Bizim medeniyetimiz bir mesele hakkında konuşulurken, mümkün olduğu kadar, "farklılık zenginliktir" kodlarımızla değerlendirilmesi temel kabulümüzdür.
“TÜRK” bir ırk ismi olduğu gibi aynı zamanda Bir medeniyet kimliğidir. Bir geleneğin, törenin ve yaşam biçiminin sistemleşerek son kertede devlet hâline gelmesi ve cihân hâkimiyeti mefkûresiyle dünyâya nizâm getirmek amaçlı olarak 2230 yıl önce şekillenmesidir.
Bu durumda da Türk olabilmek için ırka ve kana gerek yoktur. Biz Türkler, bu doktrine Kâlû Belâ’dan beri âşığız. Türkiye Cumhûriyeti Devleti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir tanımı ulusun da adıdır. Burada "Türk". Siyâset biliminde “political nation” olarak tanımlanır. (Buna Fransız tipi ulus modeli) de deniliyor. Ama bence hepsinden önemlisi; Türk kendisini 5000 yıllık medeniyet yürüyüşünün parçası görmektir.
Bunun için atalarımız; Ölümden korktuğu için iman edenin imanı makbul değildir. Türk değildir. Savaştan kaçan Türk olmaz. Zâlime karşı mazlumun yanında olmayandan Türk olmaz. Ekmeğini paylaşmaktan, misâfir kabul etmeyenden birinden de Türk olmaz. Başkasının karısına kızına sarkıntılık edenden Türk olmaz. Yalan konuşan ve dürüst olmayandan da Türk olmaz. Kısaca biz bu gün Türk olma bilincimize zarar verdiğimiz için böyleyiz. Rahmetli Nihal Atsız diyor ki; "Yüz de yüz Türk Olduğun Gün Cihan Senindir".
Toplumumuza şöyle bir bakalım, Türklük Gurur ve Şuuru ve Maturidi İtikadi İman anlayışı nerede? Değerlendirmeyi sizlere bırakıyorum.
Kendi medeniyet kodlarımızdan ne kadar uzaklaştığımıza dair, bir başka örnek vermek gerekirse, tarladan İstanbul'a kadar getirdiği domatesleri, fiyat düşmesin diye denize döküp imhâ ediyorsa ben onun imânından şüphe ederim. Bu tür olaylara her zaman şâhit oluyoruz ve aynı durum çiftçiler için de geçerli. Bu işin üretim tarafı. Aracılara, komisyonculara falan hiç girmedim. Sonraki süreçten hiç söylemedim.
Zamanda kavramsallaşmış ve deneyleyerek tanımlamalarımız vardır. "Sana bir hal oldu deriz" bu sıradışılığı tanımlarken, tasavvuf geleneğinden beslenir. Yani bir yıldırım düşmesi anında ortamın anlık aydınlanmasına dayalı olarak her şeyin yerli yerince görülmesidir. Bir başka ifade ise "Sen oldun" kelimesidir. O insan içinde sabit bir ışığın yandığını her şeyi doğru yerde gördüğü anlamındadır. Bazen zıt anlamlarla tanımlamalar yapılır; “şiddetle tavsiye ediyorum” derseniz muhatabınız sizden şiddet beklemez. Bir şeyi ne kadar çok istekli tavsiye ettiğinizi anlar. İslâm’ı da şiddetle öğretmekten kasıt budur. Yoksa kelime anlamı “barış” olan “İslâm” ile gerçek anlamda şiddeti yan yana koymak cehâletin ta kendisidir. Bu kadar cehalet ise eğitimle olur deriz.
Bizim medeniyetimiz iki kanatlı bir kuş gibidir; bir kanadına Milleti, diğerine de muhabbetullahı Allaha sevgi temelli imanı alırız. Her ikisini düşünme ve davranış kalıbı olarak yaşarız, yaşatırız. Türk İslam medeniyetinin çocukları şadırvanda abdest alırken burnunu şiddetli bir tazyikle sümkürmemesi gerekir. Câmiye girerken veya çıkarken ayakkabısını yukarıdan aşağıya doğru pat diye bırakıp hem ortamı kirletmez.
Kısaca tapınma geleneği olmayan Türkler için, İslâm’ı tapınma dini olarak değil bir hayat tarzı olarak görüldüğü ve içselleştirildiğini unutmamak gerekir. İslâm güzel ahlâk dinidir. Edep dinidir. Edep de amelden üstündür. Alnını secdeden hiç kaldırmayan ama edepsiz olan birinin ibâdeti yok hükmündedir. Kur’an’da bu bize açıkça söylenmiştir.
Meseleyi şöyle de sorabiliriz, dinimizi en üst noktada temsil eden, yüzlerce yıl önceden Hz. Muhammet'in övgüsüne mazhar olan Padişahlar, Komutanlar çıkaran Türkleri üzecek bir şey yapmak doğru olmasa gerek. Bu açıdan değerlendirirsek, Hz. Peygamberimizin, soyuna (seyit ve şerif) diyerek, her türlü ayrıcalık tanıyan, hadisine ve sünnetine bağlı olan Türk Milleti yerilmeye değil, öyle sanıyorum övülmeye layıktır. Ne demek istediğim sanırım anlaşılmıştır.
Türklüğe hakaret etme akılsızlığında bulunanlar devşirme zihniyetine esir olanlardır.
Birilerinin bize bir şeyler öğretmesine gerek yok. İmamı Azam gibi, İmamı Maturidi gibi, Ahmet Yesevî’den İmamı Buhari, İmamı Tirmizi bu tarafa ne pirlerin erenlerin, Allah dostlarının bize bıraktıkları eserler vardır. Okuyup tefekkür etmemiz, öğrendiklerimizle de âmel etmemiz kâfidir. Bizim birey olarak sorumluluğumuz örnek bir Türk-Müslüman'ı olmak. Düşük olan standardımızı yükseltmek zorundayız. Zamana hükmedecek hale gelmemiz, tarihsel varoluşumuza uygun felsefe üretmemiz gerekir.
Dr. Abdullah BUKSUR
İnsan Hakları Eksperti
(İHAF) İnsan Hakları Avrasya Formu Gn. Sek.