Ne yapsak anlatamıyoruz dolayısıyla anlaşamıyoruz. Biz Lider muhaliflik adı altında istenen paradigma değişikliğinin Davadan uzaklaşma olduğunu söylüyoruz, Özünden ayrılma olduğunu söylüyoruz; fakat karşı tarafta olanlardan bir ses geliyor, 'Bu Devlet Bahçeli'yle olmaz. Oylarımız gittikçe düşüyor. Yüzde 5'in altına düşeceğiz' Buradan da anlaşılıyor ki, birbirimizi dinlemiyoruz. Paradigma değişimcileri, vatan, millet, bayrak gerçeğini anlamak istemiyorlar. Mevcut iktidar gibi, diğer partiler gibi amaca giden her yol mubah anlayışını düstur edinmişler ve ettirmişler, iktidar da iktidar şarkısı söylüyorlar.
1980 öncesinin karanlık dönemini anlatan bir yazıya ulaştım facebooktan, olayın doğruluğunu da bildiğim için sizinle paylaşmak, o günlere götürmek istedim. Bu memleketin öz çocuklarının kızıl katillerin tetiklerine terk edildiği, Ankara'nın meşhur soğuklarının yeni başladığı günlerden biriydi… Takvim yapraklarının 23 Kasım 1970'i gösterdiği bulutlu bir Cuma günüydü. Erkek Teknik Yüksek Öğretmen Okulunun etrafı sayıları yüzü aşkın polislerle çevriliydi. İki gündür kayıp olan Ertuğrul Dursun Önkuzu'dan haber alamayan arkadaşları onu ararken okula bakmaya gelir de, kızıl katillerin işleri yarıda kalır diye, İçişleri Bakanlığının emriyle nöbet tutuyorlardı… Okula kimse alınmıyordu. İçeride ise ertesi gün gazete okuyanların hayrete düşüp tekrar tekrar okuyacakları, inanılması güç ve örneğine daha önceden rastlanılmamış türden bir vahşet ve sadizm yaşanıyordu.
Önkuzu, kurulan sözde halk mahkemesinde yargılamış, suçu "hainlik" cezası "ölüm" olarak belirlenmişti. "Bu ölüm diğerlerine hiç benzememeli" diye konuşuyordu kendi aralarında polisin sırt verdiği katiller…
Biri bir köşeye oturmuş, komünist üstadlarından birinin yazdığı "işkence nasıl yapılır" kitabını yüksek sesle okuyor, diğerleri ise özenle tatbik ediyordu.
Önce yere yatırılan Önkuzu'nun ayak kemiklerini kırmaya başladılar, üzerine çıkıp iyice çiğnediler ve dizine kadar olan kısmı iyice ezdiler. Bacaklarla olan işleri bitmişti!..
Kitaptan yeni bir sayfa çevirdi nasipsiz eller ve jileti eline aldı bir diğer katil. Rast gele jilet atmaya başladı Önkuzu'nun vücuduna…
Vücudu kân revan içinde kaldı Önkuzu'nun… Kitaptan yeni sayfalar çevrildi… Ellerine aldıkları makasla etlerini doğramaya çalıştılar bu defa… Vücudu iyice morardı…
Sonra tekrar jiletlediler Önkuzu'nun bedenini… Akan kanların üzerine avuç avuç tuz bastılar…
Dayanamadı acıya, bayıldı…
İnsanlıktan hiçbir nasipleri olmadıklarını ispatlarcasına işkenceye devam eden kızıl katiller, insanlık tarihinin en sadist cinayetlerinden birini işlemek için var güçleriyle uğraşıyordu… Lâkin yorulmuşlardı(!), dinlenmeye çekildiler kısa bir süre.
Birkaç saat sonra Önkuzu ayılınca, yeni bir sayfa çevrildi kitaptan… Ağzına bir hortum yerleştirdiler. Elleri ve ayakları bağlıydı… Yarı baygındı, çok susamıştı. Kim bilir, belki de su verilecek sanmış, bu sebepten kafasını uzatmış ve hiç itiraz etmeden dudaklarını açmıştı.
Nerden bilecekti ki hortumun bisiklet pompasına bağlı olduğunu?
Sırayla şişirdiler… Önkuzu'nun ciğerleri patladı…
Kapının önünde Önkuzu'yu arayan milliyetçilerin okula girişini engellemek için bekleyen -ve bir anlamda cinayetin rahatça işlenmesi için nöbet tutan- polislerin önüne cansız bedeni üçüncü katın penceresinden atıldı…
Süleyman Demirel'in, İsmet İnönü'nün, İçişleri bakanının, polis şeflerinin, kuzeydeki Komünist dostlarımızın ve nesebi belirsiz satılmış uşakların isteği yerine gelmiş; el birliği ile Ertuğrul Dursun Önkuzu'nun canına kıyılmıştı.
O, babasına "Altmış yaşına gelip ölmektense, Türk milleti uğruna yirmi yaşında ölmeyi tercih ederim" demişti bir gün… Dediği gibi de oldu. Yirmi iki yaşında, o çok sevdiği milleti uğruna işkence altında canını verdi.
Verdiği söz, sözümüz; gittiği yol, yolumuz ve bıraktığı emanet şerefimizdir!
(Abdullah Kılavuz'dan alınmıştır-yüreğine sağlık)
Bu yiğit delikanlı, türlü işkencelerle canını teslim ederken son nefesinde Kelime-i Şehadet getiriyordu, değişim algısına kapılıp iktidar iktidar diye bağırmıyordu. Biz bunları nasıl unutabiliriz. Nasıl kendi istikbalimizin derdine düşeriz.
Bütün bu yaşanmışlıkları nasıl unuturuz? Bunları unutturarak bizleri nefsimizin peşinden koşturtmak isteyenlere, unutursak kanımız kurusun diyoruz.
"Müminler içinde Allah'a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de şehitliği beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde sözlerini değiştirmemişlerdir. (Azhab/23)
Ayeti yerindeyken, paradigma değişmesiyle değiştirilmek istenen nedir? Dinler arası diyaloga onay veren bu paradigma değişimciliğine dur demeliyiz! Milliyetçi Ülkücüler hala verdikleri söz üzerine, tüm Türklük düşmanlarına karşı aynı noktada durmaktadırlar.
Sağlıcakla kalın!
Fikri ATILBAZ