Yaşadığımız son yüzyılda özellikle 2000’li yılların başından itibaren dünyanın birçok coğrafyasında yaşanan politik iklimin etkisiyle tekrar canlanan ve etki alanı genişleyen milletçilik nedir, nereden doğdu, hangi yollardan geçti, ulus devletlerin kurulmasını nasıl sağladı ve günümüz dünyasında nasıl büyüdü sorularına cevap yazmak çok da kolay olmasa gerek. Önce milliyetçilik kavramını farklı bakış acılarıyla farklı yazarların ve ilim adamların tanımlamalarından başlamak gerekir. Milliyetçilik belirli bir milletin çıkarlarını, özellikle egemenliğini ve özyönetimini kazanmayı, daha sonra bunu ilelebet sürdürmeyi amaçlayan ideolojik fikir hareketi.[1] Milliyetçilik Kavramı Anthony D. Smith‘e göre, çağın ruhunu yansıtmaktadır ve daha eski sembol ve fikirlerle de bağlı anlatıdır.[2] Ernest Gellner ise, mevcut kültürün gerisine gidip ondan bir ulus yaratma, geçmiş bir kültürü bugünden keşfetme ve kurma eylemi olarak tanımlamıştır.[3] Eric Hobsbawm ise ulusun oluşum sürecine değinerek üç yöntemden bahsetmiştir. Bunlar; devlet eliyle yürütülen merkezi ve yaygın eğitim, devlet ve toplumu bütünleştiren kitlesel törenler ve ulusal anıtlar etrafında örülen sembolik birliklerdir. Benedict Anderson'a göre milletler "hayali cemaatlerdir." Yani sonradan üretilmiş olgulardır. Millet miti toplumlar tarafından matbuat yoluyla sonradan oluşturulmuştur.[4] Aynı toprak parçası üstünde yaşayan insanların millet olması için ilk şart, ortak bir geçmişe, kader birliğine, ortak bir gelecek hedefine sahip olmaktır. Bu, en tutarlı ve geçerli görüştür. Milliyet bağı böylece maddi olmaktan çok manevi bir ilişkidir. Bu görüşü benimseyen Atatürk, milleti şöyle tanımlamaktadır: Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için "zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya" ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. Gene Atatürk'e göre, bu şartların doğal sonucu, ortak milli bir düşünce, ideal ve en önemlisi ortak dilin ortaya çıkmasıdır. Gerçi dil birliği millet olmanın baş şartı değildir ama insanları düşünce, ruh ve kültür açısından birbirine bağlayan ana dilin, pek çok millette tek olduğunu da unutmamak gerekir. Görülüyor ki, Atatürk, Türk milletini ırk veya din esası üzerine oturtmamıştır. Zaten akılcı bir yaklaşımla buna imkân da yoktur, özellikle Anadolu'daki Türk toplulukları başka ırklarla, yüzlerce yıldan beri kaynaşmış durumdadırlar. Anadolu'nun uygarlıkları birbirine bağlayan bir bağ olması bu sonucu doğurmuştur. Atatürk'ün millet anlayışı akılcı ve insancıldır. Atatürk'e göre bir milleti başka milletlerden ayıran nitelikler vardır. Her millet kendi yetenekleri, kültürü ve imkânları çerçevesinde kendini diğerlerine kabul ettirmek ve mutlu yaşamak zorundadır, işte bir milletin bireylerinin bu biçimdeki davranışları milliyetçiliktir. Türk milliyetçiliğinin amacı, Türk'ün her alanda yükselmesi, yücelmesidir.[5] Milliyetçilik kavram olarak ilk kez 1774 yılında Johann Herder tarafından kullanılmıştır. Dünyada modern milliyetçi düşüncesi 1789-1799 Fransız Devrimi'nin fikirlerinden doğmuştur. Avrupa tarihindeki ilk milliyetçi hareketlere, I. Napolyon istilası (1804-1815) altındaki Almanya'da rastlanır. Aynı yıllarda, Rus işgalindeki Polonya'da güçlü bir milliyetçi akım doğdu. 