TERÖR KORİDORUNU, BARIŞLA SÜSLEMEK

Ayşenaz ÇİMEN

Çok kritik günlerden geçiyoruz. Yaklaşık 1 ay önce gündemimiz S-400’lerin gelip gelmeyeceği üzerine iken şimdiki meselemiz ise Fırat’ın doğusu.

Hemen hemen herkes bu konu ile ilgili analizlerini yazıp çizdi ve şimdi nefesler tutuldu sonuçlar bekleniyor.

Aslında her biri küflenmiş bir zincirin halkası gibi, hangisine dokunsak elimizde kalıyor…

Peki bu zincirin halkalarını kim bağladı?

*

2015’in Haziran ayında Tel Abyad YPG’nin eline geçtiğinde, Türkiye sınır ötesi harekatını o zaman yapsaydı bugün sözde barış koridorunu konuşuyor olmazdı.

Fakat bizi kendi içimizde öyle bir çıkmaza çektiler ki, Güneydoğu'yu ve Doğu'yu pisliklerden karış karış temizlemekten burnumuzun ucunu dahi göremedik. Aslında tarafımıza çizilen bu politika yüz yıllık devlet aklına saldıranların tipik bir hamlesiydi fakat komuta kademesindekiler de saldıranların diğer yüzü olunca ne yapacağımızı bilemedik.

Kim ne derse desin, türlü türlü senaryolar piyasada istediği kadar dolaşsın; Fırat’ın doğusu Afrinle El-Bab’a benzemez. Gönül ister ki TSK kara harekatı ile adım adım temizliğini yapsın ve güvenli bölgesini oluştursun. Fakat sahada YPG unsurları dışında bizzat ABD askeri de var.

Sizce Türkiye, ilişkilerin bu kadar gergin olduğu, soğuk savaşın zirve yaptığı bir ortamda ABD ile sıcak çatışmaya girer mi?

Girmez…

Eğer ki gözler kararırsa ve her şeye rağmen bir operasyon yapılırsa ABD’nin YPG’ye tır sevkiyatlarının geçtiği Irak ve Suriye arasındaki Semelka sınır kapısından başlanmalı.

İşte o zaman güvenli bölgenin tadından yenmez.

Fakat kıyıdan köşeden bir operasyon yapılırsa atacağımız mermiye yazık, günah.

*

Aslında işimiz o kadar çok zor ki hem içte hem de dışta güvenlik tedbirlerini arttırmamız gerek.

ABD’nin rahat durmayacağını hepimiz çok iyi biliyoruz. Kızım sana diyorum gelinim sen anla hesabı Avrupa’dan katılım sağlayan binlerce DAEŞ’liyi Avrupa Birliği teslim almazsa , ABD tarafından her an serbest bırakabileceği açıklaması bile bu durumu gösteriyordu. Türkiye içinde uyuyan terör hücrelerinden bahsetmiyorum bile.

Resmen strateji şantajına maruz kalıyoruz da farkında değiliz.

Nasıl farkında olalım ki? Gül ve Davutoğlu utanmadan hâlâ Türkiye bürokrasisinde aktif rol almak istiyorlar. Babacan deseniz ülkesinin bekasını düşünmek şimdi aklına gelmiş herhalde, hümanist maskesini takıp tablonun bir kenarına sıkışma derdinde, Egemen Bağış gibi adamlar Süryani Kilisesi’nin temel atma töreninde ve AKP bu girdabın içinde.

Ülkücüler deseniz, savrulmuş dört bir yana, toplayabilene helal olsun. Gerçi istediğiniz kadar el uzatın, kalbinizi açın nafile. Büyüklerine saygısını yitirmiş zihinlerden kimseye fayda gelmez. CHP camiasının durumunu hiç açmayacağım, Kaftancıoğlu gibi bir bela daim olduğu sürece CHP hiçbir zaman Atatürk’ün partisi olamayacaktır.

*

Her neyse siyasete değinmek istemiyorum ne bir tecrübem ne de görmüş geçirmişliğim var. Büyüklerimizin bu söz hakkı, benim değil.

Tarih tekerrürden ibaret derler ya hani biz istediğimiz kadar konuşalım. Birinci Körfez Savaşı zamanında Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam rejiminden korumak babında “Çekiç Güç” adı ile oluşturduğu sözde korunaklı bölgenin tıpa tıp benzeri Suriye’nin kuzeyinde kurulmak üzere. ABD, bize bu mesajı aynı anda hem Ankara ile hem de Öcalan’ın “Varisim” dediği Şahin Cilo ile görüştüğünde verdi.

Bu süreçte Türkiye’nin inatçı ve vakur duruşunu çok takdir ettim, ısrarla güvenli bölgenin 30 kilometre olması talebinden vazgeçmedi fakat sonuç ne olacak işte? Nereye kadar direnecek?

Terör koridorunu barışla mı süsleyecek yoksa bertaraf mı edecek? Sonucunda daha da güçlenmiş bir PKK ile mi karşılaşacak yoksa “Biz silahları bıraktık, kantonları da kurduk buyurun gelin masaya.” mı denilecek?

Bahar gelmiş, yaz gelmiş bana ne. Memleketim karda kışta kalmış kime ne…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.