Suriye meselesinde uzun süredir tansiyon çok yüksek.
Devletimiz diplomatik ve askeri bütün yollar üzerinden önce kendi sınırlarını teröristlerden uzak tutmak, sonra bölgede kurulmak istenen yeni bir taşeron devlete müsaade etmemek üzere gayret gösteriyor.
Diplomatik yollardan yapılan girişimler zaman zaman kamuoyunda sonuç verecek umudu oluştursa da Rusya, ABD, İran gibi bölge ile ilgilenen devletlerin biri veya birkaçıyla uygulanacak gerçekçi çözüm planları ortaya çıkmış değil.
Böyle belirsizliğin hakim olduğu bir durumunda Türk devleti tereddüt göstermemiş, kahraman Türk ordusunu bir gece Afrin’e göndermiştir.
Çok şükür harekât başarılı bir şekilde devam etmekte, kahraman askerlerimiz her geçen gün yeni bir hain yuvasını dağıtıp ecdat yadigarı bu topraklara vefanın, güvenin, imanın sembolü ay yıldızlı bayrağı dikmektedir.
Tarihe zafer olarak işlenecek bu günleri geçmişte yaşadığımız ve maalesef tarihimize felaket olarak işlenmiş bir dönemle 1912-13 tarihinde yaşanan Balkan Savaşlarıyla kıyaslamak istiyorum.
Topraklarını büyütme hesapları yapan Balkan devletleri (Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ) Trablusgarp savaşını fırsat bilip aralarında anlaşama yaparak Osmanlı devletine savaş açmaya karar vermişlerdir.
Osmanlı’nın kuruluş tarihi itibari ile iç karışıklık, adaletsizlik, sömürü, derebeylik gibi; güçlünün haklı, haklının ise mağdur olduğu bir Avrupa sahnesinde 100 yıl içerisinde (1353-1453) Türk- İslam kimliğine giren Rumeli toprakları, 13 ay gibi kısa bir sürede de Türk- İslam Medeniyetinden ve kimliğinden arındırılmaya çalışılmıştır.
Osmanlı Devleti bu kısa sürede: Batı Trakya, Makedonya, Arnavutluk, Ege Adaları ve On İki Ada’yı kaybetmiştir. Milyonlarca Müslüman haçlı süngüleri altında can vermiştir. Birkaç gün gibi kısa bir sürede yaklaşık 1,5 milyon vatandaşımız Rumeli’den Anadolu’ya ayakkabılarını dahi almalarına izin verilmeden yerlerinden yurtlarından sürgün edilmişlerdir. Yollarda ölenler, tecavüze uğrayanlar, aç susuz kalan bebekler, aklın ve vicdanın almayacağı görüntüler tarih sayfalarında Batı dünyası hanesine kara bir leke bizim ise hiç unutmayacağımız bir acı şeklinde yazılmıştır.
Türk milletine duyduğu sevgi ile kalbimize taht kuran ünlü Fransız yazar Pierre Loti bakın o günlerde müttefik olarak gözükenler de dahil olmak üzere Batı’nın içerisinde bulunduğu durumu nasıl izah ediyor:
“Umutsuzluğun bu kahramanca direnişi karşısında, Hristiyan milletlerinden hiçbiri onları desteklemiyor. Onlar, sadece, imzalanmış anlaşmaları çiğneyerek verilmiş sözleri unutarak, ellerindeki avdan bir şeyler koparmaya çalışıyorlar. Gerçi, Fransa gibi, bazı devletler bu “av”ın paylaşmasında ellerini kirletmek istemiyorlar, Fakat, bugün için, herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle yardım ve merhamet tavsiye edecek hiçbir devlet yoktur. Bunun için, hayatımda ilk defa: “Bugünün savaşına utanç!” demek mecburiyetinde kalıyorum.