1821'de Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklanan Yunanistan, Avrupa'nın milliyetçi çevrelerinde çok heyecanlı destek buldu. 1848'de Avusturya İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Macarlar, daha sonra Çekler ve Sırplar, milliyetçilik akımını Orta Avrupa'ya taşıdılar. 1860-1870 yılları arasında gerçekleşen İtalya birliği, devrimci milliyetçiliğin en büyük zaferlerinden biri olarak algılandı. 1870'lerde Rusya'da doğan Pan-Slavizm akımı, yayılmacı milliyetçiliğin ilk örneklerinden biri idi. Avrupa’da parçalanmış feodal yapılardan mutlak monarşilere geçiş aşamasıyla belirginleşmeye başlayan kimlik homojenleşmesi ve Fransız İhtilâli’nden sonra bir bakıma ulus olgusu ile devletin aynîleşmesi biçiminde olarak ortaya çıkan yeni devlet örgütlenmesi daha önceki feodal, dinî ya da imparatorluk idealleri etrafında teşekkül eden siyasal yapılanmalardan farklı bir oluşumdu. Bu yeni oluşum, bir yandan halkı egemenliğin kaynağı şeklinde tanımlayarak din veya hânedan kaynaklı iktidar haklarını devre dışı bırakırken öte yandan her ulusun kendi devlet örgütlenmesini gerçekleştirmesi anlayışını doğurdu. XIX. yüzyılın hâkim siyasal akımı olan bu gelişme neticesinde son iki yüzyılda 100’den fazla yeni ulus-devlet kurularak geleneksel yapılanmalar parçalandı. XX. yüzyılda da yeni “mikro milliyetçilik”ler belirdi. Milliyetçilik, Osmanlı Devleti’nin Müslüman unsurları arasında XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gelişmeye başlayan siyasî-fikrî düşünce akımları içerisinde en geç ortaya çıkanıdır. Bu akım, Batı’daki örneklerinin aksine bir kısım Müslüman tebaanın mevcut devlet yapılanmasından ayrılıp kendi devletlerini oluşturma arzularının sonucu değil, farklı iç ve dış dinamiklerin etkisiyle parçalanma ihtimali beliren bir yapının tebaasını meydana getiren nispeten farklı kimliklerin yeni şartlar altında varlıklarını ve bağımsızlıklarını devam ettirmek istemeleri şeklinde değerlendirilmelidir. Bu çerçevede siyasî-felsefî anlamda bir Türk milliyetçiliği hareketinden bahsedilebilmesi ancak XX. yüzyıl başlarına ait bir keyfiyet olmakla birlikte buna zemin hazırlayan gelişmeler XIX. yüzyılın ikinci yarısına aittir ve öncelikle dil ve kültür ağırlıklı bir Türklük bilinci oluşturmaya yöneliktir. Müslümanların dinî inanç ve farklılıklar dışındaki kültürel unsurlar bakımından beraber yaşadığı insanlarla aynı özelliklere sahip bulunduğu Hindistan ve Uzakdoğu coğrafyalarında Pakistanlı, Endonezyalı veya Malay gibi kimliklerin oluşumunda belirgin temel şüphesiz İslâm’dır. Benzer bir durum Bosna’da Boşnaklar açısından da geçerlidir. Aynı şekilde kısmen Arnavutluk hariç Balkanlar’daki Müslüman Makedon ve Kosovalılar arasında gelişen hareketler de Sırp ve Makedon milliyetçiliğine karşı Osmanlı-İslâm ekseninde sergilenen bir direniş özelliği taşır.