ATATÜRK’E GÖRE TÜRK GENÇLİĞİNİN NİTELİKLERİ (19 MAYIS’IN 101’İNCİ YILINDA) -1
Gençliğin yetiştirilmesi ve hangi niteliklerle donatılması gerektiği konusunda Atatürk’ün üzerinde önemle durduğu konulardan biri “tarih bilinci”dir. Tarihi çok seven, çok okuyan ve tarih çalışmalarına çok önem veren Atatürk, gençlerin sağlam bir tarih ve Türk tarihi bilincine sahip olmalarını daima vurgulamıştır. Atatürk gençliğin yetiştirilmesinde tarih eğitiminin, gençlerin Türk tarihi bilinci içinde yetişmelerinin önemine de işaret etmiştir.
Türk genci, “göreceği öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce” Türk milletinin bütünlüğüne, bağımsızlığına, benliğine yönelen tehlikeleri göğüslemek gereğini öğrenmiş olmalıdır. Türk milletinin şan, şeref ve büyüklüklerle dolu tarihinden güç almalıdır. Tarih bilinci ile uyanmış, milli bilinçle bilenmiş olmalıdır. “Bir millet, büyükse, kendini tanımakla daha büyük olur.” diyen Atatürk, Türk gencinin, milletinin geçmişiyle, tarihiyle öğünmesini, ancak geleceğe güvenle bakabilmek için bugün bütün gücüyle çalışmak zorunda olduğunu da bilmesini ister.
RUHSAL KUVVETLER
O, 1921 yılında şunları söylüyor: Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara bilhassa varlığı ile, hakkı ile, birliği ile çelişen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumu ve millî düşünceleri tam bir imanla her mukabil fikre karşı şiddetle ve fedakârane savunma zorunluğu aşılanmalıdır. Yeni neslin bütün ruhsal kuvvetlerine bu özellik ve kabiliyetin zerki mühimdir. Daimî ve müthiş bir savaş şeklinde beliren milletler hayatının felsefesi, bağımsız ve mesut kalmak isteyen her millet için bu yüksek özellikleri şiddetle istemektedir.
Yeni kuşağın taşıyacağı manevî özellikler yanında kuvvetli bir fazilet aşkı ve kuvvetli bir intizam ve inzibat fikrinden de bahsetmek zaruretindeyim. Atatürk, 1922 yılında da aynı konuda şunları söylüyor: Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun, onlara esaslı olarak şunları öğreteceğiz: 1- Milliyetine, 2- Türkiye Devleti’ne, 3- Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadele lüzumu. Fertleri bu mücadele gerekleri ve vasıtalarıyla donanmayan milletler için yaşama hakkı yoktur. Mücadele, mücadele lâzımdır.
MİLLİYET BİLİNCİNİN GECİKMESİ
Atatürk’ün bu ve benzeri çok sayıdaki konuşmalarında bahsettiği, Türk milletinin değerlerine yönelen saldırılar karşısında ve değerlerimizin eğitimi konusunda gençlerin iyi yetiştirilmesinin sağlam bir tarih eğitimi ile gerçekleşebileceği bellidir. Türklük bilincinin, millet ve ülke sevgisinin tarih eğitimi ile sağlanabileceği açıktır. Nitekim Osmanlı Devleti’ndeki eksik ve yanlış tarih eğitimi, diğer unsurlara göre Türk aydınlarındaki milliyet bilincinin gecikmesine yol açmıştır. Atatürk 20 Mart 1923’te Konyalı gençlere hitaben yaptığı bu konuyu çok net bir biçimde ortaya koymaktadır: “Biz, milliyet fikirlerini tatbikte çok gecikmiş ve çok ilgisizlik göstermiş bir milletiz. Bunun zararlarını fazla faaliyetle gidermeğe çalışmalıyız. Bilirsiniz ki, milliyet görüşünü, millet ülküsünü dağıtmaya (ortadan kaldırmaya) çalışan teorinin dünya üzerinde uygulama kabiliyeti bulunamamıştır. Çünkü tarih, olaylar ve görünenler hep insanlar ve milletler arasında, hep milliyetin hâkim olduğunu göstermiştir ve milliyet prensibi aleyhindeki büyük ölçüde fiili tecrübelere rağmen yine milliyet hissinin öldürülemediği ve yine kuvvetle yaşadığı görülmektedir.
MİLLİ VARLIĞIMIZI KORUYUN
En çok bizim milletimiz, milliyetinden habersiz oluşunun çok acı ve cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki çeşitli kavimler hep milli inançlarına sarılarak, milliyet ülküsünün gücüyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu onlardan ayrı ve onlara yabancı bir millet olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Kuvvetimizin zaafa uğradığı anda bizi hor ve hakir gördüler. Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. Dünyanın bize hürmet (saygı) göstermesini istiyorsak, ilk önce biz, kendi benliğimize ve milliyetimize bu hürmeti; hissen, fikren ve fiilen bütün çalışma ve hareketlerimizle gösterelim; bilelim ki millî benliğini bulmayan milletler başka milletlerin avıdır.
