Türk yurdunu, obasını koruyan erler, yiğitler ve hanımlar-hatunlar var oldukça, Türk yurdu daima var olacak. Bunun önemini anlamalı ve bu bilinçle yaşamalıyız. Ancak son zamanlarda bizler ve çocuklarımız, yetiştirme tarzı veya manevi değerlerlerin kaybedilmesinden dolayı köklerimizden uzaklaştırılıyoruz. Şu sondan emin olabilirsiniz ki, bu gidişin neticesinin meyveleri hiç hoş olmayacaktır.
Başkalarının olmayan "medeniyetini" taklit etmek, taklit edilmeye çalışılan medeniyetin edepsizliklerle dolu olduğu göz önünde bulundurulduğunda, atalarımıza ve şanlı Türk milletimize karşı çok büyük saygısızlık olur. Bizler özümüze döndükçe, soy-kökümüze bağlı kaldıkça daima öncü ve her alanda başarılı olacağız.
Sosyal varlık oluşumuzdan dolayı doğal olarak etrafımızdaki diğer uluslardan etkilenebiliriz. Ancak bunu "çağdaşlık" adı altında bilinçli olarak istemek ve yapmak doğru değildir. Çünkü, diğer bir makalemde belirttiğim gibi, kendilerini "medeni", "modern" olarak gören Avrupalılara medeniyeti bizler öğrettik. Günümüz Avrupalıları bazı gerçekleri kabul etmeseler de, gericilik tarihi olarak nitelenen ilk ve orta çağa göz atmaları konuyu daha iyi tahlil edebilmeleri açısından yararlı olacaktır.
Bu makalemde atalarımızın evlatlarını nasıl yetiştirdiklerini ve kadim Türk toplumlarında çocuklara verilen önemi hatırlatacak, geleceğimiz olan yeni Türk neslini nasıl yetiştirmemiz gerektiğini ve onların Türk milletinin geleceği için ne kadar önemli olduğunu not edeceğim.
Malumunuzdur ki, geleceğimiz olan evlatlarımızı nasıl yetiştirirsek hayatlarını o doğrultuda sürdüreceklerdir. Onları tehlikelere karşı küçük yaşlarda eğitmeli ve tehlikelere karşı güçlü bireyler olarak yetiştirmeliyiz. Bu konu ile alakalı güzel bir atasözümüz var: "Ağaç yaşken eğilir."
Kaydettiğimiz bu atasözü gerçekten derin manalara sahiptir. Yani insan evladının öğretime ve terbiyeye en açık olduğu zamanlar çocukluk çağıdır. Evlatlarımıza çocukluk çağında nasıl terbiye verirsek, ne tarafa yönlendirirsek yetişkinlik döneminde bunların önemli tesirleri olacaktır.
Eski Türklerin yaşam tarzları ve aile ilişkileri hakkında bilgi edinmemizi sağlayan en önemli kaynaklar destanlarımızdır. Bu destanlar arasında biz Oğuz Türklerinin eski yaşam tarzlarını ve aile ilişkilerini en doyurucu şekilde aksettiren hiç şüphesiz "Dede Korkut" destanıdır. Bu yazımda zaman zaman Dede Korkut destanından konuyla ilgili örnekler vereceğim.
Türk toplumunda çocuklar birer gelecek abidesidir. Yani toplumun değerlerini gelecek nesillere taşıyacak olan tek unsur çocuklardır. Eski Türklerde çocuk, aile, toplum ve hatta devlet için geleceğin teminatı olarak görüldüğü için Türk sosyal hayatının gözbebeği ve varoluşun esasıdır.
Ayrıca çocuklar, ana ve atanın genetik şifreleriyle var oldukları cemiyet açısından düşünüldüğünde cemiyetin karakterinin taşıyıcısıdır. Yani aile ve toplum çocukta vücut bulur. Çocukların Türk toplumunda bir değer olarak görülmesinin diğer bir sebebi de çocukların doğasında varolan hareketlilik ve heyecandır. Çocuk, Türk töresini daima canlı tutan bir unsurdur.(1)
Bu bakımdan çocuklar Türk toplumunda önemli bir ihtiyaç olarak görülür. Geleceğin önemli bir sembolü ve toplumun devamlılığının ana unsuru olan çocuk, daima saygı ve sevgi gösterilen bir varlıktır.