Pierre Loti bu ifadelerle, Avrupa basının yapılan mezalime karşı sessiz kalıp, haçlı zihniyetinin bu katliam gibi işgaline karartma uygulayıp hatta Türklerin bunu hak ettiği ifadelerine yer verdiği günlerde tek başına bütün Müslümanların ve Türk devletinin savunucusu olmuş, kendi gibi vicdanlı Batı ahalisinden birtakım kişilerde ona mektup yazarak destek vermiştir. Bunlardan birinde şu ifadeler yer almaktadır:
“Türkleri müdafaa ediniz. Çok saf, çok namuslu din hürriyetine saygılı ve iyi yürekli bu milleti sonuna kadar müdafaa ediniz.”
Maalesef bu çabalar yıllardır Türk devletinin kendilerine verdiği kapitülasyonlardan yararlanan Fransa devletinin dahi müdahil olmasını sağlayamamıştır.
Düşman orduları Çatalca’ya kadar gelerek başkent İstanbul kuşatma altına alınarak devlet yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır.
Bu kadar kısa sürede bu kadar toprak, asker ve insan kaybının yaşandığı Balkan felaketinin elbette birtakım sebepleri mevcuttur.
Bunlardan en önemlisi içeride bir milli birlik olmaması devleti yönetenlerin ve devlet organlarının aralarında ters düşmüş bir vaziyette olmalarıdır. Milli şuurun iç çekişmelerle meşgul edildiği bir ortamda düşmanların planları önceden sezilememiş, zamanında etkili önlem ve kararlar alınamamıştır. Askerin içerisinde siyasetin ordunun ikiye bölünmesine varacak kadar ileriye gitmiş olması da en büyük etkenlerden biridir.
Bu sebepler 15 Temmuz öncesi durumlarımızla sanki bire bir örtüşüyor öyle değil mi?
Devletimizin uzun yıllardır siyasi krizlerle milli şuuru örtülerek bağışıklık sistemi çökertilmeye çalışılmış, askerin ve polisin içine sızılarak içeride ve dışarıda zafiyet içerisine girmemiz planlanarak Türk devleti yeni bir işgal denemesi için hazır hale getirilmiştir.
Ancak bu sefer ne kadar örtülmeye çalışılsa da tarihini iyi analiz etmiş devlet adamlarının çaba ve gayretleri ile devletimiz işgali başlamadan yok etmiştir.
Eğer aksi olsaydı Güneydoğu illerimizde Balkan felaketi gibi bir felaket ile karşılaşabilirdik.
Ve şu an Türk devleti müttefiklerinin pışpışlamalarına aldanıp güney sınırımızın güvenliği hususunda tavır almamış olsaydı terör örgütleri bu sefer Amanos Dağları üzerinden ülkemize sızıp bir iç karışıklığa sebep olacaklardı.
Türkiye milli şuur ve iradesini millet nezdinde ve devlet kademelerinde zirve noktasına kadar çıkarıp teyakkuz haline geçmeseydi, biz kendi iç çekişmelerimizle uğraşırken Hakkari, Şırnak ve Diyarbakır güzergahı için başarılı olamayanlar bu sefer Mersin’den Hakkari’ye, Hakkari’den Kars’a kadar daha büyük bir planın uygulamasına geçmiş olacaktı. Sonrasında bu “av”ın paylaşılması sırasında kamera arkasındakilerin gerçek yüzünü acı bir şekilde görmüş olacaktık.
Tehlike geçmiş değildir!
Hiçbir zamanda geçmeyecektir.
Bu sebeple sadece 15 Temmuz’dan seçimlerin yapılacağı Kasım 2019’a kadar değil, sonsuz adalet için yeryüzü yarılacağı güne kadar…
Türk analarının beşikte sallanan yavrusuna söyleneceği ninniden, askerin, polisin çağıracağı zafer marşlarına, Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir tren istasyonunda dalgalanan şanlı bayrağın kırışıklığından, devletin en üst kademesindeki yöneticilerin alması gereken her türlü önlemi düşünüp dile getirmek biz Türk milliyetçilerinin vazifesidir!
Bu vazifemiz karşılığı ise beklediğimiz en büyük mertebe, bir mitralyöz kurşunu ile şehit olup toprağa düşmektir.
Allah yolumuzu açık etsin.