Türk ulusu her daim kendi kahramanlığı, cesareti ve yiğitliği ile nam kazanmıştır. Bu araştırma makalemizde tarihte eski Türklerin nasıl savaşçı olduğunu, atalarımızın vatanı korumak için ordunun öneminin bilincinde olduğunu ve savaş sırasında kullandığımız harp usullerini, yöntem ve taktiklerini hatırlatmaya çalışacağım.
Öncelikle vurgulamak isterim ki, Türk erleri, yiğitleri, hanımları, hatunları her birisi birer savaşçıdır. Bu gerçek defalarca asil atalarımız tarafından kanıtlanmıştır. Destanlarımızda (Oğuz Kağan, Atilla, Bozkurt, Ergenekon, Dede Korkut, Koroğlu vb.) bir çok yazarların eserlerinde hususi ile bu konuyla ilgili geniş bahsediliyor. Hatta diğer ulusların serkerdeleri, edebiyatçıları ve seyyahları da bunu söylemişlerdir.
Kadim zamanlardan da Türklerin en esas özelliği savaşçı kimlikleridir. Bu kimliğin Türklere has olduğunu başka kavimler de kabul ediyorlardı. Yaşam tarzları, coğrafi etkiler ve hayat tecrübeleri bu kimliği kazanmalarını sağlamıştır.
Her medeniyet biçimi özünü yaşatacak insan tiplerini yetiştirir. Bunun için bazı kurumlar oluşturur. Göçebe toplumlarda bu görevi veya işlemi, örf ve adetler hayata geçiriyor (1).
Eski çağlarda savaş usullerinden birisi de, iki ordu karşılıklı vuruşmaya başlamadan evvel, bir veya birkaç yiğit adamın er meydanına çıkarak dövüşmeleriydi. Türkler bunlara “alplar” diyorlardı. Onlar o kadar gözü kara kişiydiler ki, tek başlarına onlarca askerle mücadeleden bile korkmuyorlardı. Bu özelliklerinden dolayı sonraki zamanlara ait kaynaklarda onlara “deli bahadırlar” denilmiştir (2).
Eski Türk destanı “Dede Korkut” destanında Türk medeniyeti, tarihi bakımından en kıymetli taraflarından birisi de alp (savaşçı) tipinin nasıl yetiştirildiğini gösteren sahneler yansıtmasıdır. Dede Korkut'a göre, bir genç alpta olması gereken özellikler, atasözleri ve kalıp ifadeler şeklinde sıralanmıştır. Buna göre alp; tekebbürlük eylememeli, gönlünü yüce tutmamalı, kara polat öz kılıcını çalmalı, malına kıymalıdır. Ama oğul, sofra çekmeyi atadan görmelidir. Oğul da ata adını yorutmalıdır. Kazılık ata er binmeli, çalup keser öz kılıcı er çalmalıdır. Erin evine konuğu gelmeli, er yalan bilmemelidir (3).
Burada iki tür özellik dikkati çeker. Birisi tevazu, dürüstlük, cömertlik, konukseverlik gibi karaktere dayanan özelliklerdir ki bunlar, "erdem" sözüyle ifade edilmektedir. Diğeri ise düşmanın başını kesip, kazılık ata binme, çalup keser öz kılıcı kullanma gibi fizikî özelliklerdir. Bunlar da "yetenek / hüner" kavramı altında toplanmaktadır. Birbirinden ayrılmaz biçimde karşımıza çıkan bu özellikler, Türk alpinin "yetenekli" ve "erdemli" olması gerektiği sonucunu ortaya koymaktadır (4).
Türkler her zaman kendilerine özgü bir savaş kültürü oluşturmuşlardır. Atalarımız yani kadim Türkler kurdukları ordular, askerî örgütlenmeler, kullandıkları silahlar daima diğer kavimlere örnek teşkil etmiştir. Eski Türk'lerin vatan sevgisi onları vatanı korumak için ordular kurmaya, askeri teşkilatlar oluşturmaya sevk etmiştir.
