Güzel bir Ağustos günü , dilimde, ‘’çırpınırdı Karadeniz, bakıp Türk’ün bayrağına……’’ türküsü, yürüyorum ay ışığı altında. İçimdeki mutluluk ve huzurla. Yürüyorum; ömür boyunca hayalini kurduğum yarınlarıma…
Merhaba mazlumun umudu, zalimin korkusu… Merhaba Peygamberin duasına giren, o kutlu komutan… Merhaba tarihi boyunca, sürekli hedef tahtasında olan Türkiye’m…
Her dönemde olduğu gibi, son günlerde de, herkesin gözü senin üzerinde ve herkes seni konuşuyor. fakat hiç kimse, ‘’nasılsın’’ diye sormuyor sana. İşte şimdi ben sana soruyorum; “Aziz vatanım Türkiye’m, nasılsın?’’
“Şaşkınım… Hem de çok ama çok şaşkınım.’’ dedi, sözlerine başlar iken Türkiye. “arkama dönüp baktığımda kendimi tanıyamıyorum. Neredeyse bir asırdır. Özüm ile sözüm ile esaret altındaydım. Esaret yıllarımda da söyleyecek çok sözüm vardı, fakat hiç bir şekilde konuşamıyordum . O zamanda, tüm dünyaya kafa tutacak kadar güçlüydüm, fakat narkozluydum sanki, kuvvetimi istediğim gibi kullanamıyordum. O zamanda, mazlumlara yapılanı görüyor, yapılanı duyuyordum, fakat ancak kendime yetiyordum. Ama geleceğe dair, her zaman bir güçlü umut vardı içimde.’’
Şimdi öyle değil misin?
“Değilim!’’ dedi, biraz mutlu, biraz huzurlu ve biraz gururlu Türkiye… “Değilim çünkü; 75-80 yıl boyunca süren narkozun etkisi, yavaş yavaş geçiyor. Değilim çünkü; uzun yıllardır uyuyan milletim, kutlu bir uyanış yaşıyor. Değilim çünkü; elimden alınan özgüvenim, yeniden yükleniyor. Karadeniz'de, doğalgaz bulunuyor. Akdeniz’de, ben olmadan bir düzen kurulamıyor. Libya’da, Suriye’de ben olmadan bir düzen kurulamıyor. Benim bayrağımın gölgesi, bir gün mutlaka, tüm dünyaya yayılacak…’’ şeklinde son veriyor…
Bende al bayrağın gölgesinde son çayımı yudumlarken, Türkiye’ye ait olduğum için, binlerce kez şükrediyorum…
“Ne mutlu Türküm Diyene!”