Dede Korkut hikayelerinin kurucusu olan Türk'ün ortak vicdanında ve aklında, çocuk küçük olsa dahi onurludur. Aynı zamanda çocuk, bir benliğe ve olgunluğa sahip olarak karşımıza çıkar. Bu hikayelerde çocuklara çoğu zaman bir yetişkin gibi davranıldığı görülür. Bu da çocukların benliğinde değer verilen bir varlık hissini doğurarak kişiliğinin oluşmasına olumlu etki göstermiştir.(2)
Özellikle belirttiğimiz gibi, kadim Türklerde çocuk aile hukuku açısından da önemlidir. Bunun sebebi çocuğun ailenin soyunun devam edebilmesinin en önemli unsuru olmasıdır. Türk erkeği çocuğun olmadığı durumlarda sorunu kadında aramamakta, kendisi de suçu veya kusuru paylaşmaktadır. Şu bir hakikattir ki, eski Türklerde çocuk sahibi olmak çok istenilen bir durumdur.(3)
Türklerde yeni doğmuş çocuğa dahi kahraman gözü ile bakılırdı. Cinsiyeti ayırt edilmeksizin her çocuk, geleceğin Alp-Türk savaşçısıdır. "Alp" sözü Türkçe kökenli bir sözdür ve Arapça "güç" anlamında kullanılan manaya gelir. Savaşçılara "Alp" denilmesinin nedeni ise, her türlüğü zorluğa karşı koyabilecek güçte olmasındandır. Yani her Türk çocuğu bir "Alp"dir.
Çocuğun varlığı ailenin geleceği için önemlidir. Dede Korkut hikayelerinde Dirse Han'ın oğlu ve kızı olmadığından bahsedilir. Dirse Han ve Hatunu bu vaziyete üzülmektedirler. Dirse Han hanımının isteği üzerine ulu toyu toplayıp, dua etmelerini arzu eder. Bu duaların neticesinde hatunu hamile kalır ve bir müddet sonra oğlu dünyaya gelir.(4)
Türkler kız ve erkek çocukları arasında fark gözetmezler(5). Yaratılış itibariyle fark görmeseler de aileler açısından erkek ve kız çocuklarının birbirinden farklı olabilecekleri ihtimali de vardır. Ana ve baba kızını erkek evladından veya oğlunu kız evladından daha fazla sevebilir. Bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Ünal Öztürk, kız ve erkeklerin değerlendirilmesi konusunda kızların daha fazla sevildiğini düşünmektedir(6). Ögel ise Hun ve Göktürk döneminden kalan belgelerden yola çıkarak, erkek çocuklara daha fazla değer verildiği düşüncesindedir (7).
Eski Türklerde erkek evladı ifade etmek amacıyla "Ataç" sözü kullanılmıştır. Ataç, büyüklük gösteren çocuk, oğul manasına gelir (Kaşgarlı Mahmud)(8). "Anaç" ise küçük olduğu halde büyük bir anlayış gösteren kız, anacık demektir (Kaşgarlı Mahmud)(9).
Buradan eski Türklerde oğulun ataya, kızın ise anaya benzediği görülmektedir. "Ata oğul ataç doğular", yani oğul ataya benzer ifadesi bunu doğrulamaktadır(10). Oğul ataya, kız anaya benzediğine göre, erkek çocuğun yetiştirilmesi atanın, kız çocuğun yetiştirilmesi ananın görevi idi.
Ancak eski Türklerde evlat sahibi olmak yeterli değildi. Evladın savaşçı ve kahraman olması da önemli idi. Bu nedenle çocuk sürekli talimlerle yetiştirilirdi. Türklerde çocuğun yetiştirilmesi ilk olarak aile ocağında başlar. Henüz çocuk yaşlarda iken at binmek, kılıç talimi yapmak, ok atmak gibi yiğitlik ve savaşçılık özellikleri kazandırıldığı gibi, toplum yaşamının kaideleri de küçük yaşlardan itibaren öğretilirdi.(11)
Dede Korkut hikayelerinde de çocuklara verilen talimin, eğitimin ve terbiyenin de büyük bir yeri vardır. Eserin önsözünde de bu husus özellikle belirtilir:
"Kız anadan görmeyince öğüt almaz, oğul atadan görmeyince sofra çekmez.
