Bazı yırtıcı hayvanların avlanmaları cesurca ve karşı tarafa da bir şans verici şekilde gerçekleşir. Örneğin bir ceylan en hızlı koşucu olan çitadan bile kurtulma şansına sahiptir. Bazı yırtıcılar ise avının etrafında dolaşır. Yorulmasını, zayıf düşmesini, birbirleri ile kavga etmesini, hastalanmasını bekler. Komodo ejderi ismi verilen bir yırtıcı ise avını bir kere ısırarak ona mikrop bulaştırır ve takattan düşmesine kadar sabreder. Böyle durumlarda av artık kolaylaşmış ama işte ancak o zaman vahşice olmuştur.
Devletler ve milletler arasında ki mücadele tarihinde benzer şartları görebiliriz. Bazı milletler düşmanı olarak gördüğü ama doğrudan doğruya düşmanlığını göze alamadığı toplumların zayıf anını beklerler.
İşte Boşnak kardeşlerimizin karşılaştığı durum aynen böyle örneklendirilebilir.
Bosna-Hersek tarihine kuşbakışı göz atarsak Bosna ve civarında yaşayan Sırp, Hırvat ve Boşnakların Osmanlı bölgeye gelmeden önce anlaşamadıkları gerek Sırp, gerekse Hırvatların Boşnaklara karşı tecavüzlerde bulunduğu ancak Osmanlı’nın gelmesinden sonra düşman kavimlerin Boşnaklara dokunamadığı bilinmektedir. Osmanlı zayıf düşüp 1908 yılında Bosna-Hersek’i Avusturya-Macaristan imparatorluğuna terk edince korku filmi başlamıştır. Hırvat ve Sırpların arasında korumasız kalan Boşnaklar zor yıllar geçirmişler ve imkan buldukça kendilerini Anadolu’ya atmışlardır.
İnsan nasıl bir düşmanlıkla karşılaşıyor ki, vatan topraklarını terk edebiliyor. Bunu düşünmek bile bize gerekli ipuçlarını vermektedir.
Bosna’da kalanlar açısından Tito’nun Yugoslavya’sı içinde yanlış uygulamaları barındırmakla birlikte ehven-i şer durumundaydı. En azından bir devlet otoritesi vardı ve bu bir nevi güvence teşkil ediyordu.
Yugoslavya’nın dağılması üzerine gerçekten vahşi olanların gözdağları ve saldırıları başladı. Zaten böyle bir günü kolluyorlardı. Onlar düşman bildikleri Boşnakların kanlarını ve canlarını almayı kendilerine hak biliyorlardı. Kadın çoluk-çocuk demeden öldürdüler. Hem de Hollanda’lı sözde barış gücü askerlerinin sorumluluğu olan bölgede.
Ancak Boşnak kardeşlerimiz öyle bir direniş gösterdiler ki, bu direniş bize göre tam bir destandır. Öleceklerini ölmez sağ kalırlarsa taciz edileceklerini, kendi kimlikleri ile yaşamalarının imkânsızlaşacağını biliyorlardı. İş başa düşmüştü. Canla başla düşman tarafından çembere alındıkları topraklarda öyle bir irade sergilediler ki, dünya müdahale etmek ve şimdilik kaydıyla bir barış sağlamak zorunda kaldı.
İçinde her zaman patlayacak savaşı barındıran bir barış. Boşnak kardeşlerimiz uyuduklarında başlarına nelerin geleceğini biliyorlar ve tedbirliler.
Türkiye’de yaşayan Boşnakların Türkiye’nin birliğine en fazla bağlı grup olmasının sebebi işte bu gerçekte yatıyor. Boşnaklar ayrıldığımızda, bölündüğümüzde, kamplaştığımızda, devlet otoritesini kaybettiğimizde vahşi hayvan konumunda bulunan düşmanların Türk-Kürt, Alevi-Suni, Sağcı-Solcu, Muhafazakâr-Milliyetçi-Atatürkçü demeyeceklerini önüne çıkan unsura yeni Srebrenitsa’lar yaşatacaklarını çok iyi biliyorlar. Hatta dünyanın bütün bu katliamlara sessiz kalacağını, sözde barış güçleri gönderseler bile bu barış güçlerinin Türk-İslam düşmanlığının yapılması için bizatihi ortam oluşturacağını biliyorlar. “El elin eşeğini türkü çağırarak arar.” atasözünün taşıdığı anlamı en iyi onlar biliyorlar.
İnşallah herkes, birliğimizi korumanın ne kadar elzem olduğunu kavrayabilir. Zira aksi durumda çok öne çıkarılan dini inançlar küfrün tehdidi altında kalacaktır. Müslüman uyanık olmalı bir düştüğü çukura bir daha düşmemeli, hatta yedi defa düşüp sekizinci şansı vermemelidir.
Halil Konuşkan