[6] Milliyetçilik, politik ekonominin etkisi altındadır. O zaman dünyada hakim olan kapitalist ekonomi sisteminin ürünü milliyetçiliktir. Bu ürün kapitalist sistemin dengesiz, adil ve eşit olmayan paylaşımları sonucunda meydana gelmiştir. Gelişmiş ülkeler ve gelişmemiş ülkelerdeki gelişmişlik makasının ağzını daha fazla açan, zengini daha zengin fakiri daha fakir yapan kapitalist ekonomi sonucunda gelişmemiş ülkelerin seçkinleri bu düşük olan gelişmişlik düzeyini olumlu yönde arttırmak ve halklarının bu konuda sözcüsü olmak için işi kendi üstlerine almışlardır. Milliyetçilik bu süreç içerisinde amacı ulaşmada danıştıkları bir güç olmuştur. Kapitalist sistemin getirdiği adil olmayan gelir dağılımı, eşit olmayan kalkınma vs. gelişmemiş ülkelerde gelişmiş ülkelere karşı saldırgan milliyetçiliğin ortaya çıkmasına neden olmuştur.[7] Dur durak bilmeyen milliyetçilik akımının etkisi ve I. Dünya Savaşı’nın neden-sonuç ilişkilerini yeniden hesaplayanların istekleri neticesinde başlayan II. Dünya Savaşı'nın sona ermesinden sonraki 25 yılda 66 yeni devlet ortaya çıktı. Türkiye’deki milliyetçilik anlayışı Cumhuriyet’in ilk yıllarında millet öznesi etnik değil kültürel esaslıdır ve bir bakıma Tanzimat’ın bütün tebaayı Osmanlı kimliği altında birleştirme projesinin benzeri olarak Cumhuriyet de Türkiye sınırları içerisinde kalan bütün Müslüman tebaayı Türk üst kimliği altında toplamayı hedeflemiştir. Son yarım asırda iletişim ağı ile birlikte eğitim alanında yapılan büyük yatırımlar yeni bir eğitimli kesimin oluşmasına sebep olmuş bu oluşumda beraberinde ulusal kültür ihtiyacını doğurmuştur. Ortaya çıkan bu ulusal kültür bilinç ise milliyetçiliğin ortaya çıkmasına sebep olduğu gibi aynı zamanda etnik milletlerin bazı temel isteklerinin ortaya çıkarmıştır. Milliyetçilik yaşadığımız yüzyılda da toplumsal, sosyal ve siyasi kültürel dünyamızın aktörü olmaya devam edecek ve her birimizin hayatlarına bir şekilde dokunmayı sürdürecektir. Devlet idarecilerinin üzerine düşen en büyük görev milliyetçiliği ırkçılık ile bir tutmaması gerektiğine odaklanmalarıdır. Çünkü ırkçı temeller üzerine kurulu milliyetçiliğin yıllardır doğurduğu acılar, yıkımlar ve hayal kırıklıkları dünyanın her ülkesi yaşamış maalesef birçoğu halen yaşamaktadır. Yaşadığımız yüzyılda görünen o ki tarihin; bölücü, dışlayıcı, katı, saldırgan ve yıkıcı bir milliyetçilikle yeniden yazılmasının olasılığı oldukça yüksektir. En büyük temennimiz yer kürenin tüm insanlığa yetecek büyüklükte olduğuna idrak ederek barış ve huzur içinde yaşamaktır.
Dr.İmbat MUĞLU
[1] Smith, Anthony. Nationalism: Theory, Ideology, History. Polity, 2010. pp. 9, 25–30; James, Paul (1996). Nation Formation: Towards a Theory of Abstract Community. Londra: Sage Publications. 6 Ekim 2021 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 20 Mayıs 2023
[2] A. D. Smith, ‘Milliyetçilik ve Kültürel Kimlik’, (Millî Kimlik), Türkiye Günlüğü, Mart-Nisan 1998, s. 76.
[3] E. J. Hobsbawm, Nations and Nationalism Since 1780, Cambridge, Cambridge University Press, 1990, s.77-78.
[4] E. Gellner, Nations and Nationalism, Oxford, Oxford University Press, 1983, s. 48-49.
[5] Milliyetcilik - Millî Eğitim Bakanlığı (meb.gov.tr)
[6] MİLLİYETÇİLİK - TDV İslâm Ansiklopedisi (islamansiklopedisi.org.tr)
[7] Sönmez Selçuk, S. (2012). Dünden Bugüne Milliyetçilik: Küresel Dünyada Yükselen Sesler, Anadolu Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi,12(3),121-123.