Kafes filmi vizyona girer girmez, ülkücü-milliyetçi hareket salonları tıka basa doldurdu…
Filme olan ilgi sevindirici ve gelecek için ümit verici. Herkesin temennisi bu tarz filmlerin sayısının artması.
“Geç kalınmış, keşke daha fazla olsa, filancanın da filmini yapsalar” gibi sözleri filmi seyreden herkesten duyuyoruz. Elbette haklılar… Bu temenniler bir açlığın, susamışlığın, bir özlemin ifadesi elbette.
Hem Türk tarihinde hem de ülkücü hareketin tarihinde film olabilecek onlarca değil binlerce konu varken, insanın hayıflanmaması ne mümkün...
Filmi yapanların farklı siyasi görüşte olduklarından tutun da, filmdeki konu ve kişilerin farklı amaçlarla sahnelendiğini düşünenler yok değil.
Hem senaryoda hem de oyunculuk kalitesi açısından eleştirilecek yönler yok mu? Elbette var. Ama bizim amacımız filmin siyasi-sosyolojik-sanatsal eleştirisini yapmak değil. Meseleye farklı bir açıdan bakmak, birazcık iğneyi kendimize batırmaktır…
Elbet Kafes’i alkışlayalım… Alkışlayalım amma, her alkışımızın aslında kendimizi protesto olduğunun da farkında olalım…
Neden mi, işte size nedeni…
Yıl 1968. Ülkücü gençler Eylül ayında “Fikir Tiyatrosu” kurar…
Rejisör, ışıkçı, kostümcü, dekorcu, oyuncu hepsi tam kadro hazır ve “Sultan Abdülhamit” isimli oyun birçok il ve ilçede sergilenir.
Çapa yüksek Öğretmen Okulu Talebe Tiyatrosu, Şubat 1970’de Remzi Özçelik’in “Bekleyenler” isimli tiyatro uyunun 4 gün üst üste oynar… Oyun Batı Trakya’da Türklere yapılan mezalimleri anlatmaktadır. Üstelik yazan, oynayan, sahne ekibinin tamamı bu okulun öğrencisi ve ülkücüdür.
8 Haziran 1970’de şehit olan Yusuf İmamoğlu, “Kültür ve Tiyatro” başlıklı yazısında okun, tüfeğin, topun vs. yerini edebiyat, heykel, sinema, tiyatro gibi sanat kolları aldığını belirterek “Bu itibarla yapılması gereken şey entelektüel mücadelenin şartlarına uyarak sanat kollarına büyük önem vermektir” demektedir. Hem de şahadetinden 4 ay önce!..
Mayıs 1970’de Nizip Genç Ülkücüler Teşkilatı 2 günlük düzenlediği gecede Gaziantep İmam Hatip Okulu’nun tiyatro ekibinin sahneye koyduğu, “Alpaslan ve Romen Diyojen” isimli oyununu, tıklım tıklım dolu salonda halka sunar.
Daha hangisini sayalım?
Osmaniye Genç Ülkücüler teşkilatının “Gavurdağlım” piyesini mi, yoksa 9 Ocak 1971’deki Kırıkkale Genç Ülkücüler teşkilatının “Dadaş Diyarı” isimli oyununu mu anlatalım?
İnanır mısın, yazılan tiyatro eserlerini, oynanan oyunları yazmaya kalksak yerimiz yetmez.
Dikkatinizi çekti mi, ülkücüler 1969’da “Bozkurtlar” isimli bir film yapmaya çalışıyor. Yani bundan tam 46 yıl önce!.. Ne internet var, ne cep telefonu, ne bugünkü gibi çok sayıda kitap ve ulaşım kolaylığı…
50 yıllık siyasi hareket daha kimler tarafından yapıldığı bile belli olmayan bir filme bu kadar sevinirken, neden kendini sorgulamaz? Yahut âleme nizam verme ülküsünün sahipleri nasıl olur da bir film bile yapamaz? İşte mesele budur! Önce teşhis sonra tedavi. Yani ortaya eserler çıkartmak ve sanata olan ilgiyi arttırabilmek...
Hadi filmi geçtik ya tiyatro? Bana ülkücü tiyatrocu ismi sayabilir misiniz? Ya da ülkücü his ve heyecanla bir tiyatro oyunu?
Biliyorum zülfü yare dokunuyorum ama acı gerçek budur…
Bunun sorumlusu kimler mi?
Öyle kaçmak yok ülküdaşım, sorumlusu, suçlusu SEN, BEN, BİZ YANİ HEPİMİZ!...
MASUM DEĞİLİZ HİÇ BİRİMİZ....