Türklerde askerî teşkilat kadimden çok sağlam temellere dayanmaktaydı. Tarihin ilk bilinen devirlerinden itibaren Türkler; ordu düzenine ve eğitimine özen göstermişlerdir. Talim görerek çevik kalan, her şartlara hazırlıklı bulunan ve savaş disiplininden en ufak taviz vermemiş olan ordularının sayesinde devletler kurmuşlardır (5). M.Ö. 3000’lerden itibaren askeri birliklere sahip olan Türk'lerin, bu güçleri sayesinde sürekli Çin sınırlarına taarruzlar yapmış oldukları tarihi kayıtlarla bilinmektedir. Eğer düzenli bir orduya sahip bulunmasalardı, Çin imparatorluğu Türk'lere karşı 9.yüzyıldan itibaren yapımına başlanan Çin Seddi’ni meydana getirmek zorunda kalmazdı (6). İlk kez Mete Han tarafından M.Ö. 209 yılında kurulan “Türk Kara Ordusu” Türklerin Ordu Kuvvetlerinin başlangıcı kabul edilirken (7), Göktürk kitabeleri de Türk ordusunun 1250 yıl öncesinde de var olduğunu kanıtlamaktadır (8).
Tarihte Türk ordusu uzaktan atılabilen silahlardan sapan, ok ve yay ile donatılmıştı. Geliştirdikleri; topuz, mızrak, kılıç ve kargı gibi silahları da muharebenin özelliğine göre kullanıyorlardı (9). Hun Türkleri atıldığında ses çıkaran bir ok icat ederek düşman üzerinde psikolojik baskı sağlamışlardı (10).
Bu da biliniyor ki, atalarımız çağlarına göre daha modern silah, sistem ve taktikleri kullanmışlardır. Mete Han tarafından dünya askerî teşkilatına kazandırılan “onlu sistem” yanında atın üzerinde manevra kabiliyetini artıran pantolon ve ceketlerin kullanımı, savaşlarda ağır teçhizatlı düşmanların paniklemelerine neden olan hafif süvari birlikleri, “sahte ricat” taktiği ve ıslıklı okların kullanımı bunların başında gelmiştir. Başta Çin olmak üzere göçler nedeniyle; Roma, Bizans ve diğer Avrupalı milletler de, çoğu kez Türk ordu teşkilatı ve teçhizatını örnek almışlardır (11).
Türklerin yaşadıkları eski dönemde kendileri ile boy ölçüşebilecek yetenekte ve teknolojide ordunun olmaması uzun zaman askeri zaferlerinin daimi olmasına sebep olmuştur. Hem de bu zaferlerin kazanılmasında esas rol Türklerin kendilerine has geliştirdikleri harp stratejilerine sahip olmaları olmuştur (12).
Bu hususta yani atalarımızın geliştirdiği harp usulleri, savaş taktikleri konusunda geçmişte ve günümüzde bir çok araştırmalar yapılmıştır.
Türkler savaşa başlamadan önce, esas kuvveti saklama ve yedek güç ayırmaya büyük önem veriyorlardı. Tarihte Türk savaş taktiği Kurt Kapanı, Kaz Ayağı ve en çok bilinen şekliyle Turan Taktiği olarak anılmıştır. Turan taktiğinin en büyük hususiyeti sahte ricattır. Düşmanla karşılaşılmadan önce Türk'ler, savaş meydanının sağına ve soluna bir takım kuvvetlerini saklarlar. Daha sonra düşman ordusu Türk akıncılarıyla karşılaşıp, onların da geri çekildiğini görünce, bütün güçleriyle saldırırlar. Bu geriye çekiliş esnasında bile, Türkler arkalarına dönerek çok mükemmel ok atabilirlerdi. Neticede önceden gizlenmiş olan Türk askerleri düşmanın sağını ve solunu çevirerek, çember içerisinde rakiplerini yok ederler. Ayrıca Türk-Hunlar savaşa girmeden evvel hasımlarını ok atışlarıyla yıpratıyorlar ve bunu onları yorana kadar sürdürüyorlardı. Uygurları anlatan Çin vesikalarında, savaş sırasında onların sahte bir karargah oluşturduklarına ve düşman askerleri buraya doğru hücuma kalkıştıklarında, etrafta saklanan esas ordu tarafından tuzağa düşürüldüklerine dair haberler de vardır(13). Türk dünyasının alimi, dil bilgini ve seyyahı Kaşgarlı Mahmut da Divanı’ndaki şiirlerinde dahi Turan taktiğine işaret etmektedir ve Bizanslı prenses, âlim, hekim, ve tarihçi, Bizans imparatoru I.Aleksios Komnenos karısı Anna Komnena da, Bizans’ın iç mücadeleleri sırasında babasının yanında yer alan Türk güçlerinin rakiplerini bu harp usulüyle yendiğini söyler. İlginçtir ki, Anadolu Selçuklu hanedanlığının sonunu hazırlayan 1243 Kösedağ Savaşı’nda Baycu Noyan da Türkleri aynı taktikle mağlubiyete uğratmıştır. Marko Polo Seyahatnamesi’nden de Hülagu’nun Abbasi ordusunu bu usulle tuzağa düşürdüğü anlaşılmaktadır (14). Romen kroniklerinde de buna benzer ifadelere rastlanmaktadır. Bunlarda; “Türk'lerin gayet süratle hücuma kalktıkları, aniden geri döndükleri, uzaklaşırken saflarını seyrekleştirdikleri, bir halka oluşturup, düşmanlarını kuşattıkları” kayıtlıdır (15).