Oğul babanın yerine yetişenidir, iki gözünün biridir.
Devletli oğul olsa ocağının korudur.
Baba adını yürütmeyen hoyrat oğul baba belinden inince inmese daha iyi, ana rahmine düşünce doğmasa daha iyi. Baba adını yürütünce devletli oğul daha iyi." (Ergin, 2004: 74)(12)
Çocukların eğitimi ailenin görevi olmakla birlikte, toplumun bütün fertlerine de bu eğitimde büyük sorumluluklar yüklenmiştir. Çocukların hukuki açıdan temel hak ve özgürlükleri aile ortamında oluşurdu. Eski Türklerde çocuklar adlarını yaptıkları kahramanlıklarla kazanırlardı. Adını yaptığı kahramanlıkla kazanmış olan çocuğun adı düzenlenen törenle herkese duyurulurdu. Çocuklara verilen adlarda bazı kavramlar dikkat çekicidir. Bu isimler arasında Bozkurt, Kök Börü, Uku (Baykuş), Turul (Toğrul) ve farklı isimler yer almaktadır.(13)
Yağıbasan ismi düşman saldırısının defedildiği gün doğan çocuklara, Aşbergen ismi aş töreni düzenlendiği gün doğan çocuklara, Konak Keldi ismi sayılı misafir geldiği gün doğanlara, Uralbey, Sırgeldi, İdilbey isimleri doğulan yere göre verilen isimlerdir(14).
Bu isimler verilirken doğa güçlerinin, ruhların ve cinlerin yeni doğan çocuğun hayatına müdahale etmeyeceği düşünülürdü.(15) Çocuğun uzun ömürlü olması için Tokdasın, Dursun gibi isimler verilirken bunların yanı sıra iyi yönlü özelliklerini anlatmak için Tınıbek, Canıbek, Alper gibi isimler verilirdi.(16)
Kurt, Türklerde yiğitliğin sembolüdür. Bu nedenle kurt ismi oldukça sık kullanılırdı. Türk tarihimizde önemli yeri olan Türk alpi Ertuğrul Gazi'nin şu sözlerini hatırlatmak isterim: "Türk balası kurt olur, bastığı yer yurt olur". Buradan da anlaşıldığı gibi Türkler evlatlarını kahraman gibi yetiştirir ve yiğitliğin onların şanını yücelttiğine inanırlardı.
Kaydettiğimiz gibi kadim Türklerde mücadele esastır ve çocuklarda da kahramanlık en yüksek sosyal değerdir. Kız çocuklarının değeri de, ata binmek, kılıç kullanmak, ok atmak, düşmana hücum etmek gibi kuvvete dayalı etkenlerle ölçülürdü. (Kaplan, 2002: 23)(17)
Çünkü göçebe yaşayan ve daima düşmanla savaşan bir toplumda kadının da tıpkı bir alp gibi kahraman, korkusuz ve çevik olması gerekir. Bu durumu eserdeki Bamsı Beyrek ve Kan Turalı hikayelerinde yoğun olarak görürüz. Bamsı Beyrek babasına evleneceği kızın özelliklerini şu şekilde anlatır:
“Baba bana bir kız alıver ki, ben yerimden kalkmadan o kalkmak gerek, ben kara koç atıma binmeden o binmek gerek. Ben hasmıma varmadan o bana baş getirmek gerek, bunun gibi bir kız alıver bana baba”.
