CUMHURİYET DÖNEMİNDE TÜRK KADINI (CEMİYETLER, FAALİYETLER, HAKLAR)-7
Aynı konuşmada, “ayrıntıları eğitim uzmanlarına bırakmak istediğini” belirterek, bazı genel ilkelere değinen Atatürk, “eski devrin hurafelerinden, boş inançlarından, Doğu’dan ve Batıdan gelebilecek zararlı etkilerden uzak, milli karakterimize ve tarihimize uygun bir kültüre muhtaç olduğumuzu” vurgular “Gelecekteki kurtuluşumuzun büyük önderleri” olarak selamladığı öğretmenlere duyduğu derin saygıyı dile getirir. Milletimizin bu konuda da başarılı olacağına olan inancını belirtir:
“Silahıyla olduğu gibi, dimağıyla da mücadele zorunda olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur.”
Atatürk’ün yıllar sonra, “Cumhurbaşkanı olamasa idiniz, ne olmak isterdiniz?” şeklindeki bir soruya, “Milli Eğitim Bakanı olarak eğitim davasına hizmet etmek isterdim” diye cevap vermesi bile eğitimi, gençlerin yetiştirilmesi işini millet hayatında ne kadar önemli bir etken olarak gördüğünün işaretidir.
Prof. Dr. Turhan Feyzioğlu’nun belirttiği gibi, Birinci Dünya Savaşı’nın galibi emperyalist ülkelere ve onların aleti olarak vatanımıza saldıran Yunanlılara karşı kazandığı zaferle Gazi Mustafa Kemal Atatürk, yalnız Türklüğün değil, Fas’tan Endonezya’ya kadar bütün İslam âleminin, bütün ezilen, mazlum milletlerin kahramanı olmuştur. Fakat O, bir an bile zafer sarhoşluğuna kapılmadı. Çok iyi biliyordu ki, kültür, eğitim ve iktisat zaferleri ile tamamlanmadıkça askeri zafer ne kadar büyük olursa olsun tek başına milli kurtuluşu sağlamaya yetmeyecekti.
Düşmanın İzmir’de denize dökülüşünden (9 Eylül 1922) sadece bir buçuk ay sonra 27 Ekim 1922’de Bursa’da, kendisini ziyarete gelen İstanbul öğretmenlerine söylediği şu sözler, onun bu konuda ne kadar bilinçli olduğunu göstermektedir:
“Bugün eriştiğimiz nokta gerçek kurtuluş noktası değildir… Kurtuluş cemiyetteki hastalığı ortaya çıkartmak ve iyileştirmekle elde edilir. Hastalığın tedavisi ilim ve fennin gösterdiği yolla olursa hasta kurtulur. Yoksa hastalık müzminleşir ve tedavisi imkansız hale gelir…” Atatürk, Aynı konuşmasında orduların yönetilmesinde nasıl ilim ve fen rehber edinilerek zafere ulaşılmış ise, “milletimizi yetiştirmek için kaynak olan okullarımızın ve yükseköğretim kurumlarımızın kuruluşunda da ilim ve fennin yol gösterici olacağını” belirtmiştir.
Eğitime, özellikle gençliğin ve kadınların eğitimine çok önem veren Atatürk her fırsatta öğretmenlere bu konuda düşen büyük göreve de işaret etmiştir. O’na göre “gerçek zafer” öğretmenler tarafından kazanılacaktır:
“Ordularımızın kazandığı zafer, sizin ve sizin ordunuzun zaferi için yalnız zemin hazırladı… Gerçek zaferi siz kazanacak, siz sürdüreceksiniz ve mutlaka başarıya ulaşacaksınız.”
Büyük Zafer’den az sonra henüz Cumhuriyet kurulmadan, Kütahya’da 23 Mart 1923 tarihinde “irfan ordusu” diye nitelendirdiği öğretmenlere hitaben söylediği şu sözler, bu kutsal mesleğin mensuplarına verdiği değeri açıkça gösteriyordu: “…
Toplumumuzu hakikat hedefine, mutluluk hedefine ulaştırmak için iki orduya ihtiyaç vardır: Biri vatanın hayatını kurtaran asker ordusu, öteki milletin geleceğini yoğuran irfan ordusu… Asker ordusu, vatanı yok etmeğe gelen düşmanı, vatanın harim-i ismetinde (kutsal vatan topraklarında) boğup mahvetti. Yalnız, işimiz bu orduya sahip olmakla bitmiş, gayemiz yalnız bu ordunun başarısıyla gerçekleşmiş değildir. Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin, o zaferlerin kalıcı sonuçları ancak irfan ordusu ile ayakta durabilir. Bu ikinci ordu olmadan, birinci ordunun hizmetleri ve kazandıkları yok olur.”
YARIN: KADIN HAKLARI BAKIMINDAN EĞİTİM İLKELERİ