Ordu ve devlet ilişkisi de önemlidir. Ordu olmadan milletin, devletin, törenin devamlılığını koruyamayacağı gerçeği Türkler tarafından eski zamanlarda da benimsenmiştir. Nitekim Orhun-KökTürk (Kül Tigin) yazıtlarının doğu yüzünde bu konudan bahsediliyor ve düşmanı teşkil etdikleri orduyla yendiklerine işaret ediliyor: "Üze kök tengri asra yağız yir kılındukda ikin ara kişi oğlı kılınmış. Kişi oğlında üze eçüm apam Bumın Kağan İstemi Kağan olurmış. Olurupan Türk budunurig ilin törüsin tuta birmiş, iti birmiş. (Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insan oğlu kılınmış. İnsan oğlunun üzerine ecdadım Bumin Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutu vermiş, düzenleyi vermiş). Tört bulurig kop yağı ermiş.Sü sülepen tört bulurigdakı budunuğ kop almış, kop baz kılmış. Başlığığ yükündürmiş, tizligig sökürmiş.İlgerü Kadırkan yışka tegi kirü Temir Kapığka tegi kondurmuş. İkin ara (Dört taraf hep düşman imiş. Ordu sevk ederek dört taraftaki milleti hep almış, hep tâbi kılmış. Başlıya baş eğdirmiş, dizliye diz çöktürmüş. Doğuda Kadırkan ormanına kadar, batıda Demir Kapıya kadar kondurmuş. İkisi arasında)."
13. yüzyılda Türk Selçuklu hükümdarlarından İzzeddin Keykavus hakkında bilgi veren İbn Bibi’de, bir sultanın erlerine nasıl davranması gerektiği hususunda da şunlara rastlıyoruz: “Askerlerini ara, onların hayvanlarının beslenmesine yardımcı ol. Çünkü asker mertlik ve yiğitlik kaynağı olup; devletin ve halkın koruyucusu, ülkenin kılıcı, padişahın mızrağı, şehirlerin ve beldelerin kalesidir. Onlar felaketleri önleyip, düşmanları uzaklaştırır. Açıklar onlarla kapatılır, işler düzene girer. Erin yoksulunu kolla ki, sırtın sağlam olsun. Başına bir iş gelmeden önce onları dene. Bir şey buyurmadan evvel imtihana çek. Aralarındaki vefakâr, yiğit ve er meydanından kaçmayanları seçip, ödüllendir. Çünkü askerin fazlası değil, güçlü ve cesur olanı işe yarar. Savaşta başarı gösterenlere bol bağışta bulun ve rütbesini yükselt. Birisi senin bayrağının altında şehit düşerse, çocuklarına kucak aç. Ailesine ve akrabalarına onun yokluğunu hissettirme ki, zor anlarında devletine ve sana yardım için canlarını vermek onlara kolay gelsin”. Yine Kitab-ı Diyarbekriyye’de; “hükümdarın askerinin, düşmanlarından ona bir zarar gelmemesi için efendisini gözetmesi gerekir. Emin olmalıdır ki onun hayatı, hükümdarın hayatına bağlıdır”, deniyor (16). Benzer ifadeler Nizamüddin Şamî’de de vardır: “Eğer sen memleket ve ordunun hayrını düşünürsen, memleket ve ordu da senin hayrını düşünür” (17).