Beyrek’in babası Bay Püre Han cevap olarak: “Oğul sen kız dilemezsin kendine bir hempa istermişsin” demektedir. (Ergin 1989: 124)(18)
Hikayenin öncesinde Beyrek, tesadüfen beşik kertmesi olan Banu Çiçeğin evine gelir. Daha önce görüşmedikleri için birbirlerini tanımamaktadırlar. Banu Çiçek, karşısındaki kişinin gerçekten beşik kertmesi olup olmadığını anlamak için kendisini Banu Çiçeğin dadısı olarak tanıttıktan sonra Beyrek'e bir teklif sunar: “Gel şimdi seninle ava çıkalım, eğer senin atın benim atımı geçerse onun atını da geçersin. Hem seninle ok atalım, beni geçersen onu da geçersin ve hem seninle güreşelim, beni yenersen onu da yenersin der ve Beyrek bu teklifi kabul eder. (Ergin, 2004: 123)(19)
Ardından Banu Çiçek ve Beyrek mücadeleye başlarlar. Ok atarlar, güreşirler. Sonunda Beyrek Banu Çiçeği yener. Banu Çiçek kendini tanıtır ve bu olaydan sonra nişanlanırlar.
Hikayede gördüğümüz üzere kız olsun erkek olsun insan, evleneceği kişiyi cesaretine, yiğitliğine ve savaşçı özelliklerine göre seçer. Erkekler kadar kadınların da yiğit ve korkusuz olmaları tercih edilir ve yiğit bir erkek ancak kendisi gibi cesur ve yiğit bir kızla evlenirdi.
Sizlere kadim Türklerin çocuklarını nasıl yetiştirdiklerini ve eski Türk toplumunda çocukların öneminden bahsettim. Gördüğümüz üzere atalarımız çocuklarını özel bir eğitim uygulayarak yetiştirirlerdi.
Peki biz bu konuda ne yapıyoruz?
Onları yabancı dil öğrensinler, bilgisayarı bilsinler, muasır dünyadan geri kalmasınlar vs. gibi kimi meşguliyetlere yönlendirirken kökünden, özünden, milli kimliklerinden koparıyoruz. Dil öğrenmeleri için evde onlarla yabancı dilde (İngilizce, Rusça) konuşup dilimizi unutturuyoruz. Modernlik adına tuhaf müzikler dinlemelerine, etik olmayan giyimlerine göz yumuyor ve güçlü bir kişiliğe sahip olmaları adına manevi yönden donanımlı şekilde yetiştirmeyi unutabiliyoruz.
Bu nedenle, milli kimliğini unutmuş, dilini bilmeyen, medeniyetin yalnızca Avrupalılarda olduğunu düşünen tuhaf bir nesil yetişiyor. Bu noktada Türk dünyasının ünlü şairi Bahtiyar Vahabzade'nin şu mısralarını hatırlatmak isterim:
“Yad yerin halvası çox şirin olar”.
Qaçırsan, minillik ənənədən qaç!
Hər kəsə bənzəmə, sən təzə yol aç!
Dediyin hər sözü duy dərin-dərin.
Həyatda gördüyün geriliklərin
Demə ki, hamısı ənənədəndir!..
Sən niyə arxanı köhnə sayırsan,
Qaçıb öz atandan bəs bu nədəndir?
Özgə ataları yamsılayırsan?
*****
Gülmə öz kökünə, ayıbdır sənə!
Ot kökü üstündə bitər, unutma,
Köhnə damğasını vurub atana,
Özgədən özünə sən ata tutma!
Yadın köhnəsi də dilin əzbəri,
Ənənən çiyninə niyə yük oldu?
Anlaya bilmirəm, nə vaxtdan bəri
Yadı yamsılamaq yenilik oldu?!
Hakikaten bu mısralar herşeyi çok iyi anlatıyor. Bizler çocuklarımızı atalarımızın eğitim tarzında yetiştirirsek herşey daha farklı olacaktır. Bizler evlatlarımızı farkı diller öğreterek ama anadilimizi unutturmayarak, onları farklı milletlerin medeniyetlerinden haberdar ederek ama kendi kökünü unutturmayarak yetiştirmeliyiz.
