Babadan sonra aileyi anne temsil ederdi...
Türk aile hukukuna göre, babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bundan olayı annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileridir. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi de o idi. Türk tarihinde kadınların hükümdarların “naibi” olabilmeleri veya devlet içinde söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu.
Divanu Lügati’t-Türk’te “ana (meselâ, I., 32, II,., 96, III, 18) ve “apa (I., 86) olarak görülen anne, diğer Türk lehçelerinde şu şekildedir: Kıpçak: “ana”, Altayca: “ene”, Çağatayca: “aça” (ana, kocakarı), Kaçar: “ene”, Kazan: “eni”, Kırgız “ene” ve “apa (büyük hemşire, anne), Hebet: “ene”, Sagay: “ene”, şor, Telcüt: “ene”, Çuvaş: “ama” ve “an’ne”. Uygurlarda “ana-ata”, ana-baba sözleri çok yaygındı. Anadolu’nun kültür gelişmesinde büyük tesirleri olan Harizmşâhlar’da ise büyük anaya, “ulu ana” deniyordu. Oğuzlar eskiden anneye, Anadolu’da az görülen “aba”da diyorlardı. Türk aile hukukuna göre, babadan sonra aileyi anne temsil ederdi. Bundan dolayı annenin yeri, babanın diğer akrabalarından ileridir. Babanın mirası anneye değerdi. Çocukların vasisi de o idi. Türk tarihinde kadınların hükümdarların “naibi” olabilmeleri veya devlet içinde söz sahibi olmaları da bundan ileri geliyordu. Türk kültüründe kadına verilen değerden dolayı, “ana-baba”, “karı-koca” denirken, anne babadan önce söylenirdi. Göktürk çağında da anne sözü babadan önce kullanılıyordu. “Annenin öğüdünü al, babanın da sözünü dinle” veya “annesi babası sevinir” gibi deyişlerde hep anne önce söyleniyordu. Bir Uygur yazısında ise “anne ve babanın gönlünü oğlu ve kızı almaz” deniyordu. Anneyi öne alan bu gelenek, Dede Korkut Kitabı’nda daha manalı olarak “ana-ata” ve “kadın ana-beğ” şeklinde görülmektedir. Buradaki “kadın” tanıtması “beğlik gibi” ananın bir unvanıdır. Kadınlık burada anneyi yüceltmek için söylenmiştir. Yine Göktürk yazıtlarından anne, “öğüm hatun” (annem hatun) şeklinde hatun unvanıyla birlikte anılmaktadır. “Karı” sözü Türklerde tecrübeli, güngörmüş yaşlı ve çok bilen kimseler için söylenirdi. Bunun için Dede Korkut Kitabı’nda ana ve babayı yüceltmek için sık sık “karı anam-koca babam” deniyordu. Anlaşıldığına göre karılık tanıtması, annenin yalnızca yaşlı olduğunu göstermek için söylenmiyordu. Anasından, babasından görmüş tecrübeli ve soylu, iyi bir aile kızı da “karı” unvanıyla tanıtılabilirdi. Küçültme eki ile bazan “karıçuk anam”, “karıçuk kadın anam” deniyordu. Uygur belgelerinde, Dede Korkut’a yakın bir şekilde “ak saçlı karı anam” geçmektedir. Annelerini, “anam tuğlu kutlu ağa” diye adlandıran Uygurların eski şiirleri, anneyi “tuğluluk” ve “kutluluk” tanıtmalarıyla onurlandırıyordu. Annenin unvanı da, burada “hatun” yerine “ağa” idi. “Anneciğim” kullanışı da eskiye dayanıyor. “Ana terbiyesi” Türklerde ayrı bir önem, değer ve mana taşıyordu. Türklerde, “oğlanın terbiyesi babaya, kızınki ise anaya” bağlanmıştır. Bunun için anaya benzeyen soylu kıza “anaç”; babasına çekmiş oğlana da “ataç” diyorlardı. Fakat oğlanın terbiyesi de belli bir çağa kadar annenin yanında gelişiyordu. Bundan dolayı Kırgız Türklerinde “serserinin dilini anası anlar” diye bir atasözü vardır. Türklerde insan olma ve insan olarak doğmanın, çocuk terbiyesinin en başta gelen sembolü “ana-sütü”dür. Kırgız Türkleri, insanların en kötülerini, “ana sütü emmemiş, ata nedir bilmemiş, saçını güneşte taramış” yani “evde büyümemiş” sözleriyle tanıtırlar. Türk mitolojisinde Oğuz Kağan gibi Türk büyükleri doğar doğmaz çok çabuk büyürlerdi. Ancak çocuğun bu gelişmesi annesinin sütünün ilk “ağızı”nı almadan olmazdı. İslâmiyet’ten sonra Oğuz Kağan Destanlarında ise, Oğuz Kağan doğunca, “annesinin memesini tutar ve annesinden İslamiyet’i kabul etmesini” ister. Annesine “yoksa sütünü emmeyeceğini” söyler. Anne bu söz üzerine İslâmiyet’i kabul etmiştir.