Milli varlığımıza düşman olanlarla dost olmayalım. Böylelerine karşı bir Türk şairinin dediği gibi; (Karşı duvardaki levhayı işaret ederek) ‘Türküm ve düşmanım sana, kalsam da bir kişi’diyelim. Düşmanlarımıza bu gerçeği ifade ettiğimiz gün, inancımıza, ülkümüze, geleceğimize yan bakan her ferdi düşman kabul ettiğimiz gün, milli benliğe uzanacak her eli şiddetle kırdığımız, milletin önüne dikilecek her engeli derhal devirdiğimiz gün, gerçek kurtuluşa ulaşacağız. Ve sizler gibi aydın, kararlı, imanlı gençler sayesinde bu kurtuluşa ulaşacağımıza emin olabiliriz.”Bizim tarihçiliğimiz bakımından Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde, özellikle 1800’lü yılların başından itibaren Avrupa’da yapılan bazı Türkoloji çalışmaları önemlidir. Arthur Lumley Davids, Leon Cahun, Arminius Vambery gibi Türkologların Türk tarihi ve medeniyeti hakkındaki çalışmaları; Mustafa Celalettin Paşa, Süleyman Hüsnü Paşa, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp gibi Türkçülerin hem Türkçe hem de Türk tarihi hakkındaki araştırmaları tarih anlayışının değişmesini sağlayacaktır. Bu çalışmaların birçoğunun özel kitaplığında bulunduğunu ve altını çizerek okuduğunu bildiğimiz Atatürk üzerinde de etkili olduğunu biliyoruz.
Atatürk bir devlet adamı olarak üç temel nedenden dolayı tarih çalışmalarına çok önem vermiştir. Bu nedenleri şu şekilde sıralamak mümkündür:
1. Milli tarih anlayışına duyulan ihtiyaç,
2. Türk vatanı ile ilgili haksız iddiaların çürütülmesi,
3. Türklerle ilgili ön yargıların cevaplandırılması,
Bütün bu ihtiyaçlara cevap verebilecek bir tarih anlayışının oluşturulması için öncelikle Atatürk’ün talimatıyla 600 sayfalık “Türk Tarihinin Anahatları” isimli bir kitap hazırlanarak 1930’da basıldı. Uzman tarihçiler tarafından hazırlanan, biraz da aceleye getirilen bu eserde bazı önemli eksiklikler ve yanlışlıklar vardı. Bunun üzerine yine Atatürk’ün direktifleriyle, okullar için dört ciltlik “Tarih” kitabı hazırlandı. Müsveddeleri Atatürk tarafından kontrol edilen bu kitaplar da 1931 yılında basıldı. Kitabın ağırlık noktasını Türk tarihi oluşturuyordu.
ATATÜRK’ÜN KUSURSUZ ÇALIŞMALARI
Türk tarih yazıcılığının yöntem sorunlarını ortadan kaldırmak üzere, 1932-1938 yılları arasında yayımlanmış olan ve bugün bile el kitabı olarak kullanılan tarih biliminde yöntem sorunları hakkındaki bazı kitaplar Türkçeye çevrilerek yayımlanmıştır.
Kurumsal anlamda yapılan çalışmalara bakıldığında bu konuda da Atatürk’ün ön alıcı çalışmalara imza attığını görüyoruz. Tarihle ilgili kurulan kurumların ilki “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti” olmuştur.
Direktifleriyle Atatürk’ün “kurucu ve koruyucu başkanı” olduğu ve onun izinde günümüze kadar Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlarının “koruyucu başkanlıklarında” faaliyet gösteren bu cemiyet, 15 Nisan 1931’de kurulmuş, 3 Ekim 1935’te de “Türk Tarih Kurumu” adını almıştır. 1982 Anayasası’nın 134. Maddesi ve 11 Ağustos 1983 tarih ve 2876 sayılı kanunla da “Atatürk, Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu”na bağlı dört kurumdan biri haline gelmiştir.Türk tarih tezinin tartışmaya açıldığı ve tarih öğretimindeki yöntemlerin görüşüldüğü 1. Türk Tarih Kongresi 2-11 Temmuz 1932 tarihinde Ankara’da Halkevi’nde yapılmıştır. Kongre açılışında Atatürk üyelere ve izleyicilere şunları söylemiştir: Bizim milletimiz derin bir maziye (geçmişe) maliktir. Bu düşünce bizi elbette altı yedi yüz yıllık Osmanlı Türklüğünden, Selçuklu Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine müsavi (eşit) olan Türk devletlerine kavuşturur. Bir taraftan Türk Tarih Kurumu üyeleri ve diğer ilgililer, Türk tarih ve medeniyeti üzerinde, Atatürk’ün de bazen diğer devlet işlerini bile aksatırcasına yönettiği çalışmaları sürdürürken, hem bu çalışmaları bir fakülte düzeyinde yürütmek ve hem de onları genç nesillere öğretecek öğretmenler yetiştirmek üzere Atatürk Ankara’da bir fakülte açılması talimatını vermiştir.
YARIN: TÜRKÇE DUYARLILIĞI