Son günlerde güzel ülkemin birçok noktasından içimize dehşet verecek haberler alıyoruz. Çocuklar kayboluyor, ufacık bedenlere taciz ve tecavüz vakaları gerçekleşiyor.
Bir anda kendimizi o güzel çocukların aileleri yerine koyup düşündüğümüzde hissettiğimiz acıyı bastırmak hiçte kolay olmuyor.
Okulların yaz tatilinde olduğu bu dönemde vatanımızın caddelerine sokaklarına neşe veren çocuklarımıza sahip çıkmamız gereklidir. Peki nasıl?
İlk etapta aklımıza cezai noktada uygulamaların en ağırı olan “İdam Cezası” gelmektedir.
Bildiğiniz üzere idam cezası AB uyum yasaları çerçevesinde 2002 yılında kaldırıldı. Mecliste bu duruma bir tek MHP karşı durdu, diğer tüm partiler kabul oyu kullandı.
İdam cezası, elbette cezaların en ağırı olarak insanlara suç işleme yönünde ters bir etki yapacaktır. Acılı ailelerin yüreğine de bir nebze olsun su serpecektir. Ancak sosyal ve psikolojik olarak tükenmiş olan bir suçlunun idam edilmesi diğer bireylerin bu duruma gelmesine engel olabilecek bir çözüm müdür? Bence değildir.
O halde insanın küçük yaşlardan başlayarak, hayatın her merhalesinde davranışlarını iyiye, doğruya, hakka ve hukuka yönlendirecek bir araç gereklidir. Bu aracın ne olduğu sorusuna ünlü mütefekkirlerimizden Prof. Dr. Erol Güngör hocamız şöyle cevap vermiştir;
“İnsan davranışının asıl menşei akıl değildir. İnsan insiyaklarıyla, hisleriyle davranır. Bunda da hiç utanılacak, sıkılacak bir taraf yoktur. Biz neye rasyonel diyoruz, neye akıl dışı diyoruz, bunu da düşünmek lazım. Vicdan dediğimiz şey, bizim bütün ahlaki davranışlarımızın temelidir. Vicdanın da hiçbir akli tarafı yoktur. (Sosyal Meseleler S.428)”
Kişilerde vicdanın neye göre ve nasıl oluştuğunu ise, Erol Güngör hocamızın aşağıdaki satırları arasında görebilmekteyiz;
“Bireyin ahlaki davranışlarının mükemmelleşmesi, iç muhasebesinin gücü nispetinde cemiyet hayatı ile kurduğu irtibata dayanır. Cemiyet, bireyin içgüdülerini tatmin vasıtalarına sınırlar çeken, adına örf ve adetler denilen, üst değerlere sahiptir. Bireye, biyolojik benliğini aştıran, vicdanında ahlaki kıymetleri geliştiren yüksek değerler, farklı grupların teması ile kurulur. Böylece cemiyet bünyesinde teşekkül eden örf ve adetler ferdin ben merkezli davranışlarını törpüleyen, başkalarına karşı sorumluluk duygusunu geliştiren değerler olarak temayüz eder. “(Sosyal Meseleler S.429)
Görüldüğü gibi kişilerin kişisel gelişimlerinde en önemli etken topluma ait örf ve adetlerdir. Bunlar anne baba, babaanne, dede, teyze amca yanında öğrenilmeye başlanır, komşuda, mahallede, okulda, işte insanların birbirleri ile temasta oldukları her alanda hayat boyu sürekli gelişmeye ve güçlenmeye devam eder. Örf ve adetlerin önemini hocamız şu şekilde ifade etmektedir;
Bunlar masa başında, bir program dahilinde oluşturulmuş, topluma yapması gerekenleri emreden birer talimatname değildir. Nesilden nesile aktarılan standart davranış tarzlardır. Toplumların yaşayabilmek için yaptıkları birer icattır ve elektrik lambasından veya radyodan çok daha mühimdir. (Ahlak Psikolojisi s. 95)
Gelmek istediğim nokta aslında şurasıdır; toplumu bir duvar, bireyleri tuğla olarak düşünürsek örf ve adetler bu tuğlaları birbirine yapıştıran harçtır.
Harç iyi karılmamışsa, içine toplumun değerlerinden uzak yabancı cisimler girmişse veya harcın bir malzemesi bu da biraz eksik olsun ne olacak diye tamamlanmamışsa tuğlaların birbirine tutunmaları güçleşir ve toplum duvarı zafiyete uğrar.
Önemsemediğimiz, sıkıldığımız, çağ dışı diye düşündüğümüz örf ve adetlerle ilgili bakın Erol Güngör hocamız nasıl bir uyarı yapıyor;
Cemiyet örfleriyle, merasimleriyle o kadar girift bir yumak ki bunun bir tarafından tutup çektiğimizde nelerin sökülüp gelebileceğini de bilemezsiniz. Bunların bir cemiyet için ne büyük felaketler açtığına dair elimizde ilmi neticeler vardır. Kültürde bir örfün, bir adetin, bir merasimin yahut girift bir uygulamanın kaldırılmış olması aşağı yukarı canlı hayatındaki bir eksikliğe benziyor. İnsanı diriltiriz diye öldürmenize imkan var mı? (Ahlak Psikolojisi s.154)
Konu üzerine çok daha fazla yazılıp çizilecek hususlar olmasına karşılık son olarak şunu söylemek isterim ki, toplumumuzun temel taşı olan Türk kültürü ve İslam Ahlakına aykırı her türlü eylem, söylem, davranıştan bireyler olarak uzak durmalıyız.
Bizler bu bilince erişirsek eminim ki ülkemizde toplumumuzu çökertmek adına var güçleri ile mücadele eden medya organlarının yaptığı yayınlar dahi rağbet görmeyecek, yapımcılar içeriklere çeki düzen vermek durumunda kalacaklardır.
Böylelikle ahlaksızlık meydandan yavaş yavaş çekilecek, bir yanda caydırıcılık olması için idam sehpaları kurulurken diğer yanda buna gerek kalmaması için toplum duvarı sağlam bir şekilde yükselecektir.