ANA HAKKI VE SÜT
Dede Korkut Kitabı’nda da “ağ sütün doya emzirse, ana görklü” (görklü, güzel ve iyi anne, ağ sütünü çocuğuna doya doya emziren annedir), anneler çağrılırken, “beri belgil ağ sütünü emdiğim, kadınım ana”, “ağ pürçekli, izzetli canım ana” deniyordu. “Ağ sütünü helâl eyle anam bana” diye and içilirdi. Böylece ana terbiyesi gibi “ana hakkı” da “süte” dayandırılıyordu. Türk düşüncesinde “ana hakkı, Tanrı hakkı” hep birlikte anılır. Dede Korkut’ta “anaya el kalkmaz ve söz söylenmez.” Çünkü ana hakkının yanında Tanrı hakkı vardır. “Sütanne ve analık”ta, Türk töresinde yer alıyordu. Analık veya evlâtlık olmanın bazı şartları vardı. Evlât edinecek kadın “çocuğa lohusa yatağında süt verir, çocuk da analığın göğsüne dokunurdu.” Bundan sonra analıklar, bu çocukların evlenmeleri halinde oğlan ise kalın, kız ise çeyiz vermek zorunda idiler. Bu geleneğin dışında çocuklara süt emzirmek için tutulmuş kadınlar da vardı. Dede Korkut Kitabı’nda da bunlara “taya” deniyordu. “Dadılık” ise Türklerde, küçük çocuklar için bir “bakıcılık vazifesi” idi. Bu “bakan ana”dır. Kırgız Türkleri buna “kötürgön ene” diyorlardı. Dede Korkut’ta Banu Çiçek’in güçlü bir dadısından bahsedilmektedir. Kazan Beğ de bir ara şaka yoluyla “sizi yumrı yumrı tadım tayam sandım” diyerek kendi dadısından söz açıyordu. Kız çocuklarının bakılması ve terbiyesinden sorumlu olan taya, dadı ve yengeler, kız büyüdükten sonra da kızın yanında kalabiliyor; oğlan çocukları ise biraz büyüyünce “atağbeğ” ve “lala”ların terbiyesi altına veriliyordu.