Türk-İslam medeniyeti dünyanın en asil medeniyetidir. Çocuklarımıza yabancı filmlerin hayali kahramanlarını sevdirmek yerine, Türk tarihinin yaşamış bilim, medeniyet, savaş alanında zaferler kazanmış şahsiyetlerini hatırlatıp kendi kahramanlarımızı sevdirelim. Geçmişinde kahramanları olmayan milletler hayali kahramanlar üretip, kitaplar yazarak, filmler çekerek nesillerini yönlendirmekte ve terbiye etmektedir. Bizim şanlı Türk tarihimizde yiğit atalarımız ve binlerce kahramanımız vardır. Durumu çok iyi özetleyen bir atasözümüz var: "Ot kökü üstünde biter"
Özümüzden ve köklerimizden koparsak diğer milletlere köle olmaya mahkum oluruz. Bizim şanlı bir tarihimiz, nam salmış yiğitlerimiz var. Çocuklarımız bizim geleceğimizdir. Onlara atalarını anlatmalı ve kahraman bir milleti temsil ettiklerini unutturmamalıyız.
Mustafa Kemal Atatürk'ün söylediği gibi: “Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir.
Ne mutlu Türküm diyene!
Son olarak Türk komutan İshak Çelik beyin şu sözlerini sizlerle paylaşmak isterim: “Geçmişini unutanın geleceği olmaz!”
Not: Hə zaman öz məsləhətləri və dəyərli bilgiləri ilə dəstək olan Türk komutan İshak Çelik bəyə təşəkkürümü bildirirəm!
Yararlanılan kaynaklar:
1. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 14, Sayı: II Sayfa: 209-223, ELAZIĞ-2004 DEDE KORKUT HİKÂYELERİ’NİN ÇOCUK EĞİTİMİ AÇISINDAN ÖNE SÜRDÜĞÜ DEĞERLER VE ORTAYA ÇIKARMAK İSTEDİĞİ TİP ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME.
A) AİLE VE TOPLUMUN ÇOCUĞA BAKIŞ EKSENİ 1. Bir İhtiyaç Unsuru Olarak Çocuk
2. Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Fırat University Journal of Social Science Cilt: 14, Sayı: II Sayfa: 209-223, ELAZIĞ-2004
AİLE VE TOPLUMUN ÇOCUĞA BAKIŞ EKSENİ İtibar Kaynağı Olarak Çocuk
3. ÜNALAN, S.-ÖZTÜRK, H.(2008) “İslamiyet’ten Önce Türklerde Eğitim ve Öğretim”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13: 2, 89-109.
4. GÖKYAY, O. Ş. (1973) Dedem Korkudun Kitabı. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi.
5. ÖGEL, B. (2001) Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları. 4. Baskı, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
6. ÜNALAN, S.-ÖZTÜRK, H.(2008) “İslamiyet’ten Önce Türklerde Eğitim ve Öğretim”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13: 2, 89-109.
7. ÖGEL, B. (2001) Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları. 4. Baskı, İstanbul: Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları.
8. KAŞGARLI MAHMUD (1985) Divan-ı Lûgat’it Türk Tercümesi. Cilt II, Çev. Besim ATALAY, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
9. KAŞGARLI MAHMUD (1985) Divan-ı Lûgat’it Türk Tercümesi. Cilt I, Çev. Besim ATALAY, Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.
10. ÜNALAN, S.-ÖZTÜRK, H.(2008) “İslamiyet’ten Önce Türklerde Eğitim ve Öğretim”. Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 13: 2, 89-109.
11. KOCA, K.-UĞURLU, S. (2010) “Dede Korkut Hikâyelerinden Hareketle Türk Kültüründe Erkek Evlat Olarak Oğul Kavramı”. Akademik Bakış Dergisi, Sayı 22, Celalabat-Kırgızistan, 1-10.
12. ERGiN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara: TDK Yayınları.
13. RASONYI, L. (1971) Tarihte Türklük. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
14. İNAN, A. (2000) Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar. Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları.
15. RASONYI, L. (1971) Tarihte Türklük. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
16. RASONYI, L. (1971) Tarihte Türklük. Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları.
17. KAPLAN, Mehmet (2002), Türk Edebiyatı Üzerinde Araştırmalar 1, Ġstanbul: Dergâh Yayınları
18. Ergin 1989: 124
19. ERGİN, Muharrem (2004), Dede Korkut Kitabı I, Ankara: TDK Yayınları