Sizlere küçük bir anımı anlatmak istiyorum.
Bir zamanlar kütüphanelerde, heyecan ve mutlulukla araştırmalar yapılırdı. O günlerde arkadaşlarımla kütüphaneye gider, çalışacak yer bulduğumuza da sevinirdik. Zira başka türlü ödevimizi yapmamız mümkün olmazdı.
Günün birinde yine kütüphaneye gittik. Tarih dersi ödevimiz, Mustafa Kemal Atatürk'ün yaptığı yenilikleri ve bu yeniliklerin günümüze nasıl ışık tuttuğunu araştırmaktı.
Aldığımız tarih kokan kitaplardan heyecanla araştırma yapıyor, bir yandan okurken diğer yandan not alıyorduk. Hepimiz, en yüksek notu kim alacak diye de heyecan içindeydik.
Eğitim alanında yapılan yenilikleri ben araştırıyordum. Bu yeniliklerden biri de harf inkılabıydı.
“Binlerce yıldan beri var olan dilimiz Türkçe, tarih içinde değişik alfabelerle yazıldı ve okundu. Göktürk, Uygur, Kril ve Arap alfabeleri, Türk devletleri tarafından resmî alfabe olarak benimsendi ve Türkçe bu alfabelerin harfleriyle yazıldı. Fakat hiçbir alfabe, Türk dilinin zenginliğini ifade etmeye yetecek gücü kendinde bulamadı.
Harf İnkılabı’na kadar olan zaman dilimi içerisinde, bin yıl kadar bir süre Arap harfleri kullanılmıştı. Dini ve coğrafi olarak bütünlük içerisinde olduğumuz Arap ve Fars kültürleri, Türkçe üzerinde belirgin bir hakimiyet kurmuşlardı. Bu hakimiyet neticesinde Türkçe, Arapça ve Farsça sözcüklerin istilasına uğradı. Bu sözcükler Türkçenin ifade gücünü zenginleştirirken; Arap harfleriyle yazma zorunluluğu, bazı Türkçe sözcüklerin telaffuzunda ciddi sıkıntılar meydana getiriyordu. Kelimeler yazıldığı gibi okunamıyor, okunduğu gibi yazılamıyordu. Var olduğu günden bugüne fonetik bir imlaya sahip olan Türkçe bunu kabullenemiyor, halk kabullenemiyordu.”
Atatürk, 1926 yılından beri yaptırdığı araştırmaların sonucunda artık kullanılmakta olan Arap Alfabesi’nin zorluğuna karşın Latin Alfabesi’nin Türkçe’ye daha uygun bir lisan olduğu kanaatine varmıştı.
Araştırmalarım sırasında Mustafa Kemal Paşa’nın harf inkılabı hakkında bir anektodunu da keşfetmiştim:
9 Ağustos 1928 - Atatürk o gün, harf inkılabını gerçekleştirmek için hazırlık yapan Harf komisyon başkanı Falih Rıfkı Atay'la Dolmabahçe'de çalışıyordu.
Her eski harfin, yeni alfabedeki karşılığının ne olması gerektiği üzerinde konuşuyorlardı. Çalışmanın sonuna doğru Atatürk,
"Çocuk, bugün iki yere çağırıldık, “dedi. Önce Sarayburnu'nda bir halk eğlencesi, sonra Büyükada'da bir davet var."
Birlikte Sarayburnu'ndaki halk eğlencesine gittiklerinde coşkuyla karşılandılar. Kendisine ayrılan yere oturan Atatürk, eğlenceyi bir süre izledikten sonra yanındakilere dönüp;
"Kimde defter var ?" diye sordu.
Bir defter bulunup getirildi. Atatürk deftere bir şeyler yazdıktan sonra sayfaları defterden kopartıp, Falih Rıfkı'ya uzatarak.
"Kimseye göstermeden bunlara göz gezdir, sana okutacağım ,"dedi.
Falih Rıfkı baktı, yeni alfabeyle yazılmış satırlardı bunlar; içinden okuduktan sonra Atatürk'e geri verdi. Kağıtları alan Mustafa Kemal Paşa halkı selamlayarak konuşmaya başladı.
"Sevgili arkadaşlarım, yanınızda ne kadar mutlu olduğumu anlatamam... Sevinçliyim, duygulandım, mutluyum, bu durumun bana esinlediği duyuşları karşınızda ufak notlar halinde saptadım. Bunları içinizden bir yurttaşa okutturacağım...
