman, güvendiği tek şey “Türk milletinin yüksek seciyesine ve sarsılmaz azim ve imanına dayanmak” düşüncesi idi. Milletini ölümüne seven bir evladının bu sarsılmaz inancı, onu en kötü şartlarda bile milleti ile bütünleşerek büyük işler başarılabileceği konusunda adım atmaya zorlamıştır. 1924’te bu durumu şöyle anlatmıştır:
“İstanbul’u terk etmek zarureti, İstanbul’da hasıl olan elim şartlardan idi.
Anadolu’ya geçmekteki maksadım, Anadolu’nun ortasında ve Türk milletinin büyük kütlesi içinde, Türk milletinin yüksek seciyesine ve sarsılmaz azim ve imanına dayanmak idi. Bundan başka hiçbir tedbirin memleket ve milletin derin yarasına çare olamayacağına kesin kanaat hasıl etmiştim. Onun için Samsun’a ayak bastığım dakikada aldığım ilk tedbir, Samsun ve havalisine dair yanımda bulunanlara gereken emirleri ve talimatı vererek hemen güneye yürümek oldu.”
YARIN: ATATÜRK’ÜN TÜRK MİLLETİNE İNANCI ÇOK SAĞLAMDIR