Kadim Türklerde ordu halk, halk ordudur (18). Türk ulusunda geçmişte de askerlik meslek değil, bünyede olması gereken bir özellik olmuştur. Asil atalarımızı zamanında da bilindiği üzere âdeta her Türk bir savaşçı durumundaydı (19). Bahsettiğimiz kimi kadim Türklerde ordu toplumun diğer kesimlerinden ayrı düşünülmeyen kurumdur. Tarihe sahne olan bir çok savaşta milletimiz tek vücut halinde savaşır, düşmanı def eder ve ardından günlük hayatlarına devam ederlerdi (20). Türkler askerliği ve savaşmayı kutsal saymışlardır. Türklerin esareti kabul etmeyen mizaçları genetik özellik gibi yüzyıllarca süregelmiştir. Düşmanın topraklarına göz dikmesi, törelerini çiğnemesine anında yumruk kaldırmışlar ve dur demişlerdir. Kadını, çocuğu eline silah alarak savaş meydanına koşarak şehitlik pahasına savaşa katılmışlardır. Bu yüzden de Devlet olarak varlıklarını sürdürebilmişlerdir (21).
Türklerde ordudan kaçanların ve vatana ihanet edenlerin cezası ölüm idi. Ancak savaşın meşru olmadığı barış hallerinde de eğer kılıç çekilirse cezası ölüm olurdu (22). Eski zamanlardan Türk ordusunun diğer kavimlerin askeri yapılarından farklı olan üç yönünü tespit etmişlerdir: 1- Türk ordusu ücretli değildir. 2- Türk ordusu daîmidir. 3- Türk ordusu temelde süvarilerden oluşur (23).Türk ordusu ücretli olmamakla beraber, bir savaşa hızla iştirak edebilmek için bütün erkeklerin hangi komutanın emrinde yer alacağı önceden belirleniyordu. Hazar Türklerinde boy sorumluları devlet ordusuna gerektiğinde, durumlarına göre belirli sayıda süvari göndermekle mükelleftiler (24). Mesela yine Arap kaynaklarının haberlerine göre, Hazar kağanının emrinde on iki bin seçme asker bulunup, içlerinden biri öldüğünde yerine başkası atanıyordu (25).
Yani Türk ordusunda askeri güç, savaşçı bulmak sorun değildi. Şehit olan askerin, savaşçının yerine hemen savaşacak, vatanı, toprağı düşmandan koruyacak onlarca, yüzlerce, binlerce savaşçı savaşa hazır emir bekliyor oluyordu. Kim bilir belki de asil Türk askerine atfedilen "bir ölür bin diriliriz" sözü bu gelenekten geliyordur.
Araştırma makalemizin bu bölümünde esas olarak savaşçı kişiliğimizden ve savaş taktiklerimizden konu ettik. İkinci bölümünde ise tarih de yabancıların gözünden Türk'lerin savaşçı kimliği konusundan bahsedeceğiz.
Ne Mutlu Türküm Diyene!
P.S: Türk komutan İshak ÇELİK beye, her zaman verdiği değerli bilgiler ve destek için özellikle teşekkür ederim. Saygılarımla.
Yararlanılan kaynaklar:
1. KAPLAN, Mehmet (2007), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 3 – Tip Tahlilleri, İstanbul: Dergâh Yayınları.
2. Bakınız ,J.Barbaro, Anadolu’ya ve İran’a Seyahat, Çev. T.Gündüz, İstanbul 2005, s.31.
3. ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara: TDK Yayınları.
4. DUYMAZ, Ali (2000), “Dede Korkut Kitabında Alpların Eğitim ve Geçiş Törenleri”, Uluslararası Dede Korkut Bilgi Şöleni Bildirileri, Ankara: Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları.
5. Özkan Karaca," Tarihin Zaferinden, Günümüzün Meşalesine: Türk Ordusu." s.7.