Kim okumak ister ?"
Koşarak bir delikanlı geldi ve kağıtları aldı. Derin bir soluk alıp, okumak için elindeki kağıtlara baktı...
Yeniden baktı... Hayır, okuyamıyordu. Harfleri tanıyamıyordu çünkü...
Atatürk, hemen araya girdi:
"Yurttaşlar, bu notlarım asıl, gerçek Türk harfleri ile yazılmıştır.
Kardeşiniz bunu hemen okumaya girişti; birdenbire okuyamadı biraz çalıştıktan sonra kuşkusuz okuyabilir. İsterim ki, bunu hepiniz beş, on gün içinde öğrenesiniz...
Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerimizi kabul ediyoruz.
Bizim güzel, uyumlu, zengin dilimiz yeni Türk Harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafamızı demir bir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak ve bunu anlamak zorundayız. Anladığımızın izlerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır.
Buna kesinlikle inanıyorum...
Yeni Türk alfabesiyle yazdığım bu notları bir arkadaşa okutacağım, dinleyiniz."
Atatürk, kağıtları delikanlıdan alıp, Falih Rıfkı Atay'a uzattı.
Falih Rıfkı Türkçe Alfabe harfleriyle yazılan bu yazıyı yüksek sesle halka okumaya başladı. Atay'ın okuduğu kâğıtta Atatürk önce halk ile birlikte bulunmaktan aldığı büyük gücü açıklıyor; sonra, bir başka inkılap atılışını ortaya koyuyordu. Büyük bir alkış tufanıyla karşılanan bu satırlar, Türkçe harflerle yazılıp, doğrudan halka okunan ilk söylev oldu.
Notlar okunduktan sonra…
Atatürk yeniden ayağa kalkarak konuşmaya başlamış, şunları söylemişti:
“Çok işler yapılmıştır. Ama bugün yapmak zorunda olduğumuz, son değil, lâkin çok gerekli bir iş daha vardır: Yeni harfler çabuk öğrenilmelidir.
Türk harflerini her yurttaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu yurtseverlik ve ulusseverlik ödevi biliniz. Bu ödevi yaparken düşününüz ki, bir ulusun bir toplumun yüzde onu, yirmisi okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olarak utanmak gerektir. Bu ulus utanmak için yaratılmış bir ulus değildir.
Övünmek için yaratılmış, tarihi övünçlerle doldurmuş bir ulustur. Fakat ulusun yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu yanlış bizde değildir. Türkün karakterini anlamayarak kafasını
birtakım zincirlerle saranlarındır. Artık geçmişin yanlışlarını kökünden temizlemek zamanındayız. Yanlışları kökünden temizleyeceğiz. Yanlışların düzeltilmesinde bütün yurttaşların çalışmasını isterim. En çok bir yıl, iki yıl içinde bütün Türk toplumu yeni harfleri öğreneceklerdir.
Ulusumuz yazısıyla, kafasıyla bütün uygarlık dünyasının yanında olduğunu gösterecektir,” diyerek sözlerini sonlandırdı.
O günden sonra bütün Türkiye büyük bir derslik, Mustafa Kemal Atatürk de Türkçe Alfabenin öğretmeni oldu.
O gün yaptığım bu araştırma, hem iyi bir not almamı; hem de bugünlere nasıl geldiğimizi, milli birlik ve beraberliğin sonunda dünyanın saygı duyduğu bir Türkçe’ye kavuşmamızın zahmetlerini bir kez daha anlamamı, anlatmamı sağladı.
O günden bu yana çok zaman geçti. Ben anladım ve anlatıyorum; lakin şimdilerde bu gerçeği unutan öyle cahiller var ki. Unutulan bir diğer gerçek, sadece dil alanında değil bir çok alanda büyük emeğe sahip Mustafa Kemal Atatürk’ün hakkının ödenemeyecek kadar çok olduğudur. Asrın, gelmiş ve gelecek nesillerin, O’nu görmeden sevebilen herkesin idrak ettiği gerçek ise; bencillikten uzak, herkes adına yapılan yeniliklerin mimarının Atatürk olduğudur. Atatürk’e duyulan sevgi, saygı ve bağlılık hiçbir engel tanımadan devam edecektir. Atatürk’ün varlığından rahatsız olan zihniyetler bilmelidir ki, onlar bu sevgi ve saygıya asla engel olamayacaklardır.
Kıymetli Baş Komutanım Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü saygı ve minnetle anıyorum…