Bu yazıyı yazma sebebim, önümüzdeki yıl Mart-Nisan aylarında yaşanması muhtemel anayasa referandumudur.
Ülkemizde yaşanan en önemli problemlerin başında siyaset yapıcılarla halkın arasında yaşanan kopukluk bulunmaktadır. Bir taraftan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi nedir, ne değildir, sorusunun cevabı Türk milletiyle yeterince paylaşılmadığı gibi, bir de muhalefetin dillendirdiği yine dünyada örnekleme yapılacak hiçbir misali olmayan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem.” Ha-bire konuşuluyor, “ama biz anlamayız, seçilmişler yani siyasetçiler bizim adımıza karar verecekleri için başlıklardan öte içerik paylaşılmıyor.”
Allah için soruyorum; toplumun hiçbir kesimi tarafından içeriğine vakıf olunmayan, bu başlıklar üzerinden sorun tanımlaması yapmak, yine yönetim sorununa başka bilinmedik, şu ana kadar “halka anlatmadıkları çözüm önermesi” yapanlar, ellerini vicdanına koyup düşünmelidir.
Bir tarafta dünyada uygulanan başkanlık sitemine göre, ihtiyaç ve taleplerimiz doğrultusun da rasyonelleştirilmiş bir “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” öte yanda “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”
Oysa toplum kendi medeniyetinin yönetim tecrübelerinden süzülüp gelen, sistemin merkezinde Türk milletinin olduğu, insanlığın ortak değerlerinden beslenen, demokratik kavramlar üzerinden içselleştirdiği, nimeti ve külfeti her alanda eşit paylaşmayı becermiş, sivil iradeyi yansıtan bir Anayasa talebi, herkesin bildiği toplumsal talep haline almıştır.
Bu talebin sağlıklı bir biçimde hayata geçirebilmesi için her şeyden önce temsili demokrasiyi sağlıklı çalıştırmamız gerekir. (Benim fikrim, dünyada yaşanan dijital teknolojik değişime bağlı olarak gelişmiş Blokcahein teknolojisi doğrudan demokrasiye imkan sağlamıştır. Bu değişimin rejimler ve sosyal ilişkiler üzerindeki etkileri ayrıca konuşulmalıdır.) Artık temsili demokraside yapılacak değişiklikler bu gerçeği göz önüne alınarak yapılmalıdır.
Biz hâlâ, “her seçmenin oyu, vatandaşlığın gereği olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin neresinde oyunu kullanırsa eşit olmalı.” talebimizi duyuramadık. Ülkemiz büyükşehirlerimizin dışında bir Milletvekili adayı 8 ila 10 bin oyla seçilirken, aynı seçim Konya'dan aday olan başka milletvekili 113 bin oyla seçilmektedir. Böyle bir seçim sistemine kargalar bile güler. Ancak bunu bize temsili demokrasi diye sunuyorlar. Bu adaletsizliğe bir an önce son verilmelidir.
Belki içinizde demokraside erkler ayrılığı çok önemli, neden seçim sisteminden girdiniz diye sorabilir. Bunun cevabı halkın iradesi yasamaya yansımadan ne yürütme, ne de yargı sağlıklı inşa edilemez. Yasamanın en önemli kurumu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi de ne sağlıklı yasa, ne de sağlıklı denetleme yapamaz.
Güçlendirilmiş sistemin en önemli özelliği, yürütmenin yani hükümetin parlamentodan çıkıyor olması mıdır? Bu durum hükümetin her aşamada parlamentoya ve onun güvenine muhtaç olduğu bir sistem ortaya çıkarmaktadır.
Yani yürütmenin yasama organı içinden çıktığı, yasama organına sorumlu olduğu, anayasal demokrasidir. Yasama ve yürütme ayrı, ayrı olması gerekirken iç içe geçmiştir. Bu durum çoğunluğun hükümet olduğu bir sistem olduğu için yasamanın yürütme üzerindeki denetimi de ortadan kalkmaktadır. Öte yandan yürütme (Hükümet) sadece parlamentoya değil, aynı zamanda sorumsuz ama yetkili cumhurbaşkanına karşıda sorumludur.
Parlamenter sistemde insanlar eşit olmayan oy gerçeği ile bir meclis seçmekte, bu meclis hükümeti belirlemektedir. Yani halk kendini yönetecek hükümete, hiçbir etkide bulunamıyor. Bu durum, halkın oy verip meclise soktuğu partinin kiminle nasıl bir ortaklığa gireceğini belirleyememektedir.