6. Prof.Dr. Saadetin Gömeç "Eski Türk Ordusunun Genel Mahiyeti."
7. Özkan Karaca," Tarihin Zaferinden, Günümüzün Meşalesine: Türk Ordusu." s.7.
8. Ergin, Muharrem, (1994), Orhun Abideleri, İstanbul: Boğaziçi Yayınları. s 8.
9. Necati Ulunay Ucuzsata,“Tarih Boyunca Türk Harp Sanatı Taktik ve Stratejisi”, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 1986. s.33-36.
10. Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1981. s.214.
11. Bahaeddin Ögel, İslamiyet’ten Önce Türk Kültür Tarihi, Orta Asya Kaynak ve Buluntularına Göre, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1991. s. 46.
12. "ESKİ TÜRKLERDE SAVAŞ VE SAVAŞ STRATEJİLERİ” Serap Cansu KEMAL. yeniden ergenkon.com.
13. Bahaeddin Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, Cilt:1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981. s.214.
14. Bknz, Kaşgarlı Mahmud, Divanü Lûgat-it- Türk Tercümesi, C. I, s. 472; Ögel, a.g.e., s.238; İbn Bibi, a.g.e., C. II, s.70; Kommena, a.g.e., s.32; G.Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara 1984, s.316-317; N.Khoniates, Historia, Çev. F.Işıltan, Ankara 1995, s.122; S.Gömeç, “Moğolistan’daki Türk Anıtları Projesi Çalışmaları”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Sayı 202, İstanbul 2003; Marko Polo, Marko Polo Seyahatnamesi, C. I, Çev. F.Dokuman, İstanbul (tarihsiz), s.26, 72.
15. Deguignes, a.g.e., C. I, s.158-183; M.A.Ekrem, Romen Kaynak ve Eserlerinde Türk Tarihi, Ankara 1993, s.11; A.Komnena, Alexiad, Çev. B.Umar, İstanbul 1996, s.221; Yu.S.Hudyakov, Merkezi Asya Göçebelerinin Koral-Yarakları ve Uruş Seneti, Ter. P.Cilan, Urimçi 2003.
16. İbn Bibi, El Evamirü’l-Ala’iye Fi’l-Umuri’l-Alaiye, Çev. M.Öztürk, C. I, Ankara 1996, C. I, s. 150-151; Ebu Bekri Tihrani, Kitab-ı Diyarbekriyye, Çev. M.Öztürk, Ankara 2001, s.97.
17. Nizamüddin Şamî, Zafernâme, Çev. N.Lugal, Ankara 1949, s.67.
18. Ögel, B. (2001). Türk Kültürünün Gelişme Çağları. İstanbul:Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.,s 301.
19. Koca, Salim, (2000), Türk Kültürünün Temelleri II, Trabzon: Karadeniz
Teknik Üniversitesi Giresun Fen Edebiyat Fakültesi Yayınları,s 88.
20. Vilh. Thomsen : Orhon ve Yenisey Yazıtlarının Çözümü- İlk Bildiri- Çözülmüş Orhon Yazıtları, Ç. Vedat Köken, TDK yay. Ankara 1993, s. 67.
21. 5. kaynakla aynıdır
22. Kafesoğlu, İ. (2011). Türk Milli Kültürü. Ankara:Ötüken Yayıncılık., s 281.
23. İ.Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 2. baskı, İstanbul 1983, s.269-270; B.Ögel, Büyük Hun İmparatorluğu Tarihi, C. 1, Ankara 1981, s.214; L.N.Gumilev, Hunlar, Çev. A.Batur, 3. baskı, İstanbul 2003, s.378; A.Ahmetbeyoğlu, Avrupa Hun İmparatorluğu, Ankara 2001, 35.
24. W.Eberhard, “Tobaların Hayvancılığı”, Belleten, C. 9, Ankara 1945, s.492; M.I.Artamonov, Hazar Tarihi, Çev. A.Batur, İstanbul 2004, s.514; S.G.Klyaştornıy-T.İ.Sultanov, Türkün Üçbin Yılı, Çev. A.Batur, İstanbul 2003, s.71.
25. A.Koestler, Onüçüncü Kabile, Çev. B.Çorakçı, 4. baskı, İstanbul 1984, s.57.