TÜRKLERDE ÜVEY ANA
Türklerde “üvey ana” da görülmekteydi. Fakat Türk töresinde ilk kadın ölse bile, mirasta birinci derecede hakka sahip idi. Babanın mirasında da ilk kadının çocukları en büyük paya sahiptiler. Bu durumda üvey anne, ikinci kadın, “kuma” veya “ortak” derecesinde kalmaktadır. Bunun için Türkmenlerin Şeceresi’ndeki Oğuz Destanı’nın bir bölümünde, Buğra Han’ın oğlu ile üvey annesi arasında geçen mücadele, üvey annelerin aile içindeki durumları hakkında bize bilgi verebilmektedir. Bilindiği gibi, Türk masallarında üvey ana, “kötü kadın” motifleri ile işlenmektedir. Mete’nin, üvey annesinin sözüne kanan babasını öldürmesi, devlet ve Hun ileri gelenleri tarafından meşru görülmüştür. Çünkü Mete, ilk hatunun büyük oğlu idi ve töreye göre onun veliaht olması gerekiyordu. Türkler özellikle İslâmiyet’in de tesiriyle sonradan, “nikâhlı kadın” manâsında “helâl”i de kullanmışlardır. Dede Korkut’da Hz. Muhammed ve Sahabeler’in kutluluğu ve görklülüğü sayılırken, “dizin basıp oturanda, helâl görklü” deniyordu. “Avrat” ise, “dişi” demekti. Yani insanın dişisidir. Türkler bunu eskiden “aragut” şeklinde söylerlerdi. Dede Korkut Hikâyeleri’nde “avrat” (dişi) sözü ile ilgili verilen bilgiler, Türklerin “kadınlık”la “dişilik”i ayırdıklarını göstermektedir. Kadınlık basit anlamda dişilik olmayıp, daha çok kutsallık ifade ediyordu. Meselâ Dede Korkut’ta “ladayuban (yani aldatarak) er tutmak, avrat işidir”, “övünmelik avratlara bühtandır”, “öğünmekle avrat er olmaz” ve “birisi evin dayağıdır, birisi nice söylesen bayağıdır” söyleyişlerinde bu farklılaşma ortaya konuyordu. Oğuzlar, “karavaşa” (hizmetçiye) don (elbise) geyürsen, kadın olmaz” derken de bunu kastediyorlardı. Türk anlayışında “evin sahibi” kadındı. Bundan dolayı “ev kadını” için söylenen en yaygın söz de “evci” idi. Göktürkler bu anlamda kadın için “eş” sözcüğünü kullanırken, Osmanlılar “evdeş”, Çağatay Türkleri “evlik” diyorlardı. Bu sözlerden başka Türkler “zevce” için eskiden, “eşi, işler, yotuz, egmiş” gibi daha çok unvan olan kelimeleri kullanıyorlardı. Anadolu’da ise kadın, “başa, başyoldaşı, bike ev şenliği” gibi kelimelerde anılıyordu. Yine Anadolu’da “hanım efendi” karşılığı olarak, Kırgızların “evin gerçek sahibesi, baş kadın” için kullandıkları “baybeçe, baybiçe” sözü görülmektedir.
TÜRK KADINININ ÖZELLİKLERİ
XI. yüzyılda Türkler, asil ve soylu baş kadınlara “oğlağu hatun” diyorlardı. Bunun anlamı ise “soy ve veliaht veren hatun” idi. Yine Harizmşâhlar, tecrübeli ve bilgili kadınlar için “uz hatun” demekteydiler. Türk kadınının hususiyetleri; (yukarıda işaret edilenlerin dışında) ahâk ve namus anlayışı, iffetli olma hali, sadakati, ailesine ve evine muhabbeti, merhameti, doğruluğu, kocasına saygısı gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Dede Korkut’ta Dirse Han tarafından karısına yapılan bir “soylama”da Türk kadını, “beri belgil başım bahtı, evden çıkıp yürüyende selvi boylum, topuğunda sarmaşanda kara saçlım, kurulu yaya benzer çatma kaşlım, koşa (çift) badem sığmayan dar ağızlım, güz elmasına benzer al yanaklım” şeklinde tasvir edilerek övülmektedir. Türk ailesinde sarsılmaz bir karı-koca saygı, sevgi ve sadakati vardır. Gerdeğe girdiği gün murat alıp vermeden yalnız kalan gelin; kocası dönünceye kadar, onu bekleyeceğini şöyle anlatmaktaydı: “Yiğidim, men sana bir yıl bakam. Bir yılda gelmez isen iki yıl bakam. İki yılda gelmez isen üç yıl, dört yıl bakam. Dört yılda gelmez isen beş yıl, altı yıl bakam. Altı yol ayırdında çadır dikem, gelenden gidenden haber soram. Hayır haber getirene at, don verem, kaftanlar geydürem. Şer haber getürenin başın kesem. Erkek sineği üzerime kondurmayam.”
YARIN: TÜRKLERDE ÇOCUKLAR VE GELENEKLER