Korku ve Cesaret…
Cesaret; yiğitlik, kararlılık, ataklık, ve dayanıklılık özelliklerini de içeren, korku, acı, risk, belirsizlik veya tehdit ile başa çıkabilme yeteneği olarak da tarif edebileceğimiz, fiziksel bir acı, zorluk veya ölüm tehlikesi ile yüzleşme sırasındaki soğukkanlılığı ifade ederken de kullandığımız, çoğunluk muhalefeti, utanç, skandal veya şevk kırıcılığı karşısında da etik davranmayı ifade etmekte de sıkça başvurduğumuz bir kavramdır…
Korku ise en bilinen anlamda; bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen, rahatsız edici ve olumsuz bir his olarak tarif edilmekle beraber, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizma olarak da kabul edilebilir…
Kanımca insan hazır olmadığı bir durumdan korkar ve her duruma hazırlıklı olabildiğiniz ölçüde korkusuz olabilirsiniz ki bu ne derece mümkündür orası ayrı bir muamma…
Aslında asıl mesele korkusuz olma isteğidir. İmkânsıza talip olmadır korkusuz olma arzusu ve cesareti korkusuzlukla örtüştürme de bu işin efsane boyutuna taşınmasıdır bir yerde…
Korkusuz insan yoktur, korkularına rağmen en olması gerektiği gibi mücadele edebilmek vardır hayatta… Savaşlarda Efendimizin arkasına saklanan Sahabelerin olduğu bir dünyada nedir bu korkusuzluk teranesi Allah Aşkı’na. Kahramanlığın korkusuzlukta değil de korkulara rağmen Hakk’tan taraf olabilmede yattığını da pekâlâ görebiliriz…
“Gözümün gördüğü hiçbir şeyden korkmam” diyen Hz Hamza’nın gözünün göremediklerine hazır olmadığı sonucundan hareketle (cin-peri-küçük şeytanlar vs…) korkusuzluk efsanesiyle gerçek dünyada yaşayanların gözü korkutulmamalı, cesaretin korkularına rağmen mücadelesine devam edenlerin unvanı olduğu gerçeği sıklıkla dile getirilmelidir.
Düşmanınız da korkar, siz de korkarsınız mesele korku sınırlarının hangi tarafça ne kadar çabuk aşılacağıdır yoksa Mutlak Korkusuz olan Allah’tan başkası değildir ve insan haddini bilmeli korkusuzum edebiyatı yaparak kendisini ve çevresini aldatma gafletine düşmemelidir.
İşini-aşını-sevdiklerini-pozisyonunu-itibarını kaybetmekten korktuğu için zulme ortak olmuyor mu insan bazen ve dahası zalimin bizatihi kendisi olmamızın müsebbibi değil midir bu korkular…
Zulmü meşru görmemizin temel argümanıdır içimizi kemiren korkular ve biz, cesurların hiç korkmadığını düşünerek aldatırız kendimizi…
Basit bir hikaye kurgulayayım dedim size ve;
Vahşi bir aslan dalar oduncunun evine açık unuttuğu kapısından ve yaşlı oduncu masasının üzerindeki baltayı alıp dikilir karşısına aslanın. Bu sırada panikle masanın altına sokulan torunu seslenir dedesine, -Dede, korkmuyor musun? diye ve dedesi cevap verir,
-En az senin kadar Korkuyorum evladım ve torunu tekrar sorar,
-Peki, o zaman neden bana korkak sana cesur diyorlar dede? Ve torununa aslanı unutturan cevap gelir dedesinden,
-Çünkü masanın altında olan ben değilim evladım…
Pekâlâ, herkes korkar, herkes kaygılanır ey vatandaş fakat korkularına ve kaygılarına esir olanlara korkak denirken korkularına ve kaygılarına rağmen mücadele edenlere Cesur denildiğini öğrenmenin vakti gelmedi dersin ve istersen şimdi korkuyorum teranesini bırak da delikanlı gibi mücadele edemiyorum de de bilelim...
Ve unutma!
Kahramanlık zor iştir efendi ve zor işleri başkalarına bırakmadığın gün senin için her şey değişir bilesin…
Gürkan KARAÇAM