Başkanlık sisteminde ise; yasama ve yürütmenin kesin hatlarla birbirinden ayrıldığı ve meclisin denetleme konusunda etkinliği sağlandığında, problemler önemli oranda çözülecektir. Bir de buna yargı sisteminde seçilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin etkin olması sağlandığında, etkin, hesap verebilir, şeffaf bir sistem ortaya çıkabilir. Yani yasama kanun koymakla, yürütme bunu uygulamakla yükümlü olacaktır. Başkanlık sisteminde yürütme tek başlı olmakla birlikte, yasamanın meclis ve senato gibi iki yapılı modelleri de vardır.
Başkanlık sistemi demokrasi dışı bir yönetim biçimi olmamakla birlikte ülkemizde ciddi eksikleri var. Yasma-Yürütme-Yargı dediğimiz kuvvetler ayrılığı konusunda Anayasal değişiklere ihtiyaç vardır.
Gücünü ve kaynağını halkın verdiği yetkiden alan her sistem sağlıklıdır. Ancak başkanlık sisteminin bugün itibari ile hukuksal anlamda gerekli düzenlemelerin yapılmaması sonucu yürütme, güçlü ve denetlenemez hale gelmesi sonucunu doğurmuştur. Bu durum antidemokratik ve hukuk dışı davranışlara neden olmaktadır.
*Başka Bir Çözüm Var mı?
Yarı başkanlık.
Bugün var olan yönetim sistemi ile geçmişte tecrübe ettiğimiz parlamenter sistemden farklı olarak “Yarı Başkanlık Sistemi” diye adlandırılan; her iki sistemde var olan, erkler ayrılında güçlerin ne derece birbirinden ayrılacağı tartışmasına çözüm niteliğindedir. Şu anda Fransa'da uygulanmakla birlikte bu temel probleme çözüm olarak gelişmiştir. Yani Parlamenter sistemin ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin olumsuz yönlerinden uzak durarak, her iki sistemin avantajlarını kullanmayı hedefleyen bir sistemsel bakıştır.
Bir taraftan iki başlı yürütme sistemini içerirken aynı zamanda güçlerin rekabetinden söz edilebilir. Bu rekabet aynı zamanda iş birliğini zorunlu kılar. Böylece yetki paylaşımı kendiliğinden ortaya çıkar. Ülkelerin siyasi hayatında kapmaların çatışmasından kolay, kolay söz edilemez. Belli bir süre için seçilen Başkan, siyasi partiler kaynaklı yaşanacak bir yönetim istikrarsızlığına karşı, yönetim de istikrarı ve meşruiyeti demokrasi dışı yöntemlere baş vurmadan sağlama imkanına sahiptir.
Doğal olarak seçilmiş başkanlar da kendisini olağan dışı görme eylimi görülebilir. Buna hukuksal zeminde önlem alınmalıdır. Aynı problem Başkanlık sistemi için de geçerlidir. Buna göre önlem alınmalıdır.
İki başlı yürütmenin yol açabileceği iki başlılığa karşı yetki paylaşımı açık ve net olarak tarif edilmeli. Aksi takdirde işlerin yavaşlamasına ve gecikmesine neden olacak durumlar ortaya çıkabilir. Başkan ve başbakanın farklı partilerden olması durumunda çıkacak sorunlar da düşünülmelidir. Siyasi farklılıklara ve parlamentoda oluşan parçalı yapılara karşı, yürütmenin işlevine olumsuz etki etmesi engelleyecek düzenlemeler yapılmalıdır.
Nasıl Bir Sistem?
Toplumsal mutabakatın sağlanması, Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkıcılıktan uzak tutulabilmesi için zamanın, ihtiyaç ve taleplerini karşılanabilmesi, muasır medeniyetin üstüne çıkılabilmesi gayesiyle bütün tarafların, gelecekte nasıl bir Türkiye'de yaşamak istediklerini kamuoyu ile paylaşması gereklidir.
Millet vicdanını rahatsız eden, kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklara Türk milletinin geleceğini ipotek altına almaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Türk milletinin yaşadığı tecrübeler, sorunlarının tespitine ve çözüm yolları bulmaya yeterlidir. Yaşanacak tartışmaların katkı sunan nitelikte olması, yıkıcı nitelikten uzak olması çok önemlidir.
Bizim medeniyetimiz farklılıkları zenginlik olarak gören bir altlığa sahiptir. Ötekileştirilmediğimiz sürecek hiç kimseye öteki muamelesi yapmayız. Biz sadece varlığımızı değil, bazen de yokluğu paylaşmak içinde kapımızı açarız.
Ülkemizi siyasal sistemi anlamsız tartışmalara sokarak, toplumsal barışımızı sıkıntıya sokmak isteyen anlayışlar dün olduğu gibi bu günde vardır. Muhtemelen yarın da olacaktır. Buna karşı milli bir mutabakat sağlayarak, omuz omuza ülkemizin geleceğe taşımak zorundayız.
Dünyanın bilinenlerinin tecrübe olarak rafa kaldırıldığı günümüzde, zamanın ruhuna uygun ortak bir akılla, başta eğitim olmak üzere, gelecek vizyonumuzu ortaya koyacak bir toplumsal mutabakat belgesi olarak, Anayasa yapmalıyız.
Yapılacak sistem önermeleri, rasyonel olmalı, toplumsal bütünlüğe zarar verici nitelikte olmamalı, diyalogla yapılmalı, dar kadrolarla yapılmamalı, yapılanlarla ilgili toplum bilgilendirilmeli, çalışmalara bütün disiplinlerden yetkin insanların katılımı sağlanarak müzakere edilmeli, yasamanın ve yürütmenin görevleri, sistemsel etkileşimleri iyi analiz edilmeli, devletin sağlıklı işlemesi için Yasama Yürütme Yargı konusunda birinin diğerine tahakküm kurmasına asla izin verilmemeli. Devlette görev alacak insanların liyakatsizlik ve akraba-eş dost-partili anlayışından uzak tutulması, işi ehline verme düsturuna bağlı kalınması sağlanmalıdır.
Türkiye’nin yüz yıl önce olduğu gibi emperyalist devletleri işgal planlarının havada uçuştuğu şu günlerde, ülkemizi ekonomik, diplomatik ve siyasi olarak zora sokmak isteyenlere karşı, dün olduğu gibi bu gün de bütün mazlum milletler adına egemenlik haklarımızı koruyacak aklı ve duruşu ortaya koymalıyız.
Ülkemizin karar verme mekanizmalarda görev yapan insanlarımız, siyasi mülahazalarla değil, sorun çözmeye odaklı, rasyonel, görev merkezli, ülke menfaatleri temelli, vatandaş odaklı, vatandaşın hak ve özgürlüklerini koruyacak, vatandaşların sorunlarını çözümsüz hale getirmeden, demokratik kurumları işin içine katarak, kurallara uygun bir biçimde çalışacak bir devlet aygıtı oluşturmalıyız.
Bunu yaparken İnsan Haklarını etnik, ideolojik, dini kıskaçlara sokmadan, terörle ve teröriste dair bakış tanımlanarak, herkes için Adalet, herkes için Hürriyet, düsturundan ayrılmadan, Hukuki, Ekonomik ve Sosyal altyapı eksiklikleri, Yargı'da yaşanan problemlerde göz önüne alınarak giderilmelidir.
Her şeye rağmen; insanımızın, yüksek teknolojik ürünlerde yerlilik oranımızı yukarılara taşıması, bölge, sektör ve proje bazlı teşvikler verilmesi, Vergi sisteminin sabir gelirler üzerine oturtulmasından vaz geçilmesi, İstihdam konusuna çözüm üretilmediği durumda insanlara geçinebilecekleri işsizlik maaşı verilmesi, Devlete güven artırıcı, devlet vatandaş ilişkisinde karşılıklı güveni inşa edecek bir program uygulanması, bunun ekonomi başta olmak üzere her alanda olumlu çıktıları görülecektir.
Temel hak ve özgürlükleri teminat altına alınmış, hukun üstünlüğüne dayalı, herkesin hesap verdiği şeffaf bir demokratik düzen, uluslararası ilişkilerimizde de ön açıcı olacaktır. Vatandaşımızın ve ülkemize yatırım yapanların, canından malından emin olduğu bir Türkiye profili, toplumsal bütünlüğümüze de katkı verecektir.
Hz. Mevlana’nın sözleri ile; “Düne ait ne varsa dünle birlikte gitti Cancağızım. Bu gün yeni şeyler söylemek lazım” sözleri bize bu gün de yol göstericidir. Dünyanın dijital sistem temelli yazılım ve donanımda yaşadıkları, hayatın her alanını; üretimden, eğitime, sağlığa, ulaşıma, finansa, bireysel, toplumsal düşünme ve davranış biçimimizi etkilemiştir. Bir süre sonra içyapımızı ve uluslararası, ulus üstü sermaye yapılarıyla ilişkilerimiz de etkin olacak. Haydi, beyler, bayanlar bir şey söyleyin de dünya duysun. Ama önce bizim medeniyetimizin çocukları duysun.
Son söz yaşanacak Anayasa referandumu ülkemiz demokrasisi için güzelliklere vesile olsun.
Dr. Abdullah BUKSUR
İnsan Hakları Eksperti
(İHAF) İnsan Hakları Avrasya Formu